Ortadoğu’ya cinsellik ve komediyle baktılar

İsrailli bir kadınla Filistinli bir erkeğin zoraki evliliğini anlatan ‘Peace After Marriage’ filminin Ürdünlü oyuncusu ve aynı zamanda yönetmeni ve yazarı olan Ghazi Albuliwi, yardımcı yönetmeni Bandar Albuliwi, yapımcıları Faruk Özerten, Arın Çetin ve Özgür Uçkan ile filmlerinin başarı hikâyesini konuştuk. Filmin özel gösterimleri oldukça beğeni topladı.

Selin SEVİNDİREN Toplum
26 Şubat 2014 Çarşamba

 

 Cinsellik üzerine kurulu film hiç çekinmeden her iki tarafın da dini ve milli değerlerini tiye alıyor. Fazla derin düşünmeden, kızmayıp alınmadan ve sonuçta insan olduğumuzun altını çizerek, yüz yıllardır süregelen bu çatışma karşısında belki de ilk kez kahkahalarla gülüyoruz

 

GHAZI ALBULIWI: Oyuncu, yönetmen ve yazar. 37 yaşındaki Albuliwi Amman’da doğmuş, Brooklyn’de büyümüş Arap asıllı bir komedyen. Kışkırtıcı bir espri anlayışı var. Senaryolarında kendi hayatını yazıyor ama anne babasına filmlerini seyrettirmiyor.

Ortadoğu politikası, dini engeller, aile baskısı gibi kritik konulara İsrailli ile Filistinli çiftin mecburi evliliklerini konu aldığın film üzerinden dâhiyane ve komik bir şekilde parmak basıyorsun. Nereden geldi bu fikir aklına ve neden komedi?

Bir İsrailli ile bir Filistinlinin önyargılarından kopup romantik bir ilişkiye girmesi o kadar zor ki. O yüzden bu iki kişinin aynı evde bir araya gelmesi zoraki olmalıydı. New York’ta birinin birini kaçırması hiç de mantıklı ve komik olmayacağından green card fikri aklıma geldi. Senaryolarımda kendi hayatımı anlatıyorum. Bunu yaparken dürüst olmak istiyorum. En sevdiğim komedyenler Woody Allen, George Carlin veya Peter Sellers’ı seyrettiğimde zırvalamadıklarını, doğrudan kim olduklarını ifade edebildiklerini, bu sayede mesajlarını iletmede başarılı olduklarını gördüm.

Bu komik adamın arkasında aslında dünya sorunlarıyla yakından ilgilenen, günde altı gazete okuyan biri var. Sanatla dünyayı daha iyi bir hale getirebileceğine inanıyor musun?

Komik biri gibi görünüyorum ama aslında derinlerde dramatik bir hayatım var. Komedi sayesinde beni üzeni sizi inandırmak için zorlanmadan gösterebiliyorum. Evet, sanatla bir değişim yaratılabilir, insanları bilinçaltından etkileyerek en katı fikirlerini değiştirebilirsin. İnsan 2-3 saniye kahkaha attığında dinini, milliyetini, cinsel tercihini, nereli olduğunu unutur. Karşıt görüşten birini güldürebildiğin zaman, o anda tüm önyargılarından arınmış olduğu için, belki tamamıyla duruşunu değiştiremesen de sesini duyurabilirsin.

Sence İsrail-Filistin barışı bir gün gelir mi? İsrail-Filistin sorunu için pek de alışılagelmemiş bir çözüm önerin var…

Bir gün barış olabilir. Benim barış için çözümüm ‘Cinsel Cihad’. Bence Araplar ve Yahudiler aralarındaki gerilimi, düşmanlığı ancak birbirleriyle sevişerek giderebilir. Hz. İbrahim zamanına kadar gidiyor bu sorun, keşke o zaman yapmaya başlasalardı. Önerim kesinlikle herkesin politikayı bir kenara bırakarak sevişmesidir. Herkes benim kadar açık görüşlü olmayabilir tabi.

Her aktöre sorulan tipik bir soru vardır, rolün için ne gibi hazırlıklar yaptın şeklinde. Senin çok çalışman gerekmedi anlaşılan.

Doğru, kendim için yazdım zaten hikâyeyi ve film hayatımı anlatıyor. Ailem geleneklerine çok bağlıdır, savaşlardan dolayı Filistin topraklarından kaçarak Ürdün’de mülteci kamplarında yaşamışlar ve ben doğduktan iki yıl sonra New York’a taşınmışlar. Batı kültürüne ayak uyduramadılar. Tabi ben NY kültürüyle büyüdüğüm için biraz deliyim.

Filmde seni evlenmeye zorladıkları Filistinli bir kız var. Bu hikâye gerçek mi?

