Ekonomik kriz ve işsizlik üzerine

Belçikalı Dardenne Kardeşler ‘İKİ GÜN, BİR GECE’ ile üçüncü Altın Palmiye’lerini alamadılar.

Viktor APALAÇİ Sanat
16 Temmuz 2014 Çarşamba

Kariyerlerindeki dokuz filmin yedisi ile Cannes’da yarışıp, ‘Rosetta’ ve ‘L’Enfant’ ile iki kez Altın Palmiye, ‘Lorna’nın Suskunluğu’ ile Senaryo Ödülü, ‘Bisikletli Çocuk’ ile Büyük Ödül’ü kazandılar. Dardenne’lerin sinemasının karakteristik özelliği olan ‘sosyal gerçekçilik’ temasına bağlı kalan ve yine ‘kadın’ı senaryolarının odağına yerleştiren Belçikalı yönetmenler, ‘İki Gün, Bir Gece’de Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal krizi ele alıyorlar. Filmde işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir işçi kadın, kendini acındırmadan, duygu sömürüsü yapmadan, iş arkadaşlarından bir fedakârlık yapmalarını ister. Dardenne’ler senaryolarını, insanlığın ön plana çıktığı bir gurur mücadelesi olarak anlatıyorlar. Festivalin perde arkası olayları ile ilgilenenler ‘Cannes Notları’nda aradıklarını bulacaklar.

Kariyerlerinin dokuz filminden yedisi ile Cannes’da yarışan Jean-Pierre ve Luc Dardenne’ın bu festivalde parlak bir geçmişi var.

Cannes’a ilk kez 1996’da ‘La Promesse’ ile katılan Dardenne Kardeşler, üç yıl sonra Belçika’yı temsil ettikleri ‘Rosetta’ ile bu festivalde ilk Altın Palmiye ödülünü kazanmışlardı.

2002’deki ‘Le Fils’ ile katılmalarından üç yıl sonra ‘L’Enfant ile Dardenne’ler, Cannes’daki son ödüllerine, ‘Bisikletli Çocuk/Le Gamin An Velo’nun (2011) aldığı Büyük Ödül’le ulaştılar.

Bu yıl Cannes’da ‘Deux Jours et Une Nuit/İki Gün, Bir Gece’ ile yarışan Belçikalı sanatçıların gayesi bu festivalde üç Altın Palmiye kazanan ilk yönetmen olmaktı. Ancak bu film ödül listesinde kendine bir yer bulamadı. ‘İki Gün, Bir Gece’ Dardenne’lerin sinemasının karakteristik özelliği olan ‘sosyal gerçekçilik’ temasına bağlı kalıyor.

Cannes’dan ödüllü ‘Rosetta’, ‘Lorna’nın Suskunluğu’ ve ‘Bisikletli Çocuk’ta olduğu gibi Belçikalı sanatçılar ‘İki Gün, Bir Gece’de senaryolarının odağına ‘kadın’ı koyuyorlar.

Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal kriz Dardenne’leri bu filmi yapmaya itmiş. Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde geçebilecek konusuyla, iki sinemacı kardeş yıllardır üstünde çalıştıkları senaryoyu, işsiz sayısındaki korkunç tırmanma üzerine bitirmek ihtiyacı hissetmişler.

Filmi izleyen basın konferansında bu bilgileri veren Dardenne’ler, iş hacminin düşmesi, ekonominin daralması ile patronların aldıkları sert ve radikal kararların işçi sınıfı üzerindeki tesirlerini işlemek istediklerini anlattılar.

Filmde işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan genç kadın kahramanın, kendini acındırmadan, duygu sömürüsü yapmadan, sıkıntı içinde yaşayan iş arkadaşlarından bir fedakârlık yapmalarını istemesini, film insanlığın ön plana çıktığı bir gurur mücadelesi olarak veriyor.

