Kader değil…

“Öyle insanlar gördüm ki / Ölüm peşlerine düşmeye korkardı / Ya kuyulara iniyorlar / Ya kuyulardan çıkıyorlardı / Kazmaları kürekleri lambalarıyla / Ya insanlar gibi toprağın üstünde / Ya köstebekler gibi toprağın altındaydılar / Uyudum uyandım hep aynı seslerdi / Anladım insanlar bir vardiyaya giriyorlar / Bir vardiya çıkıyorlardı / Anladım en kısa ömür insanoğlunundu / Sonra kurtlar böcekler ve tarla farelerinindi “ İlhan Berk

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
21 Mayıs 2014 Çarşamba

Yazımın girişinde yer verdiğim dizeleri İlhan Berk 1946’da kaleme almış. O günden bu yana nice canlar yitirdik maden ocaklarında, yerin altında. Ama Soma’daki facia gibi ağırını ilk kez yaşadık. Önemli olan istatistikler değil tabi ki… Rakamları sıradanlaştırmamak lazım. Her kayıp ardında farklı bir yaşam hikâyesi bırakıyor.

Tüm yurdu yasa boğan bu olaya bakış açısı önemli. Afetler beklenmedik durumlardır, hukuk dilinde ‘mücbir sebep’ diye adlandırılırlar. Oysa bu tür kazalarda insan unsuru, kusur, ihmal çok daha belirleyicidir. “Yaralar sarılır, gereken yapılır” demek ne yazık ki gelecekte bu türden faciaların tekrarlanmasını önlemiyor. Sosyal medyada birinin yazdığı gibi; “Kader demek Allah’ın gücüne gider.”

Feryat eden bir kadını izliyorum televizyonda; “Her sabah eşimle helalleşirdik” diyor. Çünkü ‘kaza’ denen bu lanet bir hayalet gibi her vardiyada kapıda beklemekte. Her maden işçisi ve ailesi bu gidişin bir dönüşü olmayabileceğini, ölümün bugün değilse yarın, yarın değilse bir gün kapılarını çalabileceğini bilmekte. Ama maden işçisi mecburdur karın tokluğuna, günde 45 liralık yevmiye almak için Azrail ile boğuşmaya.

Yine televizyona yansıtılan batı ülkelerindeki maden ocaklarının görüntülerine bakıyorum, sanki her biri birer uzay çağı laboratuvarı,  insanın yerini robot almış… Bir de Soma’daki maden alanına bakıyorum, her şey derme çatma, ilkellik had safhada.

***

Salı günü, facianın gerçekleştiği gün Türkoloji ve bölge araştırmaları alanında kentin önemli kültür merkezlerinden biri olan ‘Orient-Institut’den dönüyordum. Şalom Dergi’de de kimi zaman yazıları yer alan ve Gözlem tarafından yayımlanan ‘Hüzünlü Özgürlük’ kitabının yazarı Laurent Mignon’un imza günü vesilesiyle düzenlenen konferanstaydım.

Lüksemburg’da doğan ve Türkçe lisanında konuşup yazan Mignon, 2002- 2011 yılları arasında Bilkent Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Şimdi Oxford Üniversitesi’nin Şarkiyat Fakültesi’nde Türk Dil ve Edebiyatı kürsüsünün başında yer alıyor.

O melun günü yaşamasaydık düşüncem bilim adamının görüşlerine daha kapsamlı bir şekilde yer vermekti. Araştırmacı Laurent Mignon kitabında Samuel Hirsch, Moyşe Nadir, Marc H.Ellis, Yona Wallach, Mahir Ruso gibi farklı yazarları ele alıp inceliyor.

Yazarın Samuel Hirsh’e ilgi duymasının hikâyesi oldukça ilginç. Laurent Mignon şöyle anlatıyor: “Kitapçıları gezerken İstiklal Caddesi’ndeki Robinson Crusoe Kitapevi’nde Dan Cohn-Sherbok’un yazmış olduğu ‘Fifty Key Jewish Thinkers’ (Elli Temel Yahudi Düşünürü) adlı çalışmasını gördüm. Sayfalarını çevirirken Samuel Hirsh adına rast geldim. 1843-1866 yılları arasında Lüksemburg’da Hahambaşı olan bu şahıs, Yahudi dininde Reform hareketinin kurucularından ve Hegelci geleneği sürdürerek sorgulayan bir düşünürdü. Cohn- Sherbok’a göre, Hirsh tüm zamanların en önemli elli Yahudi düşünüründen biriydi.” 

Hüzünlü Özgürlük’ kitabında fikirleri yansıtılan tüm yazarların ortak özellikleri ‘tikkun olam’ yani ‘dünyayı tamir etme’ ülküsünü benimsemiş olmaları. Gerçekten bu dünyanın düzeltilmesi gerekiyor ve bunu ancak özgür düşünceye sahip kimseler gerçekleştirebilir.

Soma faciasının ardından tüm ülkede böylesi acı günlerin yaşandığı bu dönemde kurban ailelerinin acılarını dindirebilecek, bir daha bu acıların yaşanmaması için mücadele edecek özgür düşünceye sahip, sorgulamasını bilen sorumlu kişilere ihtiyacımız var.

Faciayı öğrendiğimde kahroldum, içimden bir isyan duygusu geçti, suçladım, kimi, neyi bilmiyorum. Belki bu yazgıyı değiştirmek istemeyenleri…

***

‘Or Yom’ gün ışığı demektir. Bundan böyle cemaatimizin huzurevlerinin yaşlıları ‘Or Yom’un çatısı altında, daha iyi koşullarda yaşamlarını sürdürecekler. Hayatlarının bu ikinci baharında yaşlılarımızın her anının gün ışığı gibi aydınlık, sıcak ve sevgi dolu bir ortamda sürmesini diliyorum.