Bir daha asla

Hiç şüphesiz tarih boyunca sayısız sürgün, katliam ve aşağılanmaya maruz kalan biz Yahudilerin, geçmişte aldığımız dersler ve özellikle İsrail’in dünyanın neresinde olursa olsun Yahudileri koruma içgüdüsü benzer olaylara maruz kalınmasını engelleyecektir. Ancak bir gerçek var ki, tüm yaşananlara rağmen, her geçen belli bir temele dayanmadan, sırf önyargılarla beslenen antisemitizmin artması engellenememektedir.

Alber NASİ Köşe Yazısı
1 Mayıs 2014 Perşembe

Hiç şüphesiz tarih boyunca sayısız sürgün, katliam ve aşağılanmaya maruz kalan biz Yahudilerin, geçmişte aldığımız dersler ve özellikle İsrail’in dünyanın neresinde olursa olsun Yahudileri koruma içgüdüsü benzer olaylara maruz kalınmasını engelleyecektir. Ancak bir gerçek var ki, tüm yaşananlara rağmen, her geçen belli bir temele dayanmadan, sırf önyargılarla beslenen antisemitizmin artması engellenememektedir.

 

Bilinen tarih zarfında insanlığın işlediği en sistematik ve büyük soykırım hareketi olan Holokost geçtiğimiz Pazar bir kez daha anıldı.

Holokost anma törenlerinin ana mesajları dikkat çekicidir; ‘Bir Daha Asla’ ve ‘Affet Ama Unutma.’ Bu iki mesaj gerçekten çok önemli. Holokost’ta yaşananların, hatta benzerlerinin tekrar yaşanmaması için II. Dünya Savaşı sonrasında Yahudi sivil toplum örgütleri canla başla çalışmışlar ve nefret söyleminin birçok ülkede suç olmasını sağlamışlardır.

Hiç şüphesiz tarih boyunca sayısız sürgün, katliam ve aşağılanmaya maruz kalan biz Yahudilerin, geçmişte aldığımız dersler ve özellikle İsrail’in dünyanın neresinde olursa olsun Yahudileri koruma içgüdüsü benzer olaylara maruz kalınmasını engelleyecektir. Ancak bir gerçek var ki, tüm yaşananlara rağmen, her geçen belli bir temele dayanmadan, sırf önyargılarla beslenen antisemitizmin artması engellenememektedir.

Hem antisemitizmin, hem de ırkçılığın temelinde insan doğası yatar. Her ne kadar antisemitizmi körükleyen sebepler arasında Yahudilere karşı duyulan gizli kıskançlık veya çekememezlik olsa da, genel hatlarıyla insanlar doğuştan itibaren kendilerine benzemeyeni sevmeme, istememe eğilimindedir.

İnsanları antisemit olmamaya ikna etmek ve suç ilan etmek, nefret söylemlerini suç olarak kabul ettirmek, belli bir süre için durdursa da, içten içe devam eden antisemitizmi engelleyemez. Daha da kötüsü çıkarları uğruna birçok insanın gerçek duygularını gizlemesine sebep olur. Ancak doğru eğitilen kişiler, insanları eşit görmeyi, din, dil ve ırklarına göre ayırmamayı doğal kabul ederler.

Unutulmamalıdır ki Holokost sadece Yahudilere karşı işlenen bir suç değil, tüm insanlığa karşı işlenen ağır bir suçtur. ‘Bir daha ASLA’ dediğimizde, söylemek istediğimiz ‘Bir daha ASLA bu dünyada yaşayan etnik bir grup, din, dil, ırk ve renkleri sebebiyle sistematik bir saldırıya maruz kalmamalıdır.’ Nesiller boyu en büyük işkencelere maruz kalmış bir dinin mensupları olarak esas amacımız insanların doğru eğitilerek ırkçılıktan uzaklaşmalarını sağlamak olmalıdır. Ancak o zaman gerçek anlamda antisemitizmi yenebiliriz.

***

Türkiye’de gazeteleri açtığımız zaman Avrupa’nın krizden çok büyük yara aldığı, Avrupa’nın geleceğinin olmadığı safsatalarını okur dururuz. Hiç şüphesiz tembel halka ve hesapsız para harcayan liderlere sahip bazı Avrupa ülkeleri batmanın eşiğinden dönmüşlerdir. Ama özellikle Büyük Britanya için söylenenlere inanmak pek mantıklı değil.

Yirmi senedir Londra’ya gitmiyordum. Geçen hafta yaptığım ziyarette yaşam kalitesinin doruğuna kendi gözlerimle şahit oldum. Michelin yıldızlı lokantalar, 5 yıldızlı hoteller veya Harrods değil belirtmek istediğim.

Metro sisteminin neredeyse her taşının, her vagonunun yeniliği, şehir ortasında yağmur altında dahi ilerleyen trafik, organik gıda çılgınlığı, sıradan görünen binaların bile estetiği, şehrin mimari dokusunu bozmayan yeni inşa edilmekte olan binalar, yüksek gelir seviyesi ve hayat standardına rağmen minimum sayıda obez, nerdeyse her sokak arasındaki parklar ve bahçelerin olması…

İngiltere’nin ekonomik tablosunu pek bilmem ama dünyanın geri kalan metropollerinin yaşam kalitesi olarak Londra’yı yakalamasına daha çok var. Dünyanın en yüksek mühendislik standartlarına (British Standards, Avrupa Birliği kurulduktan sonra AB normlarına ilham vermiş ancak birçok norm Avrupa ülkelerinin geri kalanı için yüksek bulunduğu için kabul görmemiştir) göre yönetilen bir ülkenin, dünyadaki zenginlerin cazibe merkezi olmaya devam etmesi ve sermayeyi çekmesi hiç de şaşırtıcı değil. Benzer standartları veremeyen şehirlerin doğal güzellikleri ne kadar fazla olursa olsun, cazibeyi yakalaması ihtimaller dahilinde değil. Bunu Londra’yı gördükten sonra bir kez daha anladım.