İnanç ve güven

Eddi ANTER Köşe Yazısı
7 Mayıs 2014 Çarşamba

Hayatı yaşarken, olan bitenle, olan biteni algılamak arasında epey büyük bir fark varmış. Aynı olayı deneyimleyen veya benzer olaya şahit olan insanların düşünce, tavır ve davranışlarına baktığımda her birinin farklı olduğuna denk gelebiliyorum. Realiteyle illüzyon arasında kocaman farklılıklar olabiliyor. Mesela ben kızıma tava tencere yıkamasını bu ay bir kaç kez rica ettim. Ardından ona bu temizliği ne sıklıkta yaptığını sordum. Cevabı hep kendisinin yaptığıydı. Demek ki ya yaptığı işi sevmiyor ya da az yapmış olsa bile ona ağır iş gibi geliyordu. Yine çocuklarımın bir arkadaşı onları haftada iki gün ziyarete geliyor. Ne sıklıkta görüşüyorsunuz diye sorduğumda “her gün” cevabını verdiler. Ya her gün görüşmüşçesine o kişiden sıkıldılar veya az da görüşseler kaliteli zaman geçirdiklerinden onlara daha sık gibi geldi.

Soru ya da sorunun yanıt veya çözümü, sıklık, derinlik ve süreç ile alakalı ve bizlerin ne şekilde algıladığımızla bağlantılıdır.  Zaman görecelidir derken acaba zamanın çalışma şekli de algılamada mı yatıyor? Yani zaman birine hızlı çalışırken aynı anda bir başkasına yavaşlar mı? Oluyormuş demek... Yeni öğrendim. Zamanın farkındalığı bizleri yaşatan, yaşam enerjisini hatırlatan, ölümlü olduğumuzu sürekli tekrarlayandır. Zamanın geçip, geriye doğru akması ileride kalan vaktin azalması demek oluyor. Bilinç bunu her an bilmese de bilinçaltı gayet net farkındadır.

Çoğu zaman bir tartışma veya kavga anında eski taşlar ya da kirli çamaşırlar ortaya atıldığında şaşırdığımız olur. Hatta daha da ötesinde hayal kırıklığı ve yapılanın takdir edilmeyişine denk geldiğimizde bu bizi üzer. Karşımızdaki kişiden olan beklentimiz fark edilmemiştir. “Ben senden bir şey mi istedim?” diye yöneltilen soruya pek çok kez “Sen istemeden ben yaptım” demek içimden gelir. Sanki o kişi istemeden ben onun ne arzu edeceğini düşünüp yapmışımdır. Altında da bir takdir beklentisi pusuda bekliyormuş. İçimden geldi, canım istedi diyerek merhamet boyutuna sığınırız. Merhametli olduğumuzdan yaptığımızın farkına varmayız.  Ya da varmak işimize gelmez. Bu vesileyle “Merhametten maraz doğar” lafını da öğrendim. İlginç bir tespittir. Birine iyilik yaparken karşındaki kişi kötü veya nankörse sana ters tepki verebiliyor hatta intikam almak için bir şeyler yapıyor. Nereye kadar dedirtiyor. Bir kişi nereye kadar merhamet göstermeli ve nerede durmasını bilmelidir?

Hayat Ağacının 10 sefirotundan biridir merhamet. ‘Hesed’ içinde aşk, hoşgörü, cömertlik, iyilik ve nezaketi barındırır. Bu hepimizde mevcuttur fakat diğer tüm iyi huylar gibi merhametin de üzeri örtülüdür. Merhamete ulaşmak bile bazen çaba istiyor. Haliyle merhametli olmak zorlaştı.  Merhametin diğer tarafıysa yargı ve adalettir. Bu işi sanırım daha kolay beceriyoruz. Birini çekinmeden eleştirmek, o kişiyi yargılamak ve akabinde infaz etmek nasıl da çabuk bir işlemdir. Kendimizi o kişinin yerine koymadan bunu nasıl da rahatça yaparız. Hele bir düşünün. Yapıcı veya yıkıcı eleştirilerde hep öne çıkan “ben” değil midir? Benim nasıl düşündüğüm, bana göre ne olması gerektiği ve benim dediğim şekiller... Güç ve kontrol arayışında olan insanlar bunu karşısında ki kişiye de yaptırım olarak kullanmak isterler. Tepki aldıklarında afallayıp kalıyorlar. Her şeyi sadece iyi niyetle yaptıklarını düşünürler. Karşısındaki kişiyse onları anlamadıklarını hatta anlamaya bile çalışmadıklarını hissederler. Hayatı kendimiz için yaşıyoruz bir başkası için değil! Uyanın. Vakit hakikatten geçiyor. Kendinizi kandırmaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? Beklenti uğruna herhangi bir şeyi yapmak yerine hiç bir şeyi yapmamak daha akıllıca değil midir? Olması gereken neticede olacaktır. Oluyordur da zaten.