Zorla değil, kız çok güzel olduğu için evlendim, fakat üç gün sonra pişman oldum ve boşanmak istedim. Kız da, ailesi de deliye döndü. Ben de filmimde kızın ve babasının gerçek ismini kullanıp intikamımı aldım. Bir sonraki filmimde de gerçek isimleriyle olacaklar, umarım seyrederler.

Bir İsrailli kadınla evlenir miydin?

Kesinlikle, yani nereli olduğu hiç mühim değil yeter ki bir bağ kurabileyim ve akıllı olsun. Bütün bunların yanında bir de Yahudi olursa özellikle çok özel olur. Akıllı Yahudi kadınlara zaafım var.

Rollerin oyunculara dağıtımı aşamasını anlatabilir misin? Bu konuda şanslı mıydın?

Aşırı şanslıydım. İsrailli kız arkadaşımı oynayan Einat Tubi‏’yi ilk denemede beğendim. Öyle akıllı ve güzel ki. Onun eski erkek arkadaşını oynayan Omer Bernea ise İsrail’de bilinen bir aktör. Annemi oynayan Hiam Abbass’a senaryoyu yolladım. O ödüllü bir yıldız o yüzden filmim için çok önemliydi. Senaryoya çok gülmüş ve ilk komedi film tecrübesini benimle yaşamak istedi.

Gelecek planlarında Türk ekiple tekrar çalışmayı düşünür müsün? Sadece film yapımı aşamasında değil ama oyuncu kadronda da yer verir misin?

İlginç, daha evvel düşünmemiştim hatta Faruk’un son filmi Silsile’yi gördüm ve harika bir oyunculuk vardı. Önemli olan iyi oyunculuk, hangi ülkeden olduğunun bir önemi yok. Faruk benim kardeşim gibi, onunla gelecekte de çalışmaya devam edeceğim.

 

Tribeca Film Institute’un Creative Promise ödülünü alarak film ilk başarısını elde ediyor. Daha sonra Montpellier Mediterranean Film Festival’inde en iyi film kategorisinde seyirci ödülü başta olmak üzere toplam üç ödül birden alıyor. Bu kadar ödül almayı bekliyor muydunuz?

Aslında sürpriz oldu. Montpellier’de seyircilerin 20 film arasından en çok bizimkini beğenmesi sanatçıların oluşturduğu bir jürinin ödülünden çok daha önemliydi.

Filmin en sevdiğin sahnesi?

Gelinin ailesinden kaçarkenki kovalama sahnesi ve sonrasında İsrail askerlerinin beni kurtarması bence en komik sahneydi. Sonuçta bir erkek olarak macera, silahlar, arabalar eğlenceli geliyor tabi.

Gelecek projelerinden bahseder misin?

Bir sonraki filmim ‘Osama ile Sex’ 11 Eylül’den sonra bizzat başıma gelen olaylarla ilgili bir komedi. Terörle savaş süreciyle hayatı alt üst olan Arap kökenli Osama’yı anlatıyorum. Nişanlısından ayrılıyor, o hafta çıkacak olan filmi iptal ediliyor, kariyeri kötüye gidiyor, üç sene boyunca yeni bir kızla randevuya bile çıkamıyor. Osama Bin Ladin’in seks hayatımı nasıl mahvettiğini anlatıyorum. Bir keresinde bir akşam yemeği sözü için Yahudi olduğumu söylemiştim.

Sence böyle travmatik bir konuda gülebilmek için yeterince zaman geçti mi?

11 Eylül’e çok yeni bir perspektif getiriyorum. Karakterim bir kurban ve o da New Yorklu. O da arkadaşlarını kaybetmiş. Filmde kurbanla empati kurarsınız, onu suçlamazsınız. Bu trajediden herkes farklı şekillerde etkilendi ve komedinin sağladığı dürüstlükle bunu seyirciye ileterek bir yerde kendi milletimin de sesi oluyorum.

Filmlerinde her iki tarafı da rencide ettiğin oluyor.

Doğru ama işin gerçeği Arapları daha çok rencide ediyorum. Araplar bana kızıyordur eminim, belki 100 yıl sonra filmlerim onlara komik gelecektir ama şu anda hayatlarında gülmeye yer yok. Onları anlıyorum; sonuçta Ortadoğu’daki bir Arap’la New York’taki bir Arap’ın hayatı aynı olamaz. İsrailliler ise daha batılı ve açık fikirli oldukları için filmime gülüyorlar. Kudüs Belediye Başkanı’nı bile çok güldürdüm Yahudi Film Festivali açılışında. Fakat her iki tarafta da muhafazakâr kesim benden nefret ediyor. Bari iki taraf bir konuda anlaşıyor, sayemde.

İsrail’e kültürel boykot hareketine katılmanız için baskı gördünüz mü?

