´Yeni’ üzerine

Son dönemlerde siyasetin türettiği birçok kavram arasında, ‘Yeni’ olanı pek revaçta. Esas itibarı ile politik arenanın ‘yeni’ sıfatı ile onurlandırılması hoş bir durum, zira kelime anlamı açısından bakılacak olunursa, bu bir tür ‘umudu’ içinde barındırıyor.

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
27 Ağustos 2014 Çarşamba

Son dönemlerde siyasetin türettiği birçok kavram arasında, ‘Yeni’ olanı pek revaçta. Esas itibarı ile politik arenanın ‘yeni’ sıfatı ile onurlandırılması hoş bir durum, zira kelime anlamı açısından bakılacak olunursa, bu bir tür ‘umudu’ içinde barındırıyor.

Yeni olan nedir? Yeni bir söylem ile ifade edilen, daha önce benzeri görülmemiş bir fikri açığa vuruyorsa; yeni bir ekip olarak ifade edilen öncekinden daha ehil bir takım demek ise; yeni bir siyaset, sorunların daha etkin bir şekilde çözülmesini sağlıyorsa, o zaman yeni bir dönem denilince, umut dolu, refah ile harmanlanmış, huzurlu yarınlar anlaşılır. Toplumsal mutabakatın var olduğu, devletin bireyi kolladığı ve dolayısı ile bireyin devlete güvendiği yarınlardır bunlar.

Yeni bir sayfa, toplum içindeki bireylerin, geçmişi ne olursa olsun, siyasi görüşü ne olursa olsun, sosyal yaşama katkısı ne olursa olsun, dayanışma ve karşılıklı saygı ve güven içinde hep beraber dolduracağı bir sayfa olmalıdır, dolayısıyla... Bu da insan haklarına saygılı yapılarda, eş deyişle demokratik toplumlarda mümkündür. Sistemi yalnızca seçim ile çerçeve içine alan, ondan öte bireyin taleplerini gerçekçi bir şekilde formüle etmesine izin vermeyen, onun için en iyisini düşündüğünü iddia eden pederşahi yapılar – ki buna otokratik yapılar demek çok da yanlış olmasa gerek – bu anlamda ‘umudu’ içermez. Umudu içermeyen ‘yeni’ olana ise 21. yüzyıl dünyasında ne kadar ihtiyaç vardır, tartışılır.

Kaldı ki demokratik yapılarda devamlılık esastır. Yönetim kadrolarının değişmesi olsa olsa mikro yöntemlerde farklılıklar oluşturur. Ondan öte, çizgi genel olarak aynıdır ve taban bunun değişmesi için şu veya bu şekilde baştan çıkartılmaz, dahası böylesi girişimlere izin de vermez. Sinüs fonksiyonu çizen, dalgalanan rejimlerde, bu kararlılığı görmek neredeyse olanaksızdır.  Neticede, demokrasiye bağlılığını gösteremeyen toplumlarda diktatörlüğe kayış, dediğim dedik bir anlayış hâkim olur. Bu tür anlayışlara teslim olmuş halk toplulukları U dönüşleri yaşamaya mahkûmdurlar. Çeşitli yollarla efsunlanmış bu kitleler için ‘yeni’, ‘iyi’ olanı ifade eder mi? Yoksa ‘yeni’ olan kendisine empoze edilmiş bir yenilik midir? Bunu düşünmek gerekir.

‘Yeni – eski’ ya da ‘iyi -  kötü’ veya ‘doğru – eğri’ gibi sınıflandırmalar bir şeylere, bir yerlere refere edilerek yapılır. Biri için iyi olan diğeri için kötü, ya da biri için doğru olan diğeri için yanlış olabilir. Dolayısı ile demokrasinin yörüngesinden koparılmış, eksen kayması yaşayan toplumlarda, sınıflandırmalara gitmek zordur ve bazen geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir... Neticede ortaya çıkan, sıklıkla çelişen durumlardır.

Temelden parçalanan, yaşamdan beklenenlerin uzlaşma platformu dışına sürüklendiği, yarınlarına belki korku ile değil, ancak kesinlikle şüpheyle bakan nesillerin egemen olduğu, birbirlerine saygı duymayan öfkeli kalabalıklara dönüşmüş insan yığınları işte böyle yaratılır. Bu arada, eğitimin bu süreçteki yeri hemen hemen yok gibidir. Zira toplumun eğitimli ya da eğitimsiz olması, bu gibi süreçlere etki etmez.

Örnek vermek gerekirse, Alman halkının Hitler’e teslimiyetini toplumun eğitimsizliği üzerinden okumak olası değildir. Keza, Sovyet Rusya’da, Stalin dönemini irdelerken de, konuyu bireyin eğitimine bağlamak bizleri doğru noktalara götürmeyecektir. Her iki örnekte de bireylerin toplum içinde manipüle edildiği süreçlere tanık oluruz. Neredeyse totaliter rejimlerin uğradığı her toplumda, bu durum değişik şekillerde yaşanır. Değişiklikler ise söz konusu toplumların yapılarından kaynaklanır… Devletleşen liderlere gelince: Onlar,  zamandan ve coğrafyadan bağımsız hep aynı filmi seyrettirir insanlara…

Yeni olma savı, bir devamlılığı da ifade eden yenilenmeyi kapsamaz. Yeni, eskiyi kesmek ve atmak ister ki bu da bir kırılma / dağılma noktası oluşturur… Burada bir uzlaşmadan söz etmek olanaksızdır. Oysa toplumlar uzlaşma ile güçlenirler, zenginleşirler ve sağlam temeller üzerine otururlar.