Barroucas

Bir ailenin çocuğuna verebileceği en değerli armağan nedir? Kökleri ve uçabileceği kanatlar… Soyadları farklı kaynaklardan gelir ve kimi zaman birden fazla açıklamaları vardır. Bu yazıyla, başlıktaki Barroucas’ın kaynağını irdelemeyi değil köklerin ne denli önemli olduğunu vurgulamayı amaçladım.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
9 Nisan 2014 Çarşamba

Bir ailenin çocuğuna verebileceği en değerli armağan nedir? Kökleri ve uçabileceği kanatlar… Kökler denince rahmetli Leyla İpeker’in yıllar önce Şalom’da başlattığı bu yöndeki çalışmaları aklıma gelir.

Kimi insan aile ağacının peşine düşer, yıllar boyu araştırır. Benim öylesi bir olanağım olmadı, aile büyüklerimi genç yaşta yitirdim. Konuya ilgim ise daha ileri yaşlarda arttı. 

Edirne’de şarapçılık yapan bir Yahudi ailesinin bugüne kadar hiç kayıt altına alınmamış öyküsünü aktaran Elda Sasun’un veya Kırklareli, Küba, Tenerife üçgeninde gelişen yaşanmış bir göç hikâyesini, diğer bir araştırmasında ise Galiçya’da başlayan bir öyküyü kaleme alan Lolita Nahmias Haleva’nın yazılarını ‘Kökler’ konu başlığı altında Şalom-Dergi’de büyük ilgi ile okuyorum.

Mısır’dan Amerika’ya göç eden bir ailenin trajik öyküsü ‘Beyaz Köpek Balığı Derili Takım Elbiseli Adam’, Irak’ın esrarengiz bir köşesinde yok olan bir kavmin, Yahudi ailesinin tarihine bir yolculuğun ürünü ‘Babamın Cenneti’, keza 1979 devriminden sonra yaşamı alt üst olmuş Tahranlı bir ailenin serüveni ‘Şiraz’ın Eylülleri’   türünden kitaplar ilgi odağım.

Fonetik olarak farklı algılandığı için genelde sorarlar soyadımın ne anlama geldiğini; “bir yer adı” der geçerim. Gerçekten İspanya’da havaalanı bulunan bir mekân adı olduğunu da duydum.  Aynı dini inancı paylaştığım kimileri ise ilk tanıştığımızda; “Çorlulu musunuz?” sorusunu yöneltirler.

Benimle aynı soyadını taşıyanlarla aramda bu yönde sohbetler de geçer; “yok, hepsi Çorlulu değil, Ankaralı, Kırklarelili olanlar da var” veya gazetemizin ekonomi sayfası editörü Nur Şaul Barakas’ın eşi Sami gibi “aslı Barokas değil Barakastır” diyenler de. ‘Erbeş’lerin de gerçek soyadlarının Barokas olduğu bilinir. Ve sonra akrabalık bağları araştırılmaya çalışılır.

İtiraf edeyim ki Teşvikiye’de Narmanlı apartmanında doğdum ve Çorlu’ya hiç gitmedim. İspanya’da yaşamış olan Sefarad soyadlarının listesi internet ortamında yer aldıktan sonra İsrail’de Beth Hatefutsoth Müzesi’nde ‘Barroucas diye bilgisayara girince daha evvelce pek bilmediğim bilgilere ulaştım.

Soyadları farklı kaynaklardan gelir ve kimi zaman birden fazla açıklamaları vardır. Barroucas’ın edindiğim bilgilere göre kökeni Yirmiyahu HaNavi’nin (Yeremya Peygamber) anlatılarını kaleme alan Baruch Ben Neriah’tan kaynaklanmakta ve bu isim doğacak çocuklara iyi bir gelecek (Mazal Tov) getirmesi için verilmekteydi. Diaspora’da bu isim farklı şekillere büründü; örneğin Kuzey Afrika’da Bourack, İtalya’da Benedett, Almanya’da Borchard, Fransa’da Bernet, Rus Yahudilerinde de Barbakoff gibi.

Barrocas’a bir Yahudi ailesinin soyadı olarak ilk kez 10 Şubat 1639 tarihli Tunus’taki Fransız Konsolosu tarafından tutulan köle ve mal alışverişine ilişkin belgelerde Daniel Barrocas ismiyle rastlandı.  

Bu yazımın sadece benim soyadımı taşıyanları ilgilendireceğini sanmıyorum. Amacım köklerin ne denli önemli olduğunu vurgulamaktı.

Yaklaşmakta olan Pesah Bayramı’nda ‘seder’ masasında ne deriz? “Olduğu gibi oğluna anlatacaksın”. Tabi ki bu bayramda aktarılması gereken özgürlük ve Tanrı’ya bağlılığın mesajıdır.

Ancak geleneklerimiz ve bu arada köklerimizin de gelecek kuşaklarda yaşatılması gerekir. Onun içindir ki çocuklarımıza verebileceğimiz en önemli armağanlardan biri köklerimizdir. Bunun bilincinde bir kuşak, kanatları sayesinde daha mutlu ve özgür bir dünyaya yükselmeyi bilecektir.

Geçtiğimiz pazar günü 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nde Rembetiko’nun kraliçesi, İstanbul doğumlu Roza Eskenazi ile ilgili “My Sweet Canary” adlı bir belgesel izledim. Duygulanarak izlediğim filmde, bir zamanlar polislerin, memurların bile Ladino dilinde konuştuğu Selanik’te, İsrailli, Türk ve Yunan müzisyenlerin birlikte, uzun yıllar sonra, Roza Eskenazi’nin izlerini sürerken şarkılarını seslendirmelerine ve sanatçının yaşam öyküsüne tanık olduk.

Eski Zülfaris Sinagogu’nun bulunduğu müzede bu tür etkinliklerin sergilenmesi beni mekânın geleceği açısından umutlandırdı. Müzenin bir görevi de köklerimize sahip çıkmak değil mi?