20 Dolar 20 Kilo

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
26 Mart 2014 Çarşamba

Ne zamandır eşimin Tophane’deki ‘Depo Galeri’ye gittiğini bilirdim de, bir türlü birlikte ziyaret etmek kısmet olmadı. Geçen gün ‘Depo’dan sergi kitapçığıyla döndüğünde, daha önce gitmediğime hayıflandım.

Sergi 1964’te, Türkiye’de doğmuş büyümüş Yunan tebaalı Rumların tehcirinin 50. yılı anısına düzenlendi. Başlığı ise ‘20 Dolar 20 Kilo’ydu.

Sınır dışı edilen bu insanlara beraberlerinde sadece 20 kiloluk bir bavul ve nakit olarak 20 dolar almalarına izin verilmişti.

Serginin proje danışmanı, Rıdvan Akar, “Giderlerken yanlarına sadece hatıralarını, sevdiklerinin fotoğraflarını, özlemlerini alabildiler. Şimdi 1964 yılındaki sürgünün 50. yıldönümünde bu sergi ile geçmişi, komşularımızı, hiç unutmadığımız dostlarımızı bir kez daha anıyoruz,” diye belirtmiş başyazısında.

Kanımca en güzel saptamalardan biri, küratör Hera Büyüktaşçıyan’ın sözleri: “1964, sadece Rumların sürgün edildiği değil, esas olarak İstanbul’un ruhundan bir parçanın sürgün edildiği yıldır.” Öyle ya, Beyoğlu, Cihangir, Adalar, Samatya, Yedikule hepten kimliğini yitirdi. Onlardan kalan boşluğu İstanbul’un tadına, kişiliğine, çoğulculuğuna yakışmayan/uymayan bir topluluk doldurdu.

Rumların yaşadığı birçok felâket vardır. Ama 1922’deki ‘Katastrofi’ en büyüğü sayılır. 1955’teki ‘Septemvriana’ sırasında bambaşka bir yıkım yaşanır. Eriyen bir cemaat olan İstanbullu Rumlar için 1964’teki ‘Apelasis’ (sürülme/sürgün edilme) en travmatik olandır.

Sorgulayan değil yargılayan basın, devlet politikalarını sahiplendi. Bu uğurda kamusal görevini göz ardı etti. Sonuç olarak da Türkiye tarihinde kara bir leke oluşturdu.” Doç. Dr. Ceren Sözeri

(GS Üniversitesi-Basının gözüyle 1964 Sürgünleri)

***

Eski Tütün Deposu’ndan galeriye dönüştürülmüş olan ‘Depo’ çok keyifli bir mekân. Üç katlı binanın ahşap döşemelerine dokunulmamış. Binanın tam arkasında, ‘Depo’dan bağımsız olarak Açık Radyo bitişik komşu olarak yayın yapıyor.

Daha da ilginci St. Benoit’nın paralel sokağa ulaşan dar patika yol.

Yol üstünde küçücük cafeler, sanat galerileri, yürürken size selam veren, kentte yerleşmiş İngilizler, Fransızlar…

Tophane çirkinlikleri bir anda yok oluyor. Ne kadar büyülü bir şehir bu İstanbul… Karşıdan Galata Kulesi gözüküyor.

***

Kitapçığı okuduktan sonra sergiyi dolaşmak daha ilginç oldu. Etkileyici bir şekilde düzenlenmişti. Mekâna girer girmez ortada duran birçok eski bavul hüznün başlangıcıydı. Duvarlara asılan fotoğraflar. Ki dönemin tanıklarından birkaç izleyici, resim seçimlerini oldukça hatalı bularak, “Sürgüne değil, turistik geziye çıkıyorlarmış gibi görüntüler var,” yorumunu yaptılar.

Serginin en can alıcı bölümü, barkovizyona yansıtılan sözlü tarih bölümüydü. Sesler, anılar, iç çekişler ve parçalanan hayatlar. Konuyu bilmiyor muydum? Biliyordum tabii. Yine de paramparça oldum.

Hazırlayanların eline sağlık; sergi 30 Mart’ta sona eriyor, acele edin.