Son zamanlarda kelimeler ve onlara yüklenen anlamlara takıldım. Çoğu defa yüzyıllardır kullanılan bir kelimeyi sorgulamak benim dışında kimsenin aklına gelmedi mi diye kendime soruyorum. Soruların sonu gelmiyor ancak cevapları bulmak da insanı inanılmaz besliyor. Bu aralar İbranice ‘emuna’ ve ‘bitahon’ kelimelerine kafayı taktım. Arapça karşılıkları iman ve tevekkül oluyor. Algılama ve uygulaması kişiden kişiye değişiyor. Birinci kelime inançtan geliyor; kendine inanmak olmalı. İkincisi ise güven; bizi Yaradan’a güvenmek, diğer adıyla Mutlak Teslimiyet. Bunu her gün uygulayan kişiye henüz denk gelmedim. Gün içinde olan bitenler kafamın düşünme sisteminden farklı gerçekleştiğinde hatta hayat planıma uymadığını fark ettiğimde sorgulamalarım ve kayboluşum başlıyor. Dip derinleşiyor ve karanlık artıyor. Teslimiyet esarete, özgürlükse boşluğa dönüşüyor. Kaybolduğum her an kurtuluşu arayan oluyorum. Yine de biliyorum ki, her ne kadar önemsiz olsam bile, ufacık bir zerreden ibaret dahi isem halen evren ve evrensel sistem bensiz yürümeyecek. Yoksa burada ne işim var? Bir hiç olduğumu anladığım an bensiz olmayacağını da kavradım.

Olan bitenlere baktığımda hangisinin benim çabam sonucu, hangisinin kaderin bir parçası olarak geliştiğini ayırt edemiyorum. Bitahon veya tevekkül konusunda bahsi geçen teslimiyet, otur oturduğun yerde, tembel ve miskin bir halde olacakları bekle ve seyret demek değil. Elinden gelenin en iyisini her zaman yapacaksın. Sadece sonuçları sana kalmayacak. Sen plan yapmaya devam edeceksin fakat plan istediğin gibi yürümediğinde direnmeden yepyeni bir plan oluşturacaksın. Nihayetinde de uymamız gereken İlahi Plan’ı bulacak ve O’na uyum içinde akışta olacağız. Kendi kafamın dikine gidip bir yere varamayacağımı fark ettiğim bu günlerde kendim için değilse bile çocuklarım için bazı planlarım var. Çocuklarıma uymuyor. Onların da kendileri için hazırladığı bir plan ve beklenti listeleri var. Takip edecekleri kader yolları da yazılmış. Her biri, bir diğeriyle çakıştığında endişe, kaygı ve tasa da ortaya çıkıp artıyor. Sorun yokken sorunları yaratana dönüşüyoruz.

Bana İnkâr romanında dikte edilen satırları anımsıyorum: “Zor zamanlar öğretiyor ki Allah’a güven duymak da, hayattaki tüm güzellik ve iyiliklerin oluşması gibi bir anda olamıyor. Bir gece günlerce planlayıp gerçekleşeceğine inandığımız muhteşem yarına Allah’a güvenerek yatarken, ertesi sabah kalktığımızda, olanları tahminlerin ötesinde bir acıyı hissettirecek kadar farklı bir şekilde yaşadığımızda, O’na olan inancımızı sorgulamadan edemeyebiliriz. O zaman anlarız ki Allah’a tam anlamıyla güvenebilmek için sabır ve sevgiyle, el ele, bilinçli bir şekilde duygularımızı oluşturmamız ve geliştirmemiz gerekiyor.” Allah herkese zihin açıklığı nasip etsin ve bizlere doğru yolu bulmamız için Işık tutsun.