Baba yaslandığın dağdır

Sen kalk hamile kal, ağrılar çek, dokuz ay karnında sonra bağrında büyüt, doğur, emzir, uykusuz geceler geçir, tam kıvama gelsin, ay konuştu konuşacak, sesler çıkarıyor sanki derken... Aniden iki hece dökülüverir o cücenin ağzından, böyle şaşar kalırsın: Ba-ba Ba-ba Ba-ba...

Lili BARDAVİT Yaşam
11 Haziran 2014 Çarşamba

“Niye anne değil, niye” diye üzülme boşuna, vurma başını duvara, iş işten geçti bir kere, çocuk baba dedi baba!!!

Ve o baba var ya...

"Duydunuz mu baba dedi baba" pankartını açar ve asıl bağ, gerçek aşk işte o zaman başlar.

Baba omuzlara alan, hoplatan, zıplatan, anne endişeden altın kafes yapan…

Baba, ilk günden çocuğunun geleceğini düşünen, kendince ona bir yaşam haritası çizen, anne gelecek henüz gelmesin diye panikle gezen…

Baba çocuğunun doyup doymadığıyla ilgilenen, anne yemeği beğenip beğenmediğiyle…

Baba her geçen gün büyüyen parçasına gururla bakan, hep onun resmini çeken, anne resimlerde gülerek yavrusuyla poz veren…

Baba puseti taşıyan, yatağı taşıyan, uyuya kalan bebeğini taşıyan, onu hayata hazırlayan, anne ise bütün bunları süsleyen, güzelleştiren…

Baba o çocuğun eve kaçta döneceğini, kimle gezdiğini merak eden, anne ise eğlenip eğlenmediğiyle ilgilenen...

Çünkü baba yaslandığın dağ, anne gezindiğin bağmış.

Çünkü bir çocuğun kişiliğini oluşturan, karakterine yön veren en önemli figür babaymış.

Çünkü baba vazgeçilmez bir otorite, devrilmez bir kahraman, yenilmez bir savaşçıymış.

 

Annelik içten gelen bir beceri sanki ama babalık öyle değil.

Zamanla gelişen, olgunlaşan bir duygu.

Ve gözlemliyorum ki yıllar geçtikçe evrim geçiren, değişen bir olgu 'baba’.

Kimse alınmasın ama babalar eskiden böyle değillerdi.

Evet, hep çok tatlılardı, hep koruyucu, kollayıcılardı ama çocuğun büyüme sürecinde daha pasiflerdi. İşten eve gelince "aslanım, kaplanım" diye iki ters bir düz havaya fırlatan ve işin daha çok maddi kısmından sorumlu bir aile reisiydi baba. Hep çalışan, çok çalışan ve duygularını daha az gösteren, şımartmayan, çocuklarını uykuda seven eski tip babalar vardı.

Şimdi öyle mi? Bir doğurmadıkları kaldı artık. Hamile karısının karnını severken "biz hamileyiz" diyen adamlar gördüm, hayranım kendilerine.

Artık her işin içindeler, neredeyse eve ultrason aleti alıp arada bir bakıp üç boyutlu resmini çekecek kadar meraklılar.

Alt değiştirme, maması, yıkama, yağlama, ters bastı, düz bastı, alerjisi, okul seçimi, kılığı, kıyafeti... Ne geliyorsa akıllara hepsini biliyorlar, ne oldu adamlara anlamadım ama artık babalar pek bir anne!!!

Bütün parklar baba dolu. Bunda maalesef günümüzün moda hastalığı boşanmaların da etkisi var tabii, haliyle yalnız babalar sardı dört bir yanı.

Ama müthişler, öyle ya da böyle, harikalar yaratıyorlar.

 

Karşımda dört nesil var şimdi:

Jak Sason 85+

Rober Sason 60

Cem Sason 37

Oren Sason 8

Vidal Sason 4

 

Sıcacık aile ilişkileriyle dolu bir eve konuk oldum. Asil ve son derece şık bir büyükbaba Jak, her daim konuya ve torunlara hakim, dededen ziyade çocukların kankası Rober, iki oğluyla mutlu mesut günler geçiren Cem ve ailenin iki küçük yaramazı Oren ve Vidal.

Sason erkeklerinin en büyük özelliği nesillerdir babadan oğula geçen mavi boncuk gibi ışıldayan genetik mirasları sanırım. Öncelikle bir maşallah demek isterim o güzel bakan, gülen gözlerine. Ve biraz evvel tarif ettiğim ‘eski babalar’ ezberini çoktan değiştirmiş oldukları için de tebrik ederim.

