Beyaz geceler

St. Petersburg, yani Sovyetler Birliği zamanındaki ismi ile Leningrad, yılın bu vakitleri en uzun gündüzlerini yaşıyor. Aydınlığın hayal meyal bittiği saatler var, ancak gökyüzü hiç tamamen kararmıyor, alacakaranlık aydınlığı gece boyunca devam ediyor.

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
4 Haziran 2014 Çarşamba

St. Petersburg, yani Sovyetler Birliği zamanındaki ismi ile Leningrad, yılın bu vakitleri en uzun gündüzlerini yaşıyor. Aydınlığın hayal meyal bittiği saatler var, ancak gökyüzü hiç tamamen kararmıyor, alacakaranlık aydınlığı gece boyunca devam ediyor.

Bu uzun gündüzlü şehri tanımak için hafta sonunu St.Petersburg’da geçirdik. Tam da Gezi hareketinin yıldönümü olan hafta sonunu… Zamanlama manidar oldu biraz ama oradaki izlenimlerimi anlatırsam belki sonlara doğru bir korelasyon oluşturarak kendimi affettiririm…

Tur rehberlerinin anlatımından yola çıkarak yaptığım basit çıkarımlarla başlayayım. St. Petersburg, Çar Petro’nun Venedik benzeri bir şehri yaratmak arzusu ile, belli bir sanatsal veya tarihsel geçmişe bağlı kalmadan meydana getirilmiş geniş caddeli modern kanallı, ihtişamlı bir şehir. Şehri baştan başa ayıran Neva Nehri’nin üzerine pek çok zarif köprü atılmış. Yaz aylarında gemi ulaşımı için köprülerin tamamı gece 1.00 ile 5.00 arası kalkıyor, şehrin iki yakası birbirine uzaktan bakıyor, yanlış taraftaysanız köprülerin geri inmesini beklemeniz gerek.

Çarların özel sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapan Hermitage Müzesi, Picasso Rembrant,  DaVinci ve Matisse’lerin salonlar boyunca sergilendiği ve mütevazı kaldığı ihtişamda bir kış sarayı. Öylesine bir bolluk ki, bir tanesi bile sanatseverler için görkemli sayılabilecek eserler yan yana salınıyorlar… Sergilenen eserler depolarda bekletilenlerin sadece üçte biri… Tabii ki şehir Dostoyevski’ye, psikolog Pavlov’a, Şair Puşkin’e ev sahipliği yapmanın asaletini de taşıyor. Çaykovski’nin Maça Kızı operasının prömiyeri bu şehirde yapılmış, 124 yıl sonra aynı zarafet ve ihtişamla hala Mariinsky Tiyatrosu’nda sergilendiğine şahit oldum.

Şehir aydınlığın da verdiği bir enerji ile çok canlı, alkol tüketimi yoğun. Rusya’nın geçmişte Müslümanlığı seçmemesinde alkol yasağının rolü büyükmüş. Rus insanı alışılmış batı iletişim standardından uzak, ifadeler sert, espri anlayışı ya yok ya da bize uymuyor.

Tur rehberinin genelde Sovyet dönemine ait hiç detay vermemesi beni meraklandırdı. Ben, günlük yaşam ile ilgili sorular yönelttim. Her sözüne ‘my dear guests’ diye başlayan rehber aniden ciddileşti. Sosyalist dönemin halkı epey tembelleştirdiğini, ama mutlu ve doyumlu ettiğini Gorbaçov’un sadece batılı siyasetçilere ve halklara sevimli görünmek uğruna iyi giden bir düzeni yerle bir ettiğini söyledi. Gorbaçov’un devleti yeniden yapılandırma, serbest ekonomiye geçme ve şeffaflaşma arzuları liberal batılı liderler tarafından epey takdir gördüyse de belli ki sıradan Rus halkı kapitalist rejimin getirdiği ekmek savaşına içerlemiş durumdaydı. Halkın cebine giren sabit gelirin bozulmuş olması, yeni düzenin daha kötü olduğu gibi algılanması, sanırım orta sınıfın bireysel kaygılarının bir göstergesiydi.

Dolayısı ile söz verdiğim gibi ülkemize bir benzetme yapmaya çalışacağım. Ülkemizde gidişattan memnun olan insanlar, ekonomik rahatlık sağlandığı sürece biraz yaşam tarzı güdümlemesine razılar. Kamu alanlarının betonlaşmasına, hukukun üstünlüğünün yok edilmesine pek de itiraz etmek istemiyorlar, zira düzen bozulursa ekmek savaşı tekrar baş gösterecek. Rehavete geçen gelir kaynakları tekrar kamçılanacak. Bu yüzden, Gezi hareketinden ürken ve kendine yakın görmeyenleri bireysel kaygılar yönetiyor diyebiliriz. Halbuki çoğulculuğun uzun vadede herkese eşit derecede fayda getireceğini idrak etmek ve pencereyi biraz açmak gerek…