Avram Mizrahi: Edebiyatçı bir Çocuk Hastalıkları Doktoru

Kuzguncuklu Avram Mizrahi ile Türkiye’de yaşadığı gençlik yıllarını, İsrail’e göç ediş nedenlerini, edebiyata, yazmaya karşı duyduğu merakını, İstanbul sevgisini ve mesleği olan Çocuk Hastalıkları Doktorluğu’nu konuştuk

Dora NİYEGO Toplum
13 Ağustos 2014 Çarşamba

Önce, kendinizi tanıtmanızı ve çocukluk yıllarınızdan bahsetmenizi isteyeceğim sizden.

İsmim Avram Mizrahi.1955 yılında, Tatavla, yani Kurtuluş’ ta doğdum. Üç çocuğum var. Evli büyük kızım Maya, askerliğini bitirmek üzere olan Keren, ve oğlum Tom.

İki köpeğim Sky ve Belle, ve kanaryam Elvis’de bizlerle birlikte yaşıyorlar.

Annem ve babam Kuzguncuklu idiler.  Çocukluğum, o yıllar bizimle yaşayan Nonam’ın (ninemin), zayıf Türkçesi ile ve Judeo-Espanyol dilinde bana anlattığı Kuzguncuk hikâyelerini dinleyerek geçti. Şişli Ondokuz Mayıs İlkokulu’nda okudum. Babamın neslinde olduğu gibi Musevi okulunda değil, Türk ilkokulunda okudum ve babam gibi İbranice din derslerine değil de, ilgilendiğim için İslam din derslerine katıldım. Uzun yıllar din derslerine girmeye devam ettim. Aslında, o zaman da, Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar din derslerinden muaf idik. Ama ben, her şeyle ilgilendiğim ve her şeyi okumayı sevdiğim için, derste kalırdım. Hiç unutmam, bir gün, Neriman Hanım sınıfa soruyor: ‘Hazreti Muhammed’in amcasının adı ne?’ Bütün sınıf sus pus.  Sonra bana soruyor, ben hemen cevap veriyorum: ‘Abdülmutalip’. Neriman Hanım sınıfa dönerek: ‘Utanın’ diyor, ‘Yahudi Avram biliyor, sizler bilmiyorsunuz’.

Ortaokulu rahipler ve rahibelerin ders verdikleri Avusturya Lisesi’nde okudum. O yıllar, herkes babama: “Oğlunu Almanların okuluna nasıl koyarsın?’ diye söylenmişti. Gerçekten de okuldaki tek Yahudi idim. Lise eğitimimi giriş sınavını yedek listede kazanarak (çok şükür!) girdiğim Robert College’de tamamladım. Bu okulun bana verdiği mükemmel eğitim, tüm yaşamımda çok etkili oldu.

 

 Üniversite yaşamınızda, o yıllarda memleketin çalkantılı durumu sizi çok etkiledi galiba?

Lise sonda iken, ileriki yaşamım hakkında tereddütler içinde idim. ÖSS sınavları tercih listesini bir arkadaşımın listesinden kopya ettim. Onun hangi tercihleri yaptığına dahi dikkatle bakmamıştım. Cevaplar açıklanınca, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazandığımı öğrendim. Okula başladığımda tıp konularına hemen ısındım. Ayrıca, kolejden yakın arkadaşlarım ile birlikte okuduğum için de memnundum. 1974-1980 yıllarında, ülke çok çalkantılı, şiddetli ve üzücü bir dönemden geçiyordu. O yıllar, çok değerli gencin telef olduğu, huzursuz yıllardı. Ve tabii ki, bundan, özellikle üniversiteler çok etkileniyordu.

Üniversite eğitimimin son yıllarında, Türkiye’yi, insanlarını ve Türkçeyi çok sevmeme rağmen, o kadar benimsenmediğimi ve Türkiyeli bir Yahudi olarak, beni ‘bağırlarına’ basmadıklarını anladım.

Zaten lise ve üniversite yıllarında adeta çift yaşamım vardı. Bir taraftan Yahudi cemaatinde faaldim;  Avram Leyon’un Şalom Gazetesi’nde yazı yazıyor ve birkaç arkadaşla birlikte, aylık İlgi Dergisi’ni çıkarıyorduk. Ayrıca, cemaat içinde derneklere gidiyor, yetimlere ve yoksul öğrencilere derslerinde yardım ediyordum. Yüz civarında, çok yoksul ailenin en temel gıda ihtiyaçlarını dağıtıyorduk. Yine, o yıllarda İstanbul’a gelen Van Yahudilerinin çocuklarına okuma yazma öğretiyordum. Bu faaliyetlerde, çevrem hep Yahudi idi. Buna paralel, diğer yaşamda, solcuydum ve mitinglere, konferanslara tartışmalara, devrimci tiyatrolara gidiyordum. Tabii benimkisi romantik bir solculuktu ve bu kez çevremde hep geniş toplumdan kişiler vardı. Bu iki yaşam ise birbirinden habersizdi. Lise yıllarında çift yasam giderek zorlaşmaya başladı. Yahudi çevrem Yahudi kızlarla çıkmamı istiyordu. Etrafım ise geniş toplumdan çok güzel kızlarla doluydu. Her an birine âşık olabilirdim. Şüphesiz birçok Yahudi genci de, o dönemde benimle aynı durumdaydı.