Çevremden Yahudi film festivaline katılmamam için baskı gördüm. Ama ben kültürel boykota inanmıyorum. Çözüm için tek yol diyalog. Senaryom Tribeca ödülünü aldıktan sonra fon arayışımda Arap bir kuruluşla toplantıya gittiğimde bana filmde Yahudi karakter olup olmadığını sordular. Var deyince de “para vermeyiz,” dediler.

Kendini yönetmen mi, aktör mü, yoksa yazar olarak mı nitelendirirsin? Hangisini yapmak en zevklisi?

Hepsi. Yazmak en zor kısım. Doğum yapmak gibi; her döneminde ayrı komplikasyonlar çıkıyor; ayrı duygular, hormonlar devreye giriyor. Nihayet bebeğini dünyaya getirdiğinde ona bakmakla yükümlüsün. Hiçbir ebeveyn bebeğini bakması için başkasına vermez. O yüzden yönetmenliğini de yapmak istiyorum ve onu beslemek için de oyunculuk.

Broadway’de tek kişilik gösteri yapma hayalin var. Bundan bahseder misin?

Doğumumdan başlayarak bugün nerelere geldiğimi insanlara anlatmak istiyorum. Seyirciyi bu oyunda, alışılagelmiş bir sahne düzeniyle değil;  özel efektler, video gösterileri, filmlerimden karelerle hayatıma yolculuğa çıkarmayı hedefliyorum.1,5 saat boyunca seyirciye çılgın ailemin beni nasıl bu hale getirdiklerini şikâyet edeceğim. 

Aklında gösterinin adı için bir fikir var mı?

Her zaman bir işe başlamadan evvel adına karar veririm. Gerçekleşirse bu tiyatronun adı “Tanrı Bekâr ve Annem Babam Deli” olacak. Bana göre Tanrı kesinlikle bekâr çünkü o kadar işi yapabilmiş olmasını ancak işine karışan bir eşinin olmamasına bağlıyorum.

 

FARUK ÖZERTEN: Bir milyon dolar bütçeli bu filmin yapımcısı. AFI’de bursa layık görülerek yönetmenlik okumuş. 7 Mart’ta yeni filmi Silsile vizyona giriyor.

Gösterimden sonra sahnede “Çekim sırasındaki maceralarımızı anlatsak sabaha kadar sürer” dedin. En unutamadığın hangisi?

Filmde anne “Umarım memlekettekilerin ne olup bittiğinden haberi yoktur,” dedikten sonra sahne değişiyor ve Filistin’de kızgın bir kalabalığın ellerinde ailenin fotoğrafını yakarken protestolarını izliyoruz. Aslında Amman’da çektiğimiz o sahnede İsrail ve ABD bayrakları da yakılacaktı.  Ürdün’deki film komisyonu sağ olsun bir dediğimizi iki etmedi ama bayrak yakmaya gelince nazikçe izin vermediler. “Bizim İsrail’le barışımız var. Yakmasanız daha iyi olur, zaten burada İsrail bayrağı da bulamazsınız,” dediler. Biz sansüre uğramış olmak istemiyorduk. Bizim terziye 30 tane bayrak diktirttik. En sonunda Bandar, Ghazi ve ben mevzuyu o tarafa çekmek istemediğimizden bayrak kısmını iptal ettik. Bir de filmi Filistin kamplarında çekiyoruz. Orada İsrail bayrağı yakarsan çekim için de olsa galeyana sebep olabilirdik.

Türkiye’de İsrail-Filistin meselesi hassas bir konu. Film her iki kesimi de kızdırabilir fakat daha çok Filistinlileri sanki. Bir Türk olarak bu filmin yapımcılığını yaptığınız için bir eleştiri bekliyor musunuz?

Eleştiriye maruz kalmak kötü bir şey değil önemli olan şiddete dönüşmemesi. Biz komedi yapıyoruz. Ghazi de, Bandar da, ben de ABD’de yaşarken veya Türkiye’de, Yahudilerle de Filistinlilerle de arkadaşlık, komşuluk yapıyoruz. Bir sonraki filmde de Yahudiler kızabilir veya İngilizler. Bu film Ghazi’nin hayatını anlatıyor. Her ne kadar içinde politik espriler geçse de filmin politik bir mesajı yok. Arkasında politik bir ajanda yok. Bu film ne barışı getirir ne de 3. İntifada başlatır.

Filmin en sevdiğiniz sahnesi neydi?

Arap müdahalesi sahnesi. Ghazi’nin elinde Jewish Cooking for Dummies kitabı, halla ekmeği yapmaya çalışırken, kapı çalar. ‘Don’t worry be Jewish’ tişörtüyle Ghazi kapıyı açar, karşısında kalabalık onu bu evlilikten vazgeçirmeye çalışır.

