Bin- Dokuzyüz- Seksen-Dört

Metin BONFİL Köşe Yazısı
16 Temmuz 2014 Çarşamba

Geçen hafta sonu kızım George Orwell’in 1984 adlı romanını okuyordu.  İlgimi çekti. Lise yıllarındayken okumuştum ama ´Büyük Birader Seni Gözetliyor´ ana fikri dışında pek hatırlamıyordum. Bu vesile ile tekrar odaklandım. Orwell bu romanı Soğuk Savaş’ın başlangıcından hemen sonra yazmaya başlamış. 1948’de bitirmiş, 1949’da da yayınlanmış.  

Time dergisi 1984 romanını, 1923’ten bu yana en iyi 100 İngilizce roman arasında değerlendiriyor.

Orwell’in romanı Ütopya’nın tam zıddı bir dünyada geçiyor. Geçen sene filmini izlediğimiz Açlık Oyunları ve daha eskilerden Fahrenheit 451 gibi, 1984 romanı da ‘gerçek hakikat’ ile ‘algılanan hakikat’ arasında insanın nasıl manipüle edilebildiğini işliyor.

Bugünkü dezenformasyon dünyasında gerçek hakikat ile algılanan hakikat arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu düşündükçe, bu romanı daha fazla benimsediğimi fark ettim.

Roman Okyanusya’da geçiyor.  Dış güçlerle sürekli savaş halinde olan bu ülkede bir çeşit sosyalizm hâkim. Toplumu yöneten üst sınıf nüfusun yüzde 2’sini oluşturuyor ve Merkez Partisi’ne üyeler. Bunlar şehrin dışında kendi bölgelerinde güzel binalarda oturuyorlar ve toplumun geri kalanının sahip olmadığı gıda, kahve, şeker, şarap ve hizmetkârlar gibi olanaklara sahipler. İstedikleri zaman, tüm toplumun ‘Yönetim’ tarafından gözetlenmesine yarayan ve gerektiğinde propaganda yayınlayan monitörlerini kapatabiliyorlar.

Hemen onların etrafında nüfusun yüzde 13’ünü oluşturan orta sınıf var. Bunlar Çevre Partisi’ne mensuplar. Yönetim tarafından her anları kontrol ediliyor; istedikleri zaman propagandanın sesini kısabiliyorlar ama gözetlenmekten kurtulamıyorlar.

Kalan yüzde 85 ise alt tabaka, yani proleter, eğitimsiz çalışan kesimi oluşturuyorlar. Alkol, pornografi ve ödüyormuş gibi yapıp hiç bir zaman ikramiye ödemeyen bir milli piyango ile afyonlanıyorlar. Bunların yönetime başkaldırma tehdidi algılanmadığı için genelde en çok gözetilen ve yargılanan kesim orta kademedeki insanlar.

En tepede ise Büyük Birader var. Tüm kararları O veriyor; tüm mekanizmalar O’nun yüceltilmesi ve halkın sevgisini kazanması için çalıştırılıyor. Büyük Birader, Stalin’in savaş zamanında uyguladığı yönteme paralel olarak, her gün için ‘Günlük Emirler Listesi’ yayınlıyor.

Ülkede dört tane bakanlık var:

Biri, ‘Savaş, Barıştır’ sloganıyla sürekli savaş hali gerginliğini pompalayan Barış Bakanlığı. Okyanusya halkının dış düşmanlara karşı kenetlenmesini sağlıyor.

İkincisi, Bolluk Bakanlığı ki bu da ekonomik darboğazlardan geçen ülkenin kıt kaynaklarının orta tabakaya ve proletaryaya nasıl dağıtılacağına karar veren bakanlık. Bu bakanlık her üç ayda bir toplumun genel refah seviyesinin nasıl arttığını anlatan raporlar yayınlıyor.

Üçüncü bakanlık Aşk Bakanlığı. Toplumda her türlü hukuk ve düzenin uygulanmasından sorumlu bu bakanlığın esas işi beyin yıkamak ve işkence. Gizli polis (Düşünce Polisi olarak ta adlandırılıyor) partiye karşı gelmeyi düşünenleri derhal yakalıyor ve onları 101 numaralı odaya hapsediyor. Ta ki Büyük Birader’e kayıtsız sevgi (aşk) beslemelerini ve biat etmelerini sağlayıncaya kadar.

Dördüncü bakanlık Hakikat Bakanlığı. Bu bakanlığın işi geçmiş kolektif hafızayı yeniden formatlayarak hakikati Merkez Parti politikalarına uygun hale getirmek. Mesela, parti yönetimine karşı gelen insanlar yönetim tarafından ortadan yok edildiğinde, onların aslında hiç yaşamadıklarına dair her türlü bilgi ve belge oluşturabiliyorlar.

Parti yönetimi bir de yeni bir lisan üretiyor. Bu lisanda iki zıt manayı bir arada taşıyan türev kelimeler yaratılıyor. Mesela, siyahbeyaz. Bir düşman için kullanıldığında, siyaha beyaz diyen karşıtçı zihniyeti sembolize ediyor. Oysa bir Merkez Parti mensubu için kullanıldığında o kişinin, parti disiplini gereği, siyaha beyaz diyebilme liyakatini öne çıkartıyor. Bilimsel bir tartışmada ise, siyahın artık yeni beyaz olarak kabul edildiğini, beyaza beyaz demenin artık eskide kaldığını ve geçmişin bir önemi olmadığı argümanını güçlendirebiliyor. Böylece, bu yeni lisanla geçmişin izleri daha kolay silinebiliyor.

Basit ve zıtlıklar içeren sloganlarla, halkın değer yargıları değiştirilmeye çalışılıyor: Mesela, ‘Cehalet, Güç’tür!’ veya ‘Hürriyet, Esaret’tir!’ gibi…

George Orwell’in 1984’ü toplumların zaman içinde nasıl devşirilebileceğini gösteren ve okunması gereken bir roman. Hayal ürünü de olsa, korkutuyor insanı.

Ve tabii, bu yazı Şalom’un ekonomi sayfasında yayınlandığı için, yazarın notu: Ekonomi iyi gidiyor ve her şey iyi olacak. Sağlıcakla kalın.

Kaynaklar: Wikipedia ve George Orwell’in 1984 adlı kitabı