Amsterdam: Sonsuz özgürlüklerin ve hoşgörünün şehri

Kanalları ve tekne evleri, laleleri, tarihi müzeleri ve coffee shop’ları, kesinlikle görülmesi gereken bir şehir Amsterdam. Avrupa’daki iki günlük bir kaçamak için en uygun adreslerden biri

Cako TARAGANO Seyahat
10 Eylül 2014 Çarşamba

Zaman içinde, konser vermek için gittiğimiz Münih’i, son aşkım New York’u, Uzakdoğu’nun gizemli şehirleri Singapur ve Kuala Lumpur’u, Kafkasların yeşermeye yüz tutan şehri Batum’u, Kuzey Afrika’nın Atlas Dağları eteklerindeki Berberi kültürünü yansıtan Kazablanka ve Marakeş’i, birkaç Cruise gezimizde uğradığımız Stockholm ve Helsinki ile Adriyatik’in incisi Dubrovnik’i kalemimin döndüğü kadarı ile yazmış, benim gözümden bu yerleri tanıtmaya çalışmış, şayet gidip görmüşseniz anılarınızı tazelemek amacı ile yazılarım ile paylaşmıştım. Bir sonraki yazının neresi hakkında olması gerektiğini düşünürken, Londra ve Amsterdam arasında kaldım uzun süre.

Birçoğunuz Avrupa seyahatlerinizde Amsterdam destinasyonunu programınıza almışsınızdır. Belirttiğim gibi bu gezi yazılarını yazarken amacım gitmeyenlere bir nebze de olsa yerleri tanıtıp bir ön bilgi vermek, gidenlere de okurken anılarını canlandırıp bir an için o şehirleri hayallerinde bir kez daha gezdirmektir. İşte bu amaçla klavyemin başına oturduğumda nedense içimden bu kez ‘Sinagog İlahileri’ grubumuz ile konser amaçlı yaptığımız Amsterdam seyahatimin turistik ipuçlarını paylaşmak istedim.

 

MEYDANLAR, MÜZELER, KİLİSELER

Amsterdam için kuzey Avrupa’nın kanallar şehri, Hollanda’nın Venedik’i derler. Merkez Tren Garı’nın içindeki turizm danışma bürosundan bilgiler edinip şehir haritasını alıp şehre giriş yaparsanız gözünüze ilk çarpan park etmiş yüzlerce bisiklet olacaktır. Sırtınızı gara alıp şehir merkezi olarak kabul edilen Dam Meydanı’na yürürken Kraliyet Sarayı ile eski ve yeni Kilise’yi görebilirsiniz. Sabah erken saatlerde yapmanızı tavsiye edeceğim ilk tur Prinsengracht 267 adresindeki İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerden saklandıkları evde anılarını kaleme alan Anne Frank’ın müze evi olacaktır. Yaşadığı korkuları, bir anlık mutlulukları, yiyip içtikleri ve uyudukları evin bölümlerini gezerken savaşın soğuk ve sevimsiz yüzüne bir kez daha tanık olacaksınız.

 

 

PORTEKİZ SİNAGOGU

Bu duygularla buradan ayrılırken rotanızı Portekiz Sinagogu’na çevirmenizi tavsiye ederim. İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerinin Hollanda’ya geldikten sonra 1675 yılında inşaatını bitirdikleri Portekiz Sinagogu gezilmeye görülmeye değer bir sinagog. Günümüzde sadece bayramlarda ibadete açılan sinagog bir müze gibi meraklı gezginlerin ziyaretlerine açık. Sinagogun en ilginç yanı bana göre aydınlatma sistemi. Günümüzde hâlâ bayram akşamları ibadete açıldığında mum ışıkları ile aydınlatılıyor ve bir tek ampul bulunmuyor. Çıkışta sinagogun yan sokağında bulunan Yahudi Tarihi Müzesi’ni de gezebilirsiniz. Hazır Sinagog ve Yahudi Tarih Müzesi’nin bulunduğu Jodenbreestraat Caddesi’nde iken, resim sanatına merakınız varsa ünlü ressam Rambrant’ın müze haline getirilmiş evini de gezebilirsiniz.

