Tiyatro festivali ve sonrası

9 Mayıs’dan itibaren yerli-yabancı 40 oyunun yanı sıra çok sayıda panel, söyleşi ve atölye çalışmalarına ev sahipliği yapan 19. İstanbul Tiyatro Festivali, 5 Haziran Perşembe akşamı Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği ‘Gergedanlaşma 2.014’ oyunu ile perdelerini kapatmıştı. ‘Gergedanlaşma’ full kadrosuyla 1 Temmuz’da Enka Açıkhava Tiyatrosu sahnesinde tekrarlanacağı için o oyunla ilgili yazımı öne almıştım. Ardından da Fazıl Say’ın Sait Faik çalışması gündeme gelince, festival ve sonrasında izlemiş olduğum iki oyunun izlenimlerine ancak sıra gelebildi.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
16 Temmuz 2014 Çarşamba

 “Bir Yaz Gecesi Rüyası”

2014, hem Shakespeare’in doğumunun 450’nci, hem de Polonya ile Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönümü. Polonya’dan gelen Baltık Dans Tiyatrosu, bu iki kutlamanın kapsamında, Izadora Weiss’in koreografisi ve sahnelemesiyle, ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ nı sundu.

Amacı, klasik baleden, ritmik jimnastiğe ya da sokak dansına kadar farklı alanlardan gelen dansçıları bünyesinde toplayarak yaratıcı ve çağdaş bir hareket tarzı oluşturmak olan Baltık Dans Tiyatrosu, koreograf ve dansçı Izadora Weiss tarafından kurulmuş oldukça genç bir topluluk.

Varşova Bale Okulu ve Frederic Chopin Müzik Akademisi mezunu olan Weiss, bir süre Nederlands Dance Theater’da, günümüzün en önemli koreograflarından Jirí Kylián’la çalışmış; Baltık Dans Tiyatrosu’nun ilk yıllarında da çoklukla Kylián’ın koreografilerini sahnelemiş. Kendi koreografileri olan  ‘Bahar Ayini’  ile ‘Romeo & Juliet’i ise son yıllarda sahneye koymuş.

Izadora Weiss, şef Gustavo Dudamel’in yönettiği orkestranın eşliğinde Varşova Ulusal Tiyatrosu’nda sahnelediği ‘Bahar Ayini’nde, aile içi şiddete ve  tecâvüze odaklanmış.

Yedi çift dansçının sahne aldığı oyunda, saldırgan erkeklerin, bir platformda mahsur kalmış kadınlara sataşıp onları dehşete düşürdükleri mide bulandırıcı davranışları yetmezmiş gibi, bir kameramanın yaptığı yakın plan çekimleriyle çiftlerin yüzlerindeki ürkünç ifadeler sahneye yansıtılmış.

Weiss’ın son çalışması ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’, öyle ‘Bahar Ayini’ gibi agresif değil. Aksine, sanatçı, Shakespeare’in aşk ve cinsellik hakkındaki büyülü öyküsünü, mümkün olduğunca orijinaline sadık kalarak, dans ve müziğin diliyle anlatmayı denemiş. Weiss’ın Shakespeare’in  metnine sadakatı  neredeyse kıraldan bile kıralcı. Titania ile Oberon’un kavgalarına sebep olan Hintli gençten, kıraliyet düğününün geçmişine, Amazonlar kıraliçesi Hippolyta’nın Theseus’a tutsak düşmesinden prens tarafından baştan çıkarılmasına, hiç bir ayrıntı unutulmamış.

Weiss, ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı ele alırken iki önemli seçim yapmış:

Birincisi, öykünün tamamını 70 dakikalık süreye  sığdırabilmek amacıyla farklı,  hızlı ve hareketli bir müzik gerektiğini düşünmüş ve Goran Bregovi’in folk, çingene ve klasik müzik etkilerinin zekice bir kaynaşması olan müziğini seçmiş.

İkincisi, oyunu teknolojiye çok fazla başvurmadan, topluluğun Gdansk’daki küçük sahnesine sığacak bir mizansenle sahnelemek zorunda olduğundan, oyuncuları kimi zaman gizleyen, kimi zaman da ortaya çıkaran hareketli paneller dışında  tamamen dekorsuz bir alan  tasarlamış. Bu boş sahnenin aşırı yalınlığını da, modacı Gosia Baczynska’nın ormanın büyülü atmosferini başarıyla var eden,  uçucu ve zaman zaman erotik kostümleriyle dengelemiş.

