Kaş yapayım derken göz çıkarmak

Mois GABAY Köşe Yazısı
2 Nisan 2014 Çarşamba

Geçtiğimiz cumartesi sabahına başrolde toplumumuzun konu olduğu bir köşe yazısı ile uyandık. Bu seferki fark bir genelleme yapılarak cemaat hanımlarının konu alınması ve yazarın Yahudileri övdüğü yanılgısına düşmesiydi. Daha evvel bu tarz durumları birçok entelektüelimiz de yaşamış, bilinçsiz de olsa ayrımcılık sınırlarında dolaşmıştı. Eğlenceli bir hafta sonu yazısı peşinde, gittiği bir doğum gününü anlatırken, ne yazık ki o toplumun kadınlarını erkekleri parmağında oynatan dertsiz plaza hanımlarına, erkeklerini de sağılacak ineklere benzetmişti yazarımız. Kötü bir niyeti olmadığından emin olduğum için gülüp geçtim okuduktan sonra, hani şu her Yahudi’nin doğuştan zengin olduğu gibi bir düşünceydi nihayetinde. Elimde olsa sevgili yazarımızı bir gün yardım kurumlarımızdan birine davet etmek isterdim. Kadının Yahudi toplumundaki yerini daha iyi anlaması ve cemaatimizdeki hanımların ne özverilerle erkeklerimizi başarılara taşıdıklarını görmesi için… Arkadaş arası dost meclislerinde genelleme yapmadan bu muhabbeti geçirse o kadar içerlemezdik belki, ama Yahudi kelimesine karşı bu kadar ön yargı olan bir ortamda Musevi demek yetmiyor ne yazık ki söylenenleri şirin göstermeye.  

Pazar sabahı oyumu Şişli’de kullandım. Bu semtin yirmi yıl evvelini de bilen biri olarak bir zamanlar tekstil atölyeleri dışında kuş uçmaz kervan geçmez caddelerinin şu anki durumu değişimin düşüncemden daha hızlı gerçekleştiğini bir kez daha gösterdi. Bundan birkaç sene evvel kimin aklına gelirdi Bomonti Bira Fabrikası’nın olduğu araziye 830 odalı beş yıldızlı otel dikileceği?  Peki ya, daha on sene evvel araba tamirhanelerinin olduğu sanayi sitesinde metrekaresi 4000 dolarlardan lüks siteler satılacak desek inanır mıydık? Rezidanslar arasına sıkışmış Bomonti Bitpazarı bir nebze geçmişe gitmemi, nefes almamı sağladı. Seçim sonuçlarına şaşırmadım. Sandık bize bir kez daha toplumun belli bir kesiminin bir hayat tarzı, özgürlüklerden öte oyunu cebindeki paraya göre verdiğini gösterdi. Eskiden gecekondu mahalleleri olan semtlerde ardı ardında başlayan projeler, kentsel dönüşüm furyası derken kimi değerler yarışta geride kaldı. Asıl kazanım ise oyuna sahip çıkan, okullarda sabahlayan sandık gönüllüleriydi. Bu kadar katılımın olduğu, uzun kuyrukların oluştuğu bir seçimi ilk kez yaşadık. İktidar partisi başa baş gittiği illerde kırsal kesimi bekleyin derken haksız değildi. Ana muhalefetin yerinde olsam hemen kolları sıvar, kimi görece muhafazakâr, kimine göre ezilmiş, birkaç yıldır her seçimde bir şeyleri daha geri aldığını düşünen kesimden çalışmaya başlardım. Nitekim Beşiktaş, Şişli ve Kadıköy seçim sonuçları göstermiştir ki, muhalefetin Beyaz Türklere yönelik yeni bir ikna çabasına gerek kalmamıştır. Üsküdar’dan aday gösterilen eski müftü örneğinde olduğu gibi sıra toplumun geri kalanına da değiştiğini, samimiyetini anlatmaya gelmiştir. Parti reklamlarında “Oyumu şu adaya veriyorum,” diyen başörtülü teyze yetmemiştir oy toplamaya. Bundan sonra toplumu biz ve onlar diye ikiye bölmek yerine yaşadığımız ülkeyi kendi gerçeklerinde kabullenip, ötekileştirmeden yaşamayı öğrenmek lazımdır. Seçim sonuçları batıda kutuplaştırmayı sürdürse de doğu illeri için durum gittikçe daha da netleşmektedir. Türkiye seçim sonrası bundan on yıl kadar evvel konuşulamayacak konuların referanduma gideceği bir döneme girmiştir. Dilerim bu seçim herkes için bir silkinme olur.

Seçimleri kim kazanırsa kazansın, hayallerimizden vazgeçmediğimiz bir ülkede yaşamak en büyük temennidir. İnsan hayallerinden vazgeçtikçe değersizleşir. Cumartesi günü katıldığım Kadıköy mitingindeki kalabalık ve meydanda çalınan Onuncu Yıl Marşı sonuçlar ne olursa olsun umudumu kaybetmememi sağladı. Konuşmaya, anlatmaya her zamandan daha çok ihtiyaç duyacağımız bir dönem bizi beklemektedir. Sandığımıza her daim sahip çıktığımız, kimsenin üvey evlat gibi görülmediği, zorbalıktan uzak, hak ve özgürlüklerin kısıtlanmadığı, kazananın Türkiye olacağı günlere.