Bunun idraki ile İsrail’de bir gelecek kurmaya karar verdim. Doğduğum ülkeyi ve çok sevdiğim İstanbul’u terk ederek, yeni ülkeye göç ettim.

 İsrail’de yeni bir hayata nasıl başladınız?

İlk altı ay İbranice öğrenmekle geçti. Fransa’dan aynı dönemde göç eden eşim Monik’i, ülkenin dilini öğrendiğim Ulpan’da tanıdım. Bu minimum İbranice ile Tel Hashomer hastanesinde stajyer doktor olarak çalıştım. Sonra da, askeri doktor olarak üç sene askerlik yaptım. Askerlikten sonra, çocuk hastalıkları ihtisasımı, Holon’daki Wolfson Hastanesi’nde yaptım. Askerlik bana, İsrail ve İsrailliler hakkında iyi bir eğitim verdi.

Yirmi sekiz yıl boyunca çocuk hastalıklarının değişik alanlarında, ve Neurology, Developmental Pediatrics konusunda tecrübe sahibi oldum. Son yıllarda, ilgi alanım, okul öncesi çocuklarda yeme bozuklukları konusu oldu. Bu hastanede halen Senior Attending Pediatrician görevine devam ediyorum. Birçok bilimsel yayında imzam var ve Tel Aviv Üniversitesi’nde Pediatri konusunda öğretim üyesiyim. 1997’den beri de, yaşadığım Modiin şehrinde de çocuk doktoru olarak hizmet veriyorum.

 

Doğduğunuz ülkeden tam manasi ile kopabildiniz mi?

 

Türkiye’yi terk ettiğim zaman, tam manası ile İsrailli olabilmek için, eski vatanla tüm köprüleri atmaya karar verdim ve 1999’a kadar Türkiye’ye sadece bir kez döndüm. O yıl, lise mezuniyetimin 25. yılı idi. Bu vesile ile İstanbul’a geldim. Bu dönüş bende büyük hasret ve özlem uyandırdı ve son on beş senede, değişik nedenlerle İstanbul’a birçok kez gidip geldim. Bu arada, Nonam’ın etkisiyle, çok sevdiğim Judeo-Espanyol lisanında, El Amaneser mecmuasında birkaç yazı yazdım. Bu konuda, sağ olsun Güler Orgun bana çok yardım etti. Bu yıl da, Fani Alyon Ender ile birlikte, Orhan Veli Kanık’ın birkaç şiirini Judeo-Espanyolcaya tercüme ediyoruz. Beni mutlu eden başka bir olay da, Selim Amado ve Denis Ojalvo ile birlikte İbranice lisanına tercüme ettiğimiz, Yunus Emre’nin şiirlerinin bir kitaba dönüşmesi oldu. Böylece Yunus’un, kutsal Tevrat dilindeki tercümesi tarihte bir ilk oldu.

 

 İstanbul’a gelmek nasıl bir duygu?

İstanbul; her gidişimde, bu çok sevdiğim sihirli şehrin her semtini ziyaret etmeye bakıyorum, Arkadaşımla, ilk durağından son durağına Skoda otobüslerle veya boynuzlu troleybüslerle tavaf ettiğimiz İstanbul! Aşiyan Mezarlığı, İnci Pastanesi, Hisarüstü’nde koşmalar, Sahaflar, babamın dükkânının çevresi, Mahmutpaşa, Maden Fakültesi’nde konserler, Maçka, Büyükada’da bisikletle ada turları, sandalla balık avlamalar, Tünel kitapçıları, Yüksek Kaldırım pulcuları, çayhaneler, kahvehaneler. Her biri ayrı ayrı hafızamda kazılıdır.

 Biraz da, her zaman sevgi ile andığınız Nona’nızdan (ninenizden) bahseder misiniz?

Nonam! Ondan sık sık bahsederek meşhur ettiğim Viktorya Nonam! Çok az Türkçe bilen, bütün hurafelere inanan, Fransızca lisanını Alliance okulunda öğrenmiş olan bu kadın, bir Yahudilik Sefaradlık abidesi idi. Gece yatarken, Şema duasını hiç anlamadan tekrarlarlayan bu kadın, geniş toplumdan korkardı. Örneğin, diyelim ki evdeyiz ve sokaktan kavga sesleri duyuluyor, hemen “travavoz de la ventana ke no vos tomen por sayet (çekilin pencereden sizleri tanık olarak almasınlar)” derdi. Kendi içinde yaşayan Yahudi’ye tam bir örnek idi. İspanyolca isimleriyle yaptığı yemekler çok lezzetli olurdu. Rahmetli annemle Kaşer kasaba gittikten sonra, yiyeceğimiz tavuğu, Kaşer olsun diye, saatlerce, bir daha bir daha, ateşten geçirip tuzlayan Nonam!  Yemeğe her oturduğumuzda beyaz peyniri eksik tutmayan Nona’mın borekasları çok lezizdi.  Portakal reçeli yaparken ona yardım ederdim ve pilavdaki küçük taşları ayıklama işini hep bana verirdi.