 

Nereden başlasam, nasıl anlatsam? Şimdi burada en baba Jak Bey'le başlamak istiyorum. Kaç yıllık babasınız Jak Bey?

60 yıllık baba, 37 yıllık dede, sekiz yıldır da büyük büyükbabayım.

 

Baba olduğunuz ilk günleri hatırlıyor musunuz, yoksa biraz flu mu?

Yoo, çok iyi hatırlıyorum, annemle babam çok sevinmişti. Yapmadıkları kalmadı, merasim üzerine merasim yapıldı, çok üstüne düştüler. Daha ben bir senelik evliydim. O zamanlar askerlik 4-5 sene sürüyordu, İnönü zamanıydı. Ancak döndüm, evlendik, baba oldum. Zaten bir de kız kardeşlerimin evlenmesini bekledim. “Anne yaşım geldi, sevdiğim kız var,” dedim. O zaman adet öyleydi, ailem “Yok öyle iş, kızlar evden çıkmadan sen evlenemezsin,” dedi, mecbur bekledik. Rober’den başka bir de kızım var.

 

İkisi arasında bir fark var mı? Hani hem ilk, hem de erkek…

Yok, ama babamlar Rober’in üstüne çok düştüler. “Sen git gez, biz bakacağız torunumuza,” dediler. Bir de soy devam ediyor tabii.

 

Peki, büyüme süreci nasıldı, nasıl bir ilişkiniz vardı, baba-oğul çatışması yaşandı mı? Hiç üzmedi mi oğlunuz sizi?

Yok, bizi hiç üzmedi. Bir tek askerlik zamanı çok üzüldük. Müthiş bir boşluğa düştük, onsuzluk, yoksunluk gibiydi. Haftada bir ona torba torba yiyecek götürdük. Yok, aramadı, yok mektup gelmedi diye annesiyle çok üzüldük, ev bomboş kaldı. Mektebi de bitirdi, elektrik mühendisi oldu. “Gel Tahtakale’de beraber iş yapalım, çanak çömlek çaydanlık yapalım” dedim, sevindim. Anadolu’ya yeni elektrik gelmiş o dönem. Kayınpederi çıktı ortaya, “Yok ben senin oğlunu ortak alıyorum,” dedi. “Dur daha oğlan mektebi bitirmedi ki,” dedim, “Yok ortak alacağım” dedi, böyle oldu işte, evlendi, düzgün bir aile hayatı oldu, bizi hep çok mutlu etti.

 

Rober sen kaç yaşında evlendin?

24.

 

Cem sen?

Ben de 26.

 

Anneye daha düşkün olan var mı bu ailede? Babalar kıskanıyor mu anneleri acaba?

Cem: Valla bizde çocuklar anneden çok babaya düşkün, anneler kıskanıyor sanırım.

Rober: Çocuklarımla da torunlarımla da çok yakından ilgiliyim. Bana daha düşkünlerdir. Zaten bizim ailede hep böyle olmuştur. Sason erkekleri çocukla vakit geçirmek konusunda çok iyiler, irsi sanırım bu. Anneler bundan şikâyetçi değil ancak memnun olurlar.

 

Peki, demek çok güzel çocuk bakıyorsunuz, bekâr Sason var mı?

Rober: Yok valla kalmadı.

 

Hay Allah şansıma…:)) Peki, oğlunuzla unutamadığınız bir an, ‘işte bu benim oğlum ve ben onunla gurur duyuyorum’ dediğiniz bir anı alalım?

Jak: Hep askerliği geliyor gözüme. Yedek subay oldu, beni çok etkiledi. Sürekli ondan haber bekledim, mektup bekledim…

Rober: Benim iki anım var. Biri ilk torunumun doğumu için Amerika’ya yanlarına gittiğimiz dönem. Çok heyecanlıydık. Oren’i dört gözle bekledik. O doğum öncesi atmosfer benim için unutulmaz bir haftaydı. Bir de Cem askerlik yaptığı zaman Oren bir yaşındaydı. Pusete koyduk ve babasının yemin törenine götürdük. Üstüne bir de torunun bir yaş doğum günüydü, Burdur’da asker babasıyla kutladı, harika bir duyguydu. Ben de baba olduğumda askerdeydim. İlk bir sene sadece hafta sonları eve geliyordum. Eskişehir’de yedek subaydım. Cem 1,5 yaşına gelene kadar görevim devam etti ama bu ilişkimize negatif yansımadı. Bir de kızım var, ikisi benim için aynıdır, ayırmam.

Jak: Valla kızım beni daha çok arıyor!