Konu kısaca şöyle: Belçika’nın Liége şehrinde geçen konusuyla film, güneş ışığıyla çalışan enerji sistemi üreten bir işletmede çalışan Sandra’nın (Marion Cotillard) öyküsünü anlatıyor. Depresyon geçirdiği için hastalık izni alan Sandra, patronunun kendisini işten çıkarma kararı aldığını, maaşının fazla mesai yapacak diğer personel arasında paylaştıracağı söylenir.

SOSYAL GERÇEKÇİLİK VE DAYANIŞMA RUHU

Telefonla gelen bu acı haber Sandra’yı harekete geçirir. Kocasının desteğini alan genç kadın, çalışma arkadaşlarını evlerinde ziyaret edip onları ekstra maaş bonuslarından vazgeçirip, yapılacak oylamada işte kalması yönünde oy kullanmaları için ikna etmek zorundadır.

Kocası (Fabrizio Rongione) bir sendika lideri gibi karısını yönlendirme ve cesaretlendirmede bir takım koçu görevini yapar. Karısını oy sahibi arkadaşlarının fikrini değiştirme gücüne sahip olduğuna inandırmaya çalışır

Pazartesi yapılacak oylamada taraftar bulmak için Sandra’nın (filme ismini veren) ‘İki gün ve bir gece’si vardır. Ancak film, günümüzün vahşi kapitalizm koşulları içinde işçi dayanışmasının zayıfladığı gerçeğinin de altını çiziyor.

Film mücadele ruhu gelişmemiş, insanları incitmekten korkan, empati yapabilen, iyi yürekli bir kadının, iş arkadaşlarından alabilecekleri bir paradan vazgeçmeleri için yaptığı çağrının zorluğunu ustalıkla yansıtıyor.

Zira düşük ücretle çalışan işçi sınıfında, herkesin ödenecek faturaları, maddi sıkıntıları vardır. Sandra’nın “Bunu bizden nasıl talep edersin?” diye tepkilerini dile getiren iş arkadaşları da vardır.

Marion Cotillard, Sandra’nın kırılganlığını, mahcubiyetini, sıkıntılı durumunu, istikbale olan güvensizliğini mükemmel yansıtıyor. Kocası rolünde Dardenne’lerin fetiş oyuncusu Fabrizio Rongione var. Dardenne’lerin vazgeçemediği oyuncu Olivier Gourmet, film boyunca isminden sık sık bahsedilen, ancak oylama saati ortaya çıkan patron rolünde.

Özetleyecek olursak, oylama öncesi taraftar toplamaya çalışan Sandra’nın kişiliğinde ortaya bir dayanışma ruhunun çıkmasını anlatan film, uzlaşma sanatını, insanlık onurunu, izzeti nefis mücadelesini yücelten, zekice yapılmış bir başyapıt.

CANNES NOTLARI

 *** Cannes Film Festivali, efsanevi başkan Favre Le Bret’den sonra, yardımcısı olan Gilles Jacob tarafından yönetildi. Cannes’da geçen toplam 37 hizmet yılından sonra, 67’inci festivalde de başkanlık yapan Jacob, temmuz ayı başında görevini (oy birliği ile seçilen) Pierre Lescure’e devretti. Sinema sanatını yakından bilen (bu arada yönetmen olarak da film yapan) tutkulu bir entelektüel olan Gilles Jacob, yönetim kurulu tarafından festivalin onur başkanlığına getirildi.

 *** 1979 yılında Croisette’in ortasında bulunan eski Festival Sarayı’nın yetersiz kalmasıyla, yeni bir festival sarayının inşasının kaçınılmaz olmasıyla, ‘bunker’e benzetilen yeni Festival Sarayı, eski limanın olduğu yerde 1982’de hizmete girdi. Bu işe önayak olanların başında gelen Gilles Jacob, günümüzde bu sarayın da yetersiz kaldığını iddia ederek Croisette’in öbür ucundaki Palm Beach ile Canto Limanı arasında yeni bir binanın inşa edilmesi teklifini öne sürdü.

 *** Kendisine hak vermemek imkânsız. Ben kendi hesabıma 60’lı yılların ikinci yarısında, 800-900 gazeteciden biri olarak izlediğim festivalde, son yıllardaki 4600 kişilik basın ortamında salonların yetersiz kaldığından ve festivalin işlevini tam olarak yerine getirememesinden şikâyetçiyim.

