Gözden ırak gönülden ırak bir ‘Irak’

Sami AJİ Köşe Yazısı
20 Ağustos 2014 Çarşamba

Son günlerde gündemin en üst sırlarına oturan ve gittikçe yoğunlaşan Irak’taki karşılıklı çatışmaları okuyup izleyince, ister istemez hafızamı yoklamaya başladım.

Sahi yahu! Benim, Irak diye bir ülkenin varlığından ne zaman haberim olmaya başladı.

Tabii ki ilkokulda 4.sınıfta coğrafya dersine başladığımız zaman önce Türkiye’nin komşuları tanıtılırdı. Doğu komşularımız: İran, Irak ve Suriye. Bana en çekici geleni Irak’tı.

Bir kere, Irak’ın başkenti Bağdat, biz çocuklar için bir masal kentiydi. Tüm erdemlere sahip bir halifenin hâlâ hüküm sürdüğü, çok zengin, yüksek kültürlü ve varlıklı insanların yaşadıkları, görkemli bir şehirdi. Büyüklerimizden duyduğumuz ilk atasözlerinden biri “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” değil mi idi?

Tarih derslerine ilk adımımızı atarken, ilk öğrendiğimiz konu Sümerlerdi. Bu büyük medeniyetin kurulduğu ve geliştiği yer Irak’tı. Daha önemlisi, Sümerlerin Orta Asya’dan göç etmiş Türklerin bir kolu olduğu bize öğretiliyordu. Devlet tarafından 1933 yılında kurulan bankaya Sümerbank adının verilmesi Sümerleri halka mal etmenin bir yolu değil mi idi?

Yaşımız ilerledikçe, Irak, sanki bizden uzaklaşmaya başladı. Hayal örtüsü kalkmaya ve

Irak’ın, Bağdat’ın gerçek görüntüleri gözlerimizin önüne gelmeye başladı: Petrol zengini ama bu zenginliği halka yaymaktan aciz bir yönetime sahip bir ülke. Üstüne üstelik o zamanların Sovyetler Birliği ile de ittifak antlaşması yapmış bir devlet ve bu suretle ülkemizin baş düşmanlarından biri oluvermiş.

80’li yıllarda Irak dehşet verici bir ülke olmuştu. Sebepsiz yere İran’a saldırdığını, sekiz sene sürecek ve hiçbir sonuca varmayacak bir harbi başlattığını görüyoruz. Muharebeler bittiğinde geride bir milyona yakın ölü ve yüz binlerce yaralı kalmıştı.

Çok zaman geçmeden bu sefer Kuveyt’in işgali ve Birinci Körfez Harbi yine Irak topraklarında yer almaktaydı. Kan ve gözyaşı yine etrafı kan gölüne çevirmişti. Artık Irak, sadece korku ve dehşet kelimeleri ile anılmaktadır.

2003’te daha korkunç bir savaş tüm Irak’ı sarmıştı. O tarihten itibaren de Irak yavaş yavaş yok olmaya ve tarihten silinmeye başlamıştı. Çocukluğumuzun hayal ülkesi, günümüzde artık bir hayal olmuştur. Diğer bir deyimle çok yakın bir zamanda, bu coğrafyada muhtelif isimlerde birçok yeni devletin kurulabileceği belirgin bir hale gelmiştir. 

Şimdi lütfen başlığın üzerine yerleştirdiğim tabloya bakın. Sanki Irak’ın bugünkü durumunu ve oradaki insanların çaresizliğini adeta gözlerimizin önüne sermektedir.

Tablo’nun adı ‘Benim Cehennemim’. Büyükada doğumlu ünlü Türk sanatçısı Fahrunnisa Zeyd’in 1951 yılında yarattığı bir eser1. Yüzlerce irili ufaklı renkler, birbirlerinden kopmakta, kaotik hareketlerle kara bir deliğin içine çekilmektedirler. Bazıları son ümitle birbirlerine daha fazla yapışarak karanlıklardan sıyrılmaya çalıyorlar.

Fahrunnissa Zeyd bir anlamda Irak’ın 20. yüzyıldaki trajedisinin yakın tanığıdır da. Kral I.Faysal’ın kardeşi Emir Zeyd ile 1934 yılında evlendikten sonra artık Haşemi ailesinin bir prensesi olmuştur.

1958 yılına kadar Irak’ın en azından barış ve huzur içindeki yaşamını paylaşmıştı. O tarihten itibaren de art arda gelen askeri darbeler, bölünmeler ve hele Iran-Irak Savaşı sonucu ortaya çıkan sefaleti de izlemişti.

1951 yılındaki tablosu ile acaba geleceği gördüğünü mü ifade etti? Bunu asla bilemeyeceğiz.     

Resimdeki parçalar bence Irak halkının etnik yapısını sembolize etmektedirler. Nitekim bu ülkede, tespit edilmiş 150 aşiret mevcuttur. Aşiret mensupları birbirlerine bazen çok sıkı bazen de çok gevşek bir şekilde bağlıdırlar. Ancak bugün yaşamakta oldukları siyasi istikrarsızlık ve buna paralel gelişen mezhep kavgaları, aşiret ilişkilerini çok daha geliştirmiştir. Artık insanların tek umutları aşiret kurumunun onlara sağlayabileceği güvendir.

Bu güven gerçekten sağlanabilir mi? Orada yaşayan halka huzur gelebilir mi?

Çok uzun ve zahmetli bir süreçten geçmeleri gerek. Ama birbirlerine güven verecek bir şekilde ve açık sınırlı küçük devletçiklerin kurulması şart gibi görünmektedir. 

Belki hayal kuruyorum ama tek çare oradaki insanların ‘yaşam’a daha fazla önem vermeleridir. Bu ana ilkenin ışığı altında silahları konuşturmak yerine, akıl ve mantıklarını zorlayarak, karşılıklı diyaloglara girebilirlerse mutlaka çözümler üretebileceklerdir.

Netice’de, Irak, yalnız petrolü ile değil, tarımı ile de büyük zenginlikler yaratabilecek kapasitededir. Bu zenginlikler tüm Irak coğrafyasında yaşayan insanların tekrar eski refahlarına kavuşmalarına yeter.

O zaman da yukarıdaki karamsar resim, inşallah, bir gün, neşeli renklerle bezenmiş iyimser bir tabloya dönüşür. 

 

1 Fahrunnisa Zeyd (1901-1991): Ünlü Türk ressamı. Meşhur Şakir Paşa’nın kızı ve Cevat Şakir’in (Halikarnas Balıkçısı) kız kardeşi, tiyatro sanatçısı Şirin Devrim ve ressam Nejat Devrim’in annesidir. Eserleri dünyanın önemli müzelerinde sergilenmektedir. Öldüğünde Amman’da El Rağdan Sarayı Kraliyet Mezarlığı’nda defnedilmiştir.