Film birçok ülkeyi gezdi ama en çok Abu Dabi ve İsrail seyircisinin tepkisini merak ediyorum.

Abu Dabi’de seyirci bayıldı. Ama Lübnan ve Mısır basını Ghazi ve Hiam Abbas ile olan röportajları sonradan iptal etti. İsrail’de 3 gece kapalı gişe sonra 2 gösterim daha yaptık. İsrailliler kendileriyle dalga geçmeyi çok iyi biliyor. Biz bu coğrafyada toplum olarak kendimizle dalga geçemiyor olabiliriz; ama Yahudiler öyle değil. Yahudi komedisi diye bir olgu var. Bir Woody Allen var bir Sarah Silverman var.

BANDAR ALBULIWI:  Filmin yardımcı yönetmeni ve Ghazi’nin erkek kardeşi. Aynı zamanda filmin fikir babası ve Türkiye bacağını işin içine sokan isim.

Bu filmi yapmayı Ghazi’nin aklına sen koymuşsun ve Faruk Özerten’i de abine sen tanıştırmışsın.

Kardeşimin üç gün süren evliliğin hikâyesi çok komikti ben de ona bunu film yapmalısın deyince aklına yattı. Kudüs’te senaryoyu yazdıkça bölümleri Los Angeles’a bana yolluyordu çünkü bu konuda en çok bana güvenir. Tribeca senaryo ödülünü kazanınca American Film Institute’dan (AFI) sınıf arkadaşım Faruk ile abimi bir araya getirdim. Faruk senaryoya, esprilere bayıldı.  2-3 ay telefonda konuştular. Sonunda NY’da bir araya gelip tanıştılar.

Sinema kariyerinden bahseder misin?

Daha önce altı kısa film çektim, bu benim ilk uzun metraj filmim. Off Broadway oyunculuklarım var ve birçok ABD dizisinde maalesef kötü Arap terörist rolleri oynadım. Kariyerime yazar ve yönetmen olarak devam etmek istiyorum.

ARIN ÇETİN: Ortak yapımcı. New York’da bankacılıkla meşgulken işini bırakıp sinemaya atılıyor. Çekimler boyunca 50 metrekarelik evini 7 kişiye birden açacak ve figüran gelmediği için bulaşıkçı rolüyle kameraların önüne geçecek kadar özverili.

Ekibe sen nasıl katıldın?

Eski arkadaşım olan Faruk’la beraber bir film yapalım diye hep konuşurduk. 2010’un mart ayıydı, “Çok iyi bir senaryo var, beğenirsen bu filmi yapalım,” diye aradı. 90 sayfalık senaryonun henüz 29. sayfasındayken geri aradım ve “Varım” dedim.

 

Çekimlerden aklında kalan bir olay var mı?

Bir gün inanılmaz yağmur yağıyordu ve çalışanlar sırılsıklam olmuştu. Gidip herkese tişört ve çorap almaya gittim. Herkese dağıtırken, arabada işten kaytaran Bandar yanımıza geldi, hiçbir şeyin farkında değil bu beden var mı, şu renk var mı diye sormaya başladı. Biz neredeyiz o nerede. Bir de sette dokuz dil birden kullanılıyor olması unutulmazdı.

 

ÖZGÜR UÇKAN: Şirketi ABT İstanbul ile post production etabında projeye dâhil oluyor. Sonradan filmin yapımcılığına da soyunuyor.

Senin projeye dâhil olman nasıl gelişti?

Biz Faruk’la film işlerinden birbirimizi tanıyorduk. 4 hafta süren çekimlerinden sonra post production için bir şirket bulunması gerekiyordu. Bir akşam yemeğinde eşim Tracy ile projeyi dinledik. Tracy “Bu film çok iş yapar,” dedi. Yani bu işe girmemde ön ayak olan kişi kesinlikle karımdır. Filmi izlediğimde o kadar beğendim ve film ekibiyle tanıştıkça onları o kadar sevdim ki, taşın altına elimi sokmak istedim ve yapımcı olmaya karar verdim.

 

Film Türkiye’de vizyona girecek mi?

Çözüm ortağımız Metin Anter ile filmi Berlin’de gösterdik. İyi geri dönüşler aldık. Türkiye’de vizyona girmesi için Metin’le yürüyeceğimiz kesin gibi. Eminim Türk seyircisi filmi çok sevecektir.

Bu filmi yapmak için deli, finanse etmek içinse daha deli olmak gerektiği konusunda tam bir fikir birliği içinde olan ekip, ısrarla Şalom gazetesiyle bir resim çektirmek istedi. Bu çılgın, neşeli ama daha önemlisi barış yanlısı gençlerin yanından ayrılırken üstüne bir de film boyunca ‘Şalom’ diyen Ghazi Albuliwi’yi Şalom okuru yaptım.