 *** Cannes’ın kalbi sayılan, en prestijli otel ve lokantaların bulundu Festival Sarayı’nı yıkıp, Croisette’in öbür ucundaki, çok az sayıda otel ve lokantanın bulunduğu Palm Beach’te yeni bir Festival Sarayı inşa etme fikri, çılgın bir proje olarak karşılandı. Bakalım ekonomik sıkıntılar içinde bunalan Fransa, Jacob’un bu çılgın projesini hayata geçirebilecek mi?

 *** Fransa’da sinema çevreleri, Pierre Lescure’un başkanlığa getirilmesini, Cannes Film Festivali’nde sanat sinemasından ödün verilerek nitelikli eğlendirici sinemaya daha fazla ağırlık tanınacak bir dönüşüm olarak niteledi. Festival Genel Direktörlüğü görevini Thierry Frémaux sürdürecek. Önümüzdeki yıllarda gözler, elindeki bastonuyla her yere yetişen, sinema dünyasının ünlülerini kırmızı halının sonunda, ana girişte karşılayan 14 yıllık başkan Gilles Jacob’u arayacak.

*** Oscar ve Cesar ödüllerini kazanmış olmasına rağmen Cannes’dan hep eli boş dönen Fransız aktris Marion Cotillard’ın bu yıl Dardenne’lerin ‘İki Gün, Bir Gece’sindeki görkemli kompozisyonuyla, şeytanın bacağını kırması bekleniyordu. İşini kaybetme tehlikesi yaşayan, evli, çocuklu, depresif bir kadını canlandıran Marion Cottilard, jürinin sürpriz yaparak En iyi Aktris rolünü Julianne Moore’a vermesiyle hüsrana uğradı. İki yıl evvel Jacques Audiard’ın ‘Pastan ve Kemikten/De Rouille et D’os’ta bacaklarını kaybeden bir balina eğiticisini oynayan Cotillard, ödülü ‘Tepelerin Ötesinde’nin iki Romen oyuncusuna kaptırmıştı. Sahici, gerçekçi, inandırıcı ve duygu yüklü oyunculuğuyla Marion Cotillard, 2008’de Olivier Dahan’ın ‘Kaldırım Serçesi/La Mome’daki Edith Piaf kompozisyonuyla Oscar kazanmıştı.

***  Yaşayan en ünlü İngiliz yönetmenleri arasında sayılan Ken Loach’un Cannes’da müthiş rekorları var. Kariyerindeki 29 filminden 17 tanesi, 1970 yılından bu yana Cannes’da ülkesini temsil etmiş. Ken Loach’ın Cannes Film Festivalleri’nde kazanmış olduğu beş ödülden en önemlisi, 2006’da ‘Özgürlük Rüzgârı/The Wind That Shakes The Barley’  ile aldığı Altın Palmiye. Cannes’da Jüri Ödülü kazandığı üç filmi ise ‘Kayıp Ajanda/Hidden Agenda’(1990), ‘Yağan Taşlar/Raining Stones’(1993) ve ‘Meleklerin Payı/Angel’s Share’(2012). İşçi hakları temsilcisi sıkı bir solcu olarak tanınan Loach, İrlanda Bağımsızlık Savaşı ile ilgili, ‘Jimmy’s Hall’ ve ‘Özgürlük Rüzgârı’ gibi seviyeli filmlere imza attı.

Çalışmaktan keyif aldığı senaryo yazarlarının başında 13 kez işbirliğinde bulunduğu, avukatlıktan gelme Paul Laverty geliyor. Ken Loach yapımcı Rebecca O’Brien ile ise 16 kez beraber çalıştı.

-----

 

 Önümüzdeki yıllarda gözler, elindeki bastonuyla her yere yetişen, sinema dünyasının ünlülerini kırmızı halının sonunda, ana girişte karşılayan 14 yıllık başkan Gilles  Jacob’u arayacak...