Özgürlük ve umut hâlâ ayakta! 6-7 Eylül 1955’in 59. yıldönümü

Yaşananlar ile ilgili en acı gerçekleri sözlü tarih çalışmaları açığa çıkarıyor. Dönemin 7 Eylül tarihli Ege Ekspres gazetesi “Atatürk’ün doğduğu evde patlayan bomba üzerine Türk gençliğinin büyük heyecanı” manşetini atıyor. Eğitimsizlik ve kendini bilmezliğe, medyanın kışkırtıcılığı ve devlet desteği ile propaganda da eklenince ortaya hesaplananın da ötesinde bir dram çıkıyor.

Mois GABAY Köşe Yazısı
10 Eylül 2014 Çarşamba

6 Eylül cumartesi akşamı… Laleli’deki otellere turist grubumu bırakmış, dolmuşla Taksim’e geçiyorum. Unkapanı’nda dolmuşa tahminen Güney Afrikalı bir bey biniyor. Şoföre ücreti uzatıp kendi halinde yolculuk ederken, solumda oturan genç başlıyor duyabileceği bir şekilde söylenmeye “Şu tipe bak, nereden aldık bunu dolmuşa?” Tarlabaşı’nda ikisi birden dolmuştan iniyorlar, gencin el hareketleri ile sataşması devam ediyor. “İyi ki adamcağız Türkçe bilmiyor” diyorum içimden. Dayanamayıp arkalarından iniyorum. İstiklal Caddesi’nden Atatürk Anıtı yönünde yürümeye başlıyorum.1950’lerde bu bölgede yaşamış kimi getirseniz Beyoğlu’na, herhalde bir an evvel kaçıp gitmek ister. Her köşe başında kendini gösteren kebapçılar, müzik kirliliğine eklenen son moda halaycılar, kolbastıcılar sonucunda Beyoğlu’nu bırakın geçmiş nesiller, bizim kuşak bile tanıyamaz hale geldi. Sadece bina, pasaj ve sokak adları direniyor bu değişime. Eski Beyoğlu’nu düşününce insan ister istemez bu caddenin kozmopolitliğinin temel taşlarından bir dönemin Rum vatandaşlarını hatırlıyor. Konsolosluğun karşısında delilercesine eğlenen kalabalığa sormak istiyorum. 6-7 Eylül 1955’te burada neler yaşandı biliyor musunuz? Cevap verebilecek birileri çıkar mı dersiniz? İçimde bir huzursuzluk, cebimde Jak Deleon’un eski İstanbul barları üstüne kitabı eve dönüyorum. Ertesi akşam bu kez arkadaşlarımdan birkaçına soruyorum 6-7 Eylül’ü. Verebildiğimiz cevaplar birkaç kelimeden, kulaktan dolma bilgilerden ibaret maalesef. Şimdilerde İstiklal Caddesi’nin göbeğindeki konsolosluktan dalgalanan Yunan bayrağı bu dönemle yüzleşmenin yerini tutar mı dersiniz? Nasıl ki yüzyıllarca kubbeli dini mekân inşasına izin verilmemesinden sonra Tanzimat Dönemi ile birlikte adeta İkinci Ayasofya edasında yapılan ‘Aya Triada’ Kilisesi gibi şimdilerde konsolosluk binası da “özgürlük ve umut hâlâ ayakta” diyor bizlere. 

Yaşananlar ile ilgili en acı gerçekleri sözlü tarih çalışmaları açığa çıkarıyor. Dönemin 7 Eylül tarihli Ege Ekspres gazetesi “Atatürk’ün doğduğu evde patlayan bomba üzerine Türk gençliğinin büyük heyecanı” manşetini atıyor. Eğitimsizlik ve kendini bilmezliğe, medyanın kışkırtıcılığı ve devlet desteği ile propaganda da eklenince ortaya hesaplananın da ötesinde bir dram çıkıyor. “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” yalan haberi üzerine, İstiklal Caddesi’nde toplanan güruh, ilk iş gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamakla başlıyorlar. Ellerinde aynı tarz sopalar, kamyonlarla getirilmiş kalabalıklar “Makarios’a ölüm, Kıbrıs Türk kalacaktır” nidaları eşliğinde kısa sürede Beyoğlu, Kurtuluş, Nişantaşı, Kadıköy, Moda, Kuzguncuk, Yeşilköy derken farklı şehirlere de taşacak bir yağma hareketine başlıyorlar. Sonrasında ise yüzümüzü kızartan tablo çıkıyor; tecavüze uğramış kadınlar, ölümler, kullanılamaz halde işyerleri, darma duman edilen evler, yakılan ibadethaneler… Doçent doktor tabelasını görünce azınlık muayenehanesi zannedip saldıranlar mı dersiniz, yoksa saldırganlara Müslüman olduğunu ikna etmek için sünnetli olduğunu gösteren işyeri sahibi mi? Komşularına saklanabilenler kurtuluyor şans eseri, geridekiler ise kendimizi insanlığa rezil ettiğimiz bir utanç tablosu olarak kalıyor. ‘Bir daha asla diyebilmek’ için ne kadar yol kat edebildik geçen 59 yılda? 2003 sinagog saldırıları sonrasında “Yahudilerin ne işi vardı da buraya ibadethane açmışlar?” diyenlerle, dolmuşta yanına oturan ötekiyi düşman gören ya da Hrant’ı öldürenler aynı düşüncenin ürünü değiller mi sizce? Çok geçmişe değil, hafta sonu gazetenin üçüncü sayfa haberlerine gitmeniz yeterli oluyor. Rize turunda gece vakti bıçaklanan İtalyan turist çift mi dersiniz, yoksa Tarlabaşı’nda “Eşcinsel ilişki teklif etti” iddiası ile kurşunlanan Kongolu bir genç mi? Kitlece saldırganlaşmaya hazır bir ruh hali ile kimisi elinde Atatürk resmi, kimi Türk bayrağı ya da Fatih Sultan Mehmet’in portresi ile vatanı kurtardığını sanıyor insanlığını unuttuğunu bilmeden. 2005 yılında Tophane’de açılan 6-7 Eylül sergisine yapılan saldırı bile tahammülsüzlüğün bir göstergesi değil mi? İstiklal Caddesi ve Taksim Meydanı’na yapılması düşünülen düzenlemeler ile birlikte bir Beyoğlu müzesi kurulup “bir daha asla” demek için yaşananlar anlatılsa vatanlarından koparılan yüz binlerce azınlığın hakkını bir nebze ödemiş olmaz mıyız? Ne zaman azınlıklar her siyasi meselede içine sinip, sayıca daha da azalmadan özgürce “buradayız” diyebilecekler dersiniz? Yeni Türkiye’nin ‘nefret söylemi’ açısından fakir, ‘tarihle yüzleşme’ açısından zengin bir Türkiye olması dileğiyle…