Rober: Eyvah! E kızlar biraz daha bağlı oluyorlar aileye, doğru. Kızımın da oğlumun da hep mutlu olmasını isterim. Çocuklarımla arkadaş gibiyim, başarılı olmalarından ziyade onlara mutlu ve ailece beraber olmamız gerektiğini aşıladım, ne kadar başarılı oldum bilmiyorum ama hep bunu öğretmeye çabaladım. Gelinimi de ayırmam, kızım gibidir.

Cem: Babam torunlarla o kadar iyi ki, bu eşimin rahatça çocukları babama bırakmasını sağlıyor. Aralar çok iyi tabii:)

Rober: New York’ta gelinim hamileyken son günlerde hep beraber gezdik, heyecanla doğumu bekledik, oğlum işe giderdi, biz gelinle baba-kız gibiydik. İkinci çocuk olduktan sonra İstanbul’a geri geldiler. Burada da çok yakın oturuyoruz, benim için onlarla sıcak aile bağları içerisinde olmak esas olan. Torunlarım çocuklarım gibi. Beni ismimle çağırıyorlar. Dede değilim ben, Rober’im. Eşimle de benimle de çok vakit geçirirler ve beraber çok mutluyuz.

 

Cem, senin çocuklar henüz ufak ama kendini baba düşündüğünde ilk aklına gelen anlar neler?

Oren’in doğumu ve sünneti. Ve onunla beraber değişen hayatımız. Hayat Oren’e endekslendi. Park gezileri çoğaldı, onun ihtiyaçları her şeyden önce gelmeye başladı.

 

Hemen adapte oldun mu babalığa? Bu da kim demedin mi?

Cem: Öncesi biraz stresli oldu, bebek gelene kadar şaşkındım, beni ne bekliyor bilmiyordum ama doğduğu andan itibaren hemen ısındım. Derken Vidal geldi. O ilk heyecan ve tedirginlik yaşanmadı açıkçası ama o kendini bize hep hatırlatan bir çocuk. “Oren her şeyi yapıyor ama ben de yapabilirim” diyor sanki bize. Şimdi abisini görerek daha çabuk büyümeye çalışıyor.

 

Babanla çekişmelerin oldu mu hayatta Cem? İki erkeğin ortak noktası aynı kadını seviyor olmaları mesela. Anneyi kıskanma gibi bir durum var mı?

Cem: Hayır, biz böyle bir sorun yaşamadık. İlişkilerimiz genelde dengeli oldu.

 

“Babam” deyince aklına gelen ilk kelime ne peki?

Cem: Aklıma önce ‘doğruluk’ geliyor. Bana hissettirdiği akılcılık ve güven duygusu.

Rober: Benim aklıma ‘sevgi ve saygı’ geliyor. Bir de muhafazakâr bir düzen geliyor. Belirli sınırlara bağlı kalarak, kendi doğrularıyla yaşayan ve bizim de bu şekilde yaşamamızı isteyen bir baba.

 

Jak Bey, sizin babanız nasıldı?

Jak: Çok iyi bir insandı babam. Herkes ona hayrandı, tatlı dilliydi ama otoriterdi. Bizim evimizde itaat vardı. Evde onun sözü geçerdi, karşı gelinmezdi.

Rober: Baba ben ne kadar sıklıkla görüşürdüm dedeyle?

Jak: Valla babam arardı, “getir torunumu” derdi, anında götürürdük, belirli bir yaşa kadar sık sık görüştük.

 

Siz nasıl bir babasınız peki, kendinizde sevdiğiniz ve eleştirdiğiniz neler var?

Cem: Oğullarımla kaliteli zaman geçiriyorum, beraber çok eğleniyoruz. Kendime eleştiri; onlara sanki biraz daha az kızabilirim.

Rober: Çocuklarıma sevgi, bağlılık ve moral verdim. Manevi bağlarımız çok kuvvetlidir.

 

Erkek erkeğe aktiviteleriniz var mı?

Cem: Biz doğaya gideriz. Beraber kamp yaparız, temiz hava alırız.

Oren: Babamla kampa gittik. Kurbağa avladık, böcek yakaladık. Çok eğlendik.

Vidal: Ben daha gitmedim o kampa, ben de gideceğim. Lego yapmayı da seviyorum. Babamla her şeyi yapmayı çok seviyorum.

Oren: Ben de saklambaç oynamayı seviyorum. Babam genelde aynı yere saklanıyor, onu bulmak çok kolay, hep kapının arkasına saklanıyor:)

Vidal: Beni kimse bulamıyor saklambaç oynarken, çünkü ben onlar görmeden yer değiştiriyorum.

 

Anneyle baban arasındaki en belirgin fark ne sence?

Oren: Babam beni daha az öpüyor ama annem o kadar çok öpüyor ki, yoruluyorum.

