ABD Elçisi’nin kızı Ege’deki nefes kesen kovalamacayı anlatıyor…

Sami AJİ Köşe Yazısı
16 Temmuz 2014 Çarşamba

10 Ağustos 1914 (neredeyse 100 yıl evvel) Avrupa kıtasında artık ‘Büyük Harp’ başlamıştır. İngiltere Almanya’ya, Almanya Rusya’ya, Fransa Almanya’ya harp ilan etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu ise bu ihtilaflarda tarafsız kalacağını tüm ilgili devletlere ilan etmiş ve Boğazları da çarpışan ülkelerin savaş gemilerine kapattığını bildirmiştir.

O günün sabahı, ‘La Sicilia’ adlı küçük bir İtalyan yolcu gemisi Venedik’ten getirdiği yolcularla Galata rıhtımına demirlemiştir. Yolcuları bekleyenler arasında, zamanın ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau bulunmaktadır. Kızını, damadını ve üç torununu karşılamaya gelmiştir.

Morgenthau, kızının çok heyecanlı olduğunu derhal fark eder. Sebebini sorar:

Dün geminin güvertesinde, öğle yemeğine oturmuştuk. Aniden ufukta iki garip gemi belirdi. Derhal dürbünümü kamaradan alıp geldim. Dikkatle bakınca iki büyük harp gemisi olduklarını anladım. Biraz sonra arkalarından bir gemi daha belirdi. Çok daha süratle onlara yaklaşıyordu. Birden top atışları başladı. Deniz üzerinde su sütunları yükseliyor, dumanlar etrafı sarıyordu. Ne olup bittiğini kavramak bayağı zamanımı aldı ama birden tam bir deniz savaşının ortasına düştüğümüzü fark edince dehşete düştüm.

İki büyük gemi devamlı rotalarını değiştiriyorlardı. Birden geri dönüp küçük geminin üzerine yöneldiler fakat görebildiğimiz kadarı ile karar değiştirip tekrar kuzeye yöneldiler ve küçük gemiden uzaklaştılar. Küçük gemi de süratini düşürüp bize iyice yaklaştı. Önce telaşlandık. Ancak yavaşça etrafımızda döndü ve kaptanımıza birkaç sual sorduktan sonra ufukta kayboldu.

Kaptan bizleri sakinleştirdikten sonra, ilk iki geminin Alman zırhlıları olduğunu, küçük geminin da onları Akdeniz ve Ege’de kovalayan İngiliz donanmasına ait bir savaş gemisi olduğunu izah etti.”

Aynı gün Büyükelçi Morgenthau, Alman Büyükelçisi Wangenheim’in ziyaretine gider. Kızının şahit olduğu olayı anlatır. Wangenheim önce tepki vermez; ancak öğleden sonra, ABD Büyükelçisi’ni arar;  mutlaka kızı ile görüşmek istemektedir. 

Morgenthau kabul eder; ancak ertesi gün karşısında yalnız Alman Büyükelçisi’ni değil, Avusturya Büyükelçisi Pallavacini’yi de görür. Biraz şaşırmıştır ama onları kızı ile baş başa bırakır.

Toplantıdan sonra ne olup bittiğini kızına sorar. “İnanılmaz şekilde detaylara girdiler; her gördüğümüzü neredeyse saniye ve saniye anlatmamı istediler, Alman gemilerinin ne tarafa gittiklerini, kaç top atışı duyduğumuza varıncaya kadar her şeyi sordular. Ama görüşmenin sonunda çok rahatlamış ve memnun göründüler.”

İki elçinin de memnun olmaları tabii idi. Çünkü ‘Goeben’ ve ‘Breslau’ zırhlılarının, onları Messina (İtalya) limanından beri kovalamakta olan İngiliz savaş gemilerinden kurtulduklarından ve emniyetle Çanakkale’ye doğru yol aldıklarından artık emindiler.

Ertesi günü, Morgenthau değişik bir konu için tekrar Alman büyükelçiliğine gider. Wagenheim aşırı gergindir. ABD Elçisi görüşmeyi ertelemeyi teklif eder. Alman Büyükelçisi ısrarla kalmasını rica eder. Biraz sonra bir er odaya girer ve kendisine bir zarf uzatır. Zarfı açar ve tıpkı bir maçı kazanmış çocuk gibi yerinde sevinçle zıplarken “Başardık başardık” diyerek naralar atar. Morgenthau şaşkın bakmaktadır. Alman Büyükelçisi yine bağırarak “Goeben ve Breslau Çanakkale Boğazı’nı geçtiler,” dedi.

Morgenthau, durumu anlamaya çalışır. Almanya Rusya ile harp halindedir.  Osmanlı Devleti tarafsızdır. Dolayısıyla bu iki Alman gemisinin Boğazlar’dan geçmesi mümkün değildir.

Wagenheim sanki misafirinin düşüncesini okumuşçasına devam eder: “Tabii ki anladınız, bu iki gemiyi Türkiye’ye sattık. Artık Yavuz Sultan Selim ve Midilli olarak anılacaklar. Filo komutanı Amiral Souchon da Sultan’ın hizmetine girmiştir.”

Morgenthau, yapılan hukukî manevrayı çok iyi kavramıştır ama artık yapılacak hiçbir şey kalmamıştır.

Birkaç gün sonra ‘Yavuz’ İstanbul Boğazı’nda seyir halindedir. Büyükdere’deki Rus yazlık sarayının önüne geldiğinde makineler stop eder, gemi mümkün olduğu kadar sahile yanaşır ve demir atar. Tüm mürettebat güverteye dizilir; feslerini başlarından çıkarır ve Alman kasketlerini giyerler. Gemi’nin bandosu eşliğinde tüm güçleri ile önce Alman Milli Marşı’nı ‘Deutschland uber Alles’  ve ardından iki saat boyunca askeri marşları söylerler. Akabinde tekrar feslerini giyerler. ‘Nanik’ jestini yapmış olmanın mutluluğu ile gemi oradan uzaklaşır.

Aynı günlerde Avrupa’dan gelen haberler Alman ordularının Belçika üzerinden büyük bir harekât başlattıklarını ve özellikle Belçika’da ilerleyişlerini sürdürdüklerini bildirmekteydiler.

Osmanlı hâlâ tarafsız ülke konumundadır. O günlerde, yine bir resepsiyonda, Morgenthau, zamanın Maliye Bakanı, Cavit Bey, bir Belçikalı yetkili, bir araya gelirler. Cavit Bey, Belçikalıya dönerek; “Size kötü haberim var, Almanlar Bruxelles’i ele geçirdiler” der.

Belçikalı Cavit Bey’e doğru eğilir “Benim size daha da ürkütücü bir haberim var” ve parmağını Boğaz’a doğru uzatır, Yavuz ve Midilli zırhlılarını göstererek:

Almanlar tüm Türkiye’yi zapt ettiler” der.

Ve bu görüşmeden kısa bir süre sonra, 29 Ekim 1914’te Amiral Souchon’un komutasında, Yavuz ve Midilli başta olmak üzere, 11 parçalık Osmanlı Donanması Rus limanlarını bombalar. Osmanlı da artık Büyük Savaş’ın bir tarafı olmuştur.

 

 

Not: Bu hatıratın önemli bölümünü Büyükelçi Henry Morgenthau’nun 1918 yılında yazdığı ‘The Secrets of the Bosphorus’(Second Edition- Hutchinson and co. London) adlı kitabından derleyip özetledim.