Weiss, komedyayı karakterlerin, etkileyici olarak çizdiği karşıtlıkları üzerine kurmuş..

Periler dünyasındakiler uzak ve mesafeli. Genç Hintli çocuğun zarif ve hüzünlü solosunu, bir an bile yerinde duramayan, ateş böceği gibi uçuşan Puck’un devinimleri dengeliyor. Apartman topukları üzerinde David Bowie’yi anımsatan iki figür gibi dolanan Titania ve Oberon’un karşıtlarıysa ormanın dört uçucu perisi.

Benzer bir zıtlığı insanlarda da buluyoruz. Hippolyta’nın sadık amazonuyla vedalaşmasının erotik düosu, Theseus un kendine aşırı güvenli baştan çıkarma dansıyla tezat oluşturuyor. Halk adamı esnafları, bocalayan duyguları ve şefkat duygusu uyandıran savunmasızlıklarıyla dört sevgilinin şiirselliği dengeliyor.

Dansçılar olağanüstü. Koreografinin en büyük başarısı bu müthiş uyumlu ekipten sadece çok etkileyici bir dans gösterisi değil, her bir karakterin kişilik zenginliklerini ve insani duygularını bedenleriyle ifade edebildiği teatral bir anlatım elde edilmiş olmasında.

İzleyici yorumları

Oyun sonrası izleyici yorumları çok ilginçti. Festivalde Propellers’i seyretmemiş olanların tamamı gösteriyi ‘olağanüstü’ bulurken, Propellers’in oyunlarını izleyenler, ‘fena değil’ ya da ‘etkileyici’den öteye gidemediler. Bu ikinci guruptan biri olarak ‘pervaneler’in müthiş yorumundan sonra bu dans tiyatrosu uyarlamasının, bana da biraz ‘hafif’ geldiğini itiraf etmeliyim. Yıllar önce, Can Yücel’in ‘Bahar Noktası’adıyla Türkçe yeniden yazmış olduğu müthiş metni Başar Sabuncu’nun olağanüstü sahneleyişinin ardından, aynı günlerde Devlet Tiyatrosu’nda izlemiş olduğum, ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın aslında başarılı sayılabilecek klasik yorumundan nasıl sıkıldığımı anımsadığımda bu bakış açımın epey ‘sübjektif’olduğunu da kabul etmiyor değilim.

Ancak, ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda, gerçekten çok sevsem de Goran Bregoviç’in müziğini, Sayaka Haruna harika bir dansçı olsa da, Puck karakterini bir kadının canlandırmasını yadırgamakta haklı olduğumu düşünüyorum. 73 küsur yıllık yaşamımda Puck kadar salak çok erkekle karşılaştım ama onun kadar beceriksiz bir kadınla asla!

 

 “Heaven on Earth”

İçeri gelin! İçeri gelin! Girin ve alevler içinde yanan nehri  görün!

Saygın güneş geceyi sarıyor! Soytarı kralın tahtında oturuyor!

Bir ölü elinde ayna ile oradan oraya dolaşıyor!

Sihirbazlar! Akrobatlar! Ejderhalar ve vampirler!

İnsan denizinde bir yolculuk.

İlüzyon ve gerçek arasındaki köprü. Birileri durmaksızın konuşurken bir anlığına sessizliğe kavuşmak. Sıradanlıktan uzaklaşmak için duyulan istek ve sonunda, tam ışıldayan bir yerler buldum derken sahtekâr gerçek dünya ile yeniden baş başa kalmak.

Jean Genet’in tasvirinden yola çıkan gemimiz büyük bir arzuyla maceraya atılıyor ve yolcular ‘‘zihinsiz’’ sanatçılardan oluşuyor. Hedef;  bilinmeyen – tıpkı olması gerektiği gibi… 
Güzelim limanlarda soluklanın ve ruhlarınızı ateşleyin. 

Haziran sonlarına doğru raslantısal olarak, Yunanistan, Türkiye, İspanya, Fransa ve İngiltere ortak yapımı ‘Heaven on Earth / Yeryüzünde Cennet’  isimli sahne gösterisinin, Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’da izleyicilerle buluşacağını öğrendim.