 

Cem, dedeye dair neler var hafızanda?

Bayramlarda ve Şabat akşamları onların evine gittiğimizde, babamın eski odasına girer bakardım. Dedemin evinde babamın gençliğini, eski resimlerini görürdüm. Geçmiş geliyor tabii ki aklıma.

 

Devir değişti artık, sizce yıllar içerisinde babalarda neler değişti?

Jak: Eski babalar daha tesirli konuşurlardı. Benim babam “Torunu görmek istiyorum, pazar günü getireceksin,” derdi, bitti. O ne derse o. Şişli’den çıkardık, Şişhane’ye giderdik, işimiz var diyemezdik, çıtımızı da çıkaramazdık.

Rober: Muhafazakârlıktan serbest düzene geçildi. Artık arkadaşlık havasında ilişkiler, gerçi daha mı iyi daha mı kötü tartışılır ama ben şikâyetçi değilim bu düzenden. Gittikçe dejenere olunuyor doğru ama bunun düzene girebileceğini düşünüyorum.

 

“Oğlumla gurur duyuyorum çünkü ...” diye sorsam?

Rober: Cem hep bizim yanımızdadır. Gerek sosyal ortamlarda, gerek dini ibadet alanlarımızda birbirimize her zaman desteğiz. Onunla vakit geçirmekten zevk alıyorum ve böyle bir aile kurduğu için de ayrıca onunla gurur duyuyorum. Biz iki arkadaş gibiyiz, her Şabat gecesi beraberiz, her zaman iç içeyiz.

Cem: Oğullarımla gurur duyuyorum, varlıkları bile yeterli. Onların olması bana yetiyor.

Jak: Söz dinleyen, yumuşak başlı bir evladım var. Beni hiç üzmedi. Yapma derim yapmaz, yap derim yapar. Çok iyi bir çocuk Rober. Ben de ona çok düşkündüm. Bebekken kundağının düzgün sarılıp sarılmadığını bile kontrol ederdim.

 

Herkeste kız çocuk var ailede, Cem ne dersin, iki oğlandan sonra üçüncü olur mu?

Cem: Oren’e soralım, kardeş istiyor musun?

Oren: Hayır, Vidal bana yetiyor. Anne sakın doğurma.

Vidal: Ben ağabey olmak istiyorum.

Cem: Kısmet diyelim. Kız çocuk istemiştim aslında ama şimdi iki erkek de çok keyifli.

 

Oğlu olacağını öğrenen babalara neden bir haller oluyor? Erkek adamın oğlu olur da neyin nesi?

Rober: Eski ailelerde erkek çocuk aile için güvenceydi. Aileye yaşlılığında bakacak, ilgilenecek, para kazanıp destek olacak, soy devam edecek. Hatta kurulu bir iş varsa, oğlana direk teslim edilirdi. Şimdi bu görüşler değişti tabii ki. Hepimiz modernleştik.

 

Bu kadar toz pembe olamaz ama her şey, babanda sevmediğin ne huy var?

Cem: İnatçılık. Ama ben de çok inatçıyım, babamın aynısıyım:)

Rober: Sevmediğim bir huyu yok, ben ona uygun yaşadım her zaman.

Jak: Yok, benim babam çok geçimli bir insandı.

 

Babalar Günü planı var mı bu sene?

Cem: Her hafta sonu babalar günü bize.

Rober: Biz zaten sürekli beraberiz ama mutlaka buluşuruz, hediyeleşiriz.

 

Güzel hediyeler geliyor mu bari?

Rober: Hem de nasıl.

Jak: Bana mayo, şort alırlar, gömlek alırlar, her zaman hediye alırlar.

Cem: Ben hiç hatırlamıyorum. Eyvah! (Eşi Selin ona ilk aldığı Babalar Günü hediyesini getirince Cem renkten renge girdi.)

 

O zaman son sorum ailenin en yakışıklı adamına gelsin. Jak Bey, torununun çocuğunu görmek nasıl bir duygu?

Jak: Çok hoş bir duygu, soyadımız devam ediyor, çok güzel bir şey bu. Ama benim babamın zamanında daha sık görüşülürdü. Şimdi öyle değil. Herkes işinde gücünde, hayat daha zor. Haklılar da… Olsun, ben mutluyum. Torunlarımı çok seviyorum.

 

Ben de kocaman bir teşekkür ediyorum beni evinize konuk ettiğiniz ve bu güzel sohbeti benimle paylaştığınız için. Hayatta olan, olmayan tüm babaların ve dünyada ihtiyacı olan birilerine el uzatıp ‘babalık’ yapan koca yürekli bütün kahramanların “Babalar Günü kutlu olsun” diyorum.