Hollanda ile özdeşleşmiş çiçeği lale ve daha birçok saksı bitkilerini görmek için Çiçek Pazarı ile Bit Pazarı’nı gezmeye gidebilir, buradan hediyelik lale soğanları alabilirsiniz. Birçok şehirde Hop On-Hop Off denilen çift katlı üstü açık otobüslerle hızlandırılmış şekilde şehir turu yapıp şehri turistik açıdan tanıma fırsatınız olur. Amsterdam’da bu turu Tren Garı’nın karşısından kalkan iskeledeki tekneler ile yapabilir, kanallarda gezinirken şehrin tarihçesi hakkında kulaklığınızdan bilgiler alırsınız.    

     

   

TARLADAN BARDAĞA BİRA

Tekneden indiğinizde hedef Stadhouderskade 78 adresindeki, Hollanda’nın tanınmış bira markası Heineken fabrikasını ziyarete gitmek olsun. Biranın yapılışını, tarladan toplanan arpadan başlayarak buz gibi içime hazır hale gelişine kadar geçen evreleri ilgili kişiler, istasyonları gezdirerek, gelen ziyaretçilere anlatıyor ve giriş biletiniz karşılığında iki bardak buz gibi bira ikram ediyorlar. Her müzede olduğu gibi burada da turunuz Heineken hediyelik eşya mağazasında son buluyor.

Çıkışta tekrar Dam Meydanı’na doğru sahil boyu yürürken tekne evler ile karşılaşacaksınız. Merak ederseniz bazılarını ufak bir ücret karşılığı gezebilirsiniz. İnsanların bu ufacık teknelerde nasıl hayatlarını sürdürdüklerini, nasıl yaşadıklarını canlı bir şekilde görme imkânınız olur. Dinlemek için cafe’lerden birine oturup bir şeyler içelim derseniz aman dikkatli olun. Kapısında yazılı olan ‘Coffee’ sözcüğüne aldanıp hemen içeri girmeye kalkmayın. Coffee Shop ile Coffee House farklı şeylerdir. Birinde bildiğimiz kahve çeşitleri satılırken diğerinde sigaralık da denilen hafif uyuşturucular satılır. Hatta yazı başlığımdan da anımsayacağınız gibi özgürlüklerin ve hoşgörünün ülkesi Amsterdam’da aynı zamanda bu cafe’lerin sadece gay ve lezbiyenlere ait olanı vardır. Tren garına yakın bir yerde trafiğe kapalı alanda gezinmenizde fayda var.  Dünyaca tanınmış birçok markayla karşılaşacağınız gibi Hollanda’nın laleden sonra en tanınmış ürünü olan peynir butiklerinden Brie, Camembert, Gruyere, Gouda, Roquefort ve daha onlarca çeşit peyniri tadıp en çok beğendiklerinizin birkaç tanesinden almanızı,  İstanbul’a döndüğünüzde buz gibi soğutulmuş beyaz şarabınızı yudumlarken anılarınızı arkadaşlarınızla paylaşmanızı tavsiye edeceğim.

Akşam yemeği sonrası programınıza Amstel 194-196 adresindeki Xtracold Ice Bar’ı koyun. İçeri girdiğinizde verdikleri anoraktan tutun oturduğunuz sandalyelere sehpalara, masalardan bar raflarına hatta içtiğiniz kadehlere kadar her şeyi buzdan olan değişik bir bar. Konsepti ile çok farklı bu barda iki kadeh soğutulmuş votkanızı içerken pek yaşanmamış bir deneyimi yaşayacağınıza inanıyorum. Gecenizi Red Light Street’i görmeden sonlandırmayın. Amsterdam’ın neredeyse simgesi haline gelmiş bu cadde adeta bir açık hava Sexland. Canlı gösterilerden, sex shop’lara, striptiz şovlardan, neredeyse çıplak kadınlarına kadar, turistlerin, kadın erkek, çoluk çocuk gezindikleri ilginç bir cadde.

