“Antisemitizm belası”

Kara kışın hüküm sürdüğü 1990’ların bir şubat gününde Kars’ta bir pastanede iki adam buluşur. Konuşmaları giderek tartışmaya dönüşür ve biri diğerine, “Sen yoksa ateist misin, Yahudi misin?” der ve sonra olanlar olur.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
10 Eylül 2014 Çarşamba

Kara kışın hüküm sürdüğü 1990’larda, bir şubat günü Kars’ın bir pastanesinde iki adam buluşur. Bunlardan biri bir eğitim enstitüsünde müdürlük yapan bir ziraat profesörü, diğeri ise Tokat’tan yola çıkıp iki gün boyunca karlı yolları aştıktan sonra profesörü arayıp bulan, çay ocağında çalışan bir Anadolu genci. Genç adam bir kıraathanede çaycılık yaparken sürekli olarak açık tuttuğu bir İslami radyodan memleketin sorunlarını takip eden biri. Kafasını, üniversitelere kanun zoruyla sokulmayan türbanlı kız öğrencilerin mağduriyetine takmıştır. Hatta, üniversiteden kovulduğu iddiasıyla intihar ettiği söylenen genç bir kız öğrenciye üzülüp, onu okula almayan hocayı aramaya çıkmıştır, Kars yollarında. Tokatlı genç, buluşmanın ilk anlarında son derece kibar bir şekilde enstitü müdürüne neden örtülü kızlara zorluk çıkardığını sorar. Profesörümüz de onu ilk kez görmesine rağmen tüm samimiyetiyle meselenin yasal ve zorunlu kısmından bahsederek mevcut yasaların onu başka türlü bir karar almasına engel teşkil ettiğini söyler ve laik devletin ne anlama geldiğini anlatır kısaca. Genç adam sinirlenmeye başlar; intihar eden kızdan bahseder. Profesörümüz, intiharın tamamen bir gönül ilişkisi ile bağlantılı olduğunu söyleyince daha da kızar ve kızın ölümünden onu sorumlu tutmaya daha da kesin bir dille devam eder, cebinden çıkardığı tabancasını göstererek. Enstitü müdürü çok korkar ve kendi kızının başı açık, eşinin ise kapalı olduğunu ve kimseye özel hayatlarında karışmadığını söyler titrek sözlerle. Tokatlı genç iyice sinirlenir ve tabancayı kafasına doğru tutarak, profesöre ateist mi yoksa Yahudi mi olduğunu sorar. Profesör ağlamaya başlar, bağışlanmasını ister ama gencimiz kararlıdır ve son derece sinirli bir şekilde tekrar kızların mağduriyetini dile getirdikten sonra tabancasını ateşler. Profesör yere yığılır. Hikâye  burada biter...

Bu gerçek olmayan hikâye Orhan Pamuk’un 2002’de yayınladığı ünlü ‘Kar’ adlı romanında geçmekte. Nobel Edebiyat Ödüllü Pamuk, her dünya çapında başarılı edebiyatçı gibi insan karakterlerinin üzerinden gözlemlerini romanlarına ustaca ve gerçeğe yakın bir nitelikte işler. Bu hikâyede çarpıcı olan, artık mağduriyetleri bitmiş olan türbanlı üniversite kız öğrencilerinin yıllardır çektikleri eziyetin yanında, kimilerinin gözünde de mağduriyeti uygulayanların ateist veya Yahudi olarak görülmüş olması.

Orhan Pamuk, bir anlamda Türkiye’de içselleştirilmiş sıradan Yahudi karşıtlığına sessiz ama görkemli bir gönderme yapmakta. Salt bu nedenle, hikâyenin önemsiz görülebilecek ‘Yahudi’ boyutu bugün daha da önem kazanmakta...

Son yazımda da bahsettiğim gibi, Türkiye’de özellikle Gazze Savaşı ile su yüzüne çıkan sıradan Yahudi düşmanlığı bizi maalesef antisemitizmin yaygın olduğu ülkeler listesine sokmuş durumda. Bu hafta ABD Temsilciler Meclisi’nde görüşülmesi beklenen ve 80 Cumhuriyetçi ve Demokrat vekilin imzasıyla hazırlanan, ‘dünya çapında antisemitizmle mücadele’ yasa tasarısında, eğer son dakika gelişmesi olmazsa maalesef Türkiye’deki Yahudi karşıtlığından da bahsedilecek.

Yasa tasarısında, isim isim zikredilen ülkelerdeki antisemitizm ile mücadelenin, ABD dış politikasının önceliklerinden biri olması gerektiği öneriliyor.

Geçtiğimiz hafta, Obama-Erdoğan görüşmesi sonrasında Beyaz Saray’dan yapılan açıklama ise çok çarpıcı bir nitelik taşıyordu. Açıklamada, Suriye, Irak, IŞİD gibi bazı dünya meselelerininin yanında iki liderin “hoşgörülü ve kapsayıcı toplumlar inşa etmenin ve antisemitizm belası ile mücadelenin önemini” ele aldıklarının belirtilmiş olması beklenmedik bir gelişme olarak tarihe geçiyordu. Irkçılığın bir sürü alt başlıkları varken, görüşmedeki salt antisemitizm vurgusu, Temsilciler Meclisi’nde görüşülmeye başlanacak yasa tasarısının içeriğiyle de bire bir örtüşmekte.

‘Buraya köpek Yahudiler giremez’ denli sığ bir antisemitizmin ötesinde düşünülmesi gereken, içselleştirilmiş ve sıradanlaştırılmış antisemitizm olmalı.

Ancak şu gerçeği teslim etmek gerek. Türkiye, her vesilede antisemitizmin insanlık suçu olduğunu söyleyen bir Cumhurbaşkanı’na sahip. Ayrıca, iyileştirilmeye ihtiyaçları olsa da mevcut yasada ayırımcılık ve nefret söylemi ile ilgili yaptırımlar var. Bu gerçek, Türkiye’yi, ABD vekillerinin antisemitizmle suçladığı birçok ülkeden tamamen ayırmakta.

Bu hakikatten hareketle; Türkiye’nin, devlette ve sokakta görülmeyen ama kimi kesimlerin pompalamasıyla ülkenin kılcal damarlarına sokulmaya çalışılan Yahudi karşıtlığını bertaraf edecek güce fazlasıyla sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Ne demiştik: ‘Yeni Türkiye’de antisemitizm eskide kalsın.

 

2 Yorum