Dimitris Komninos’un kurucusu olduğu Odyssea Tiyatrosu tarafından koordine edilen, İspanya’dan La Mov, Türkiye’den Simya Sanat ve Birleşik Krallık’tan Plymouth Üniversitesi ortak yapımı projeye, konuk sanatçılar olarak Fransa’dan Ilustrations Confuses ve İtalya’dan Cuncheon Atölyesi’nin katıldığı ve projenin, ortak kültürel mirası yepyeni yorumlara, yeni sanatsal yaratımlara ve uluslararası üretime açmak amacıyla, hazırlık ve prodüksiyon çalışmaları Avrupa Birliği Kültür Programı çerçevesinde yürütülen iki yıllık bir ortak çalışmanın ürünü olduğu belirtiliyordu.

‘Heaven on Earth / Yeryüzünde Cennet’ gösterisine gittiğimde, AB kültür programı kapsamında, Jean Genet’den esinlenen uluslararası bir çalışma olduğu dışında hiç bir bilgim yoktu.

Tiyatro mekânının dışında gerçekleştirilen ön oyunda, deniz eri ile ona ayakkabılarını parlattıran teğmeni gördüğümde kendi kendime ‘acaba’ dedim, “bunlar Sablon ile Querelle” olabilir mi?” Az geride yüzleri maske gibi boyanmış, ikiz gibi iki kadın da, uzaktan uzağa ‘hizmetçiler’i anımsatır gibiydiler.

Bizi içeri buyur ettiklerinde, ‘o Turkos acrobatos’un tünele dönüştürdüğü o dar geçidin Genet’nin o karabasana benzeyen dünyasına açılması mümkün mü? diye düşünüyordum. Gerçekten de öyle oldu. Karşımızda, gençliğinde yük gemilerindeki tayfalarla sıkı dostlukları olan Genet’nin ‘Querelle de Brest’ romanının ilginç bir uyarlaması vardı.

Jean Genet’yi sahneye uyarlamak zor iş. Hele, Fassbinder’in intiharından önce çektiği olağanüstü son filmi ‘Querelle’in de konusu olan, etrafındaki bütün erkeklerin ve kadınların arzu ettiği Georges Querelle’in, en ufak bir duygusallık kırıntısı bile olmadan kendini erkeklere verişinde, Genet’nin günahın ve affedilmenin şiirsel diyalektiğini yaptığı metni sahnelemek cesaret ister. 

Bu gençler, her türlü ahlakî yargının üzerindeki Querelle’in, işlediği cinayetler ve yaşadığı/yaşattığı cinsellik üzerinden garip bir kişisel asalete ulaştığı, cinayet ve deniz  kavramlarının birbirini çağrıştırdığı, gerçek ile karabasanın birbirine karıştığı, yazarın erotizm yüklü o karanlık ve karamsar dünyasını beklenmedik bir başarıyla verebiliyorlardı.

Tematik yönden tek eleştirim oyunun Genet’yi bilen, yapıtlarını tanıyan izleyiciye göre yapılmış olması. Ev sahibesini öldüren ‘hizmetçiler’in diyaloglarının ‘bu başka bir oyun’ diyerek kesilip ikilinin sahneden kovulmasının keyfini ancak bilinçli bir izleyici tadabiliyor. Ama tabii ki  ‘Genet’yi iyice tanımadan o dünyaya girebilmek zaten çok zor’ da denebilir.

Prodüksiyon, metin, sahneleme ve oyunculuk olarak üst düzeydeydi. Tek kusuru, Yunanca oynanan oyundaki üst yazıların yetersiz olmasıydı.

Sonuçta çok ilginç ve umut verici bir çalışma izlemiş olduk. Tekrar geldiklerinde mutlaka izlenmeli.

16 Temmuz’da, tiyatroya yazın ara vermeyecek olan ikincikat’da, ‘yarının oyunları’ sahnelenmeye başlıyor. İlk oyun Firuze Engin’in yazdığı, Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği ‘Cambazın Cenazesi’. Sadece onar kez sahnelenecek olan bu dört oyunu kaçırmayın derim.

Hepinize iyi seyirler.