Hollanda’daki ikinci gününüz için değişik birkaç alternatif sunayım; isterseniz Hollanda’nın Amsterdam’dan sonra en tanınmış şehri Roterdam’ı, isterseniz Den Hag şehrinde bulunan bizim Miniaturk gibi dünyanın ilk maket dünyası Maduradam’ı gezmeye gidebilirsiniz. Benim daha çok beğendiğim ve yapmanızı tavsiye edeceğim üçüncü alternatif ise, sahil kasabası Volendam’ı ziyaret etmeniz. Buraya giderken yol üstüne karşılaşacağınız Hollanda’nın simgesi yel değirmenlerinin içine girerek gezebilir, ne işe yaradıklarını nasıl çalıştığını izleyebilirsiniz. Volendam’a vardığınızda önce bir tur yapıp bu şirin küçük kasabayı tanımaya çalışın. Daha sonra sahildeki cafe’lerde oturup bir şeyler içebilir ya da öğlen vakti ise denize nazır restoranların birinde bir şeyler atıştırabilirsiniz. Akşamüstü tekrar Amsterdam’a dönüş yapabilirsiniz.

 

YAŞAM VE ALIŞKANLIKLAR

Amsterdam’da günün her saati insanları sokakta yürürken ellerinde kâğıttan külahlar içinde kızarmış patates ya da patates kroket yerken göreceksiniz. Yiyecek ve yemekten bahsedince bir başka ilgi alanım dünya mutfaklarının geleneksel yemekleridir. Hollanda mutfağının pek fazla spesiyaliteleri yok. Biraz araştırdığımda ‘Hollanda Salatası’ ve ‘Roterdam Çorbası’ olduğunu öğrendim. Klasik Rus salatası tarzında yapılan Hollanda salatasındaki farkın haşlanmış patates, katı yumurta rendesi, rendelenmiş kereviz, soyulmuş elma dilimleri, krema ve ançüez katılarak yapıldığını gördüm. Roterdam çorbası ise tavuk suyunda yapılan sebze çorbası gibi. Sadece taze fasulye, bezelye, salatalık gibi farklı sebzeler kullanılıyor ve yumurta sarısı ile terbiye edildikten sonra servis ediliyor. Bunların dışında fazlada geleneksel yemekleri olmadığını, Hollandalıların dünya mutfakları örneklerini pişirdiklerini öğrendim.

Akşam yemeklerini genelde tüm aile bir arada, en geç saat 18.00’de yeniyor. Genellikle tek tabakta sebze, et ve hamur işini bir arada yiyorlar. Bizdeki alışkanlık gibi giriş (börek ya da ekşili bir sebze), ana yemek (et, tavuk, balık), sonra da hamur işi (pilav, makarna, patates) şeklinde yemekler sofraya ayrı ayrı servis edilmiyor. Hepsi bir arada, tek tabakta servis edilip yeniyor.

Hollanda evleri birçok Kuzey Avrupa ülkesinde olduğu gibi üçgen damlı. Gözünüze çarpacaktır. Hepsinin çatısında birer çelik kanca var. Merak edip nedenini sorduğumda öğrendim ki, kapılar ve evin üst katlarına çıkan merdivenler çok dar olduğundan eşyalar kapıdan girmediği için çatıdaki bu kancalara asılan zincirlerle üst katlara çekilip pencerelerden içeri sokuluyormuş. Bu da gezgin merakı bilgisi olsun sizlere.                                                                  Hızlandırılmış bir şekilde sizlere hafta sonunuzu değerlendirebileceğiniz bir Hollanda turu yaptırmaya çalıştım. Yazımın başında belirttiğim gibi gidip gezenlere anılarını tazeleme fırsatı, gitmeyenlere rehber tadında benim gözümden tanıtmaya çalıştım. Gelecek gezi yazısına kadar ‘geze kalın’.