Itzhak Perlman ile yeniden

Dünyaca ünlü kemancı Itzhak Perlman, müzikseverlerin yoğun talebi üzerine sadece bir yıl sonra yeniden İstanbul’a geliyor. 29 Nisan’da İstanbul Kongre Merkezi’nde konser vermeye hazırlanan Perlman ile Türkiye’ye gelişi öncesinde telefonla görüştük

Rubi ASA Sanat
23 Nisan 2014 Çarşamba

Yıllar önce ilk kez Vivaldi’nin mevsimler konçertosunu dinlediğimde ve bunu dört Yahudi keman sanatçısının yorumladığını öğrendiğimde çok şaşırmış, aynı konçertonun her bir mevsiminin farklı bir yorumcu tarafından seslendirileceği ve eserin bütünlüğünü bozacağı kaygısı beni düşündürmüştü.

Itzhak Perlman, Pinkhas Zuccerman, Itshak Stern ve Shlomo Mintz adlı bu dört kemancının olağanüstü bir üslup birliği içinde ve her mevsimin kendine has dinamikleriyle bütünleşmiş yorumlarına hayran kalmıştım.

Itzhak Perlman’la bu ilk karşılaşmam talebelik yıllarımda Habima’da, konserlerine saatlerce bilet beklemenin ve onu ön sıralarda keyifle izlemenin mutluluğuyla sürdü.

Itzhak Perlman’ın kemanının tınısını ağlayan bir kuğunun sessiz yakarışına benzetirler. Derin içten ve duygulu ve lirik… Heifetz, Stern, Oistrakh, Fritz Kreisler, Nathan Millstein gibi olağanüstü sanatçıların izlerinden yürüyen Perlman, 1945 yılında Tel-Aviv’de üç yaşında kemana başlar. Dört yaşındayken yakalandığı çocuk felci hastalığı yüzünden tekerlikli sandalyeye mahkûm olmasına rağmen kemanı bırakmaz ve çalışmalarına aralıksız devam eder. Amerika’da Julliard Müzik Akademisi’ne gider ve Dorothy Delay ile çalışır, 10 yaşında ilk kez sahneye çıktığında bacaklarında protezler vardır.

Sibelius, Bach, Paganini ve Vivaldi’nin keman yapıtlarını en iyi yorumlayan kemancıların başında gelir. Kemanı sadece elleriyle değil bütün ruhuyla çalar.

Daniel Barenboim gibi birçok Yahudi sanatçı İsrail ile Filistin arasında barış sağlanması adına kamuoyunu harekete geçirmek ve toplumları barış düşüncesine hazırlamak amacıyla birçok çalışmalar yapıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben de hem İsrail hem de tüm bölge halkları için barışın sağlanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bizler gibi toplumlara mal olmuş sanatçıların bunu bir görev bilip her koşul altında katkıda bulunabilmeleri çok yararlı olur.

Peki, bu konuda sizin herhangi bir çalışmanız var mı?

Hayır; ben bir sanatçı olarak İsrail’de çalışmalarımı ve konserlerimi sürdürüyorum. Orası benim ülkem ve bunu hiç bir zaman unutmuyorum. Bana göre gelecek ile ilgili olarak yapıcı çalışmalar yapmak çok önemli. Toplumlar arası barışı sağlamak ve savaş düşüncesinden uzaklaşmak için. Aslında sorun çok karmaşık ve siyası. Bu açıdan politikacılarında işleri çok zor. Çözüm üretmek, onu taraflara benimsetmek çok zor. Yıllar, nesiller boyu süren bir düşmanlığı ortadan kaldırmak çok güç. Biliyorsunuz, son gelişmeler de gösteriyor ki, iki adım ilerlediğinizde bir adım geriye düşüyorsunuz. Ama ben her zaman iyimser ve umutluyum.

Wagner’ in müziğinin Holokost’u yaşamış kişiler ve sonraki nesilleri çok olumsuz etkilediği biliniyor. Müziğin evrenselliğini bilerek bu konuya nasıl bir yaklaşımda bulunmalıyız sizce?

Bence Wagner’in müziğini İsrail’de icra etmekten bahsediyorsanız, müziğin muhteşem olmasına karşın, o dönemleri geçiren ve o acıları yaşayan bu insanlar için çalınmaması lazım. Onlara, anılarına ve aktardıkları misyona saygı göstermeliyiz. Belki on belki yirmi ya da otuz yıl sonra nesillerin değişip bu duyguyu salt müzik adına ikinci planda bırakabilecekleri bir zamanda belki çalınabilir ama ‘survivor’lar varolduğu müddetçe bu müziğin çalınmasının insancıl olmadığını düşünüyorum.

1714 yapımı bir Stradivarius’la çalmak nasıl bir duygu ve bu duygu müziğinize ne şekilde etki ediyor?

Muhteşem bir duygu! Elime kemanı her alışımda ne kadar şanslı olduğumu ve bu duygunun sorumluluğunu taşımam gerektiğini bir kez daha düşünüyorum.

Sizden önce bu kemanla çalmış olan sanatçılarla iletişime geçmiş olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Benden önce bu kemanı kullanmış olan sanatçının kayıtlarını dinlediğimde içimde olağanüstü duygular hissedebiliyorum; muhteşem sesini sürdürmeğe sanatımla devam ediyorum. Bu nadide kemana sahip olduğum için çok gururluyum.

Klasik müziğin 21.yüzyıl sosyolojisi ve teknolojisi karşısında sanatsal değeri ve duruşu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bana göre yaşam içinde müzik daima var olacak ve insanlar buna hep ihtiyaç duyacaklar. Sanılanın tam tersine, internet ve YouTube gibi araçlar sayesinde teknoloji klasik müziğe ulaşmayı ve paylaşmayı daha kolay kılıyor. İnsanlar önceleri kendilerine CD alamazken şimdi kendi CD kayıtlarını yapıyor ve bunu internet ortamında tüm dünya ile paylaşabiliyorlar.

Bu yıl yeniden Nisan ayında İstanbul’dasınız, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Konserinizde hangi parçaları çalacaksınız?

Geçen sene de İstanbul’da olmaktan çok mutlu olmuştum, muhteşem bir şehir ve olağanüstü bir dinleyici kitlesi var. Yeniden aranızda olmak için sabırsızlanıyorum.

 Kasım 1995’de Lincoln Center’daki Perlman konseri bir efsane sayılır. Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan Perlman’ın her iki bacağında da destekleyici ateller vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.

Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha ilk birkaç satırı çalmıştı ki, kemanın tellerinden bir tanesi koptu. O gece orada olan insanlar kendi kendilerine şöyle düşündüler: “Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi ve ya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti”

Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı. Elbette herkes bilmektedir ki, senfonik bir eseri sadece üç telle çalmak imkânsızdır.

Onu, parçayı kafasında değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri nerdeyse yeniden tonlamışçasına sesler çıkarmaktaydı kemandan, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için...

Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi: “Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak...”

Sanırım bu performansı Holokost ve toplama kamplarında son yaşam ve umut anlarına dek müzik yapmış olanların anısına gerçekleştirilmiş sayabiliriz.

“O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır; önce elimizde olan her şeyle ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla...”