Imagine…

Senelerce Filistinlilerin şu veya bu sebeplerle barışa ayak diremesine, tam sona erecek derken İsrail ile Filistinliler arasında tekrar başlayan sürtüşmelere ve gerginliklere tanık olduk defalarca. Var olan neredeyse çözümsüz sorunlar bir bir çözülme aşamasına gelmişken Filistinliler özellikle, her seferinde bir sorun yaratmayı başardılar. Bu sefer çıkan sorun ise Filistinlilerin İsrail’i bir ‘Yahudi devleti’ olarak tanıyıp tanımaması konusunda. İsmi bile kimi dillerde Yahudi ile eş anlamlı olan bir ülkeyi Yahudi olarak tanımayı reddetmek nasıl bir bakış açısıdır, anlamak mümkün değil.

Alber NASİ Köşe Yazısı
19 Şubat 2014 Çarşamba

Senelerce Filistinlilerin şu veya bu sebeplerle barışa ayak diremesine, tam sona erecek derken İsrail ile Filistinliler arasında tekrar başlayan sürtüşmelere ve gerginliklere tanık olduk defalarca. Var olan neredeyse çözümsüz sorunlar bir bir çözülme aşamasına gelmişken Filistinliler özellikle, her seferinde bir sorun yaratmayı başardılar.

Bu sefer çıkan sorun ise Filistinlilerin İsrail’i bir ‘Yahudi devleti’ olarak tanıyıp tanımaması konusunda. İsmi bile kimi dillerde Yahudi ile eş anlamlı olan bir ülkeyi Yahudi olarak tanımayı reddetmek nasıl bir bakış açısıdır, anlamak mümkün değil.

Peki, bu bakış açısını kabul etmek önemli midir? Yoksa bu sayfayı paylaştığım köşedaşım Karel Valansi’nin geçen hafta yazdığı gibi İsrail’in Araplar tarafından ‘devlet’ olarak tanınması yeterli midir aslında?

Bu sorunun cevabı yukarıda yazdığım gibi ülkenin kendi isminde saklı. İsrail, dünya üzerinde yaşayan tüm Yahudilere bir vatan olması amacıyla kurulmuştur. Bunun yanı sıra dünya üzerinde yaşayan Yahudilerden de kendini sorumlu tutar. Bu nedenle İsrail Devleti, dünya üzerinde Yahudiliğin devamının en önemli teminatıdır.

İsrail son derece demokratik bir ülkedir. Ayrıca kişisel hak ve özgürlükler konusunda da son derece hassastır. Ancak işin ilginç tarafı, tüm bunlar İsrail’in laik bir devlet olduğu anlamına kesinlikle gelmez. Ülke içinde şu anda azınlık durumda olan İsrail vatandaşı Araplar ise bu demokratik yapıdan son derece hoşnut bir şekilde demografik yapının kendi lehlerine değişeceği günü sabırla beklemekteler.

İsrail’i tanımamak ile İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak tanımamak arasında hiçbir fark yoktur. Bu noktada şekilsel olarak bir şey fark etmeyecek olsa dahi, İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanımamanın altında insanların bilinçaltına işlenmiş ve barışın gerçekte tesis edilmesine engel olan olguyu yani ‘YAHUDİLİĞİ’ tanımama telaşı vardır.

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi İsrail zaten bir Yahudi devleti olmasaydı, Filistinlilerle barış çok uzun yıllar önce, biraz da Avrupa’nın dayatmasıyla zaten tesis edilirdi. Filistinliler bu talebi masaya getirirken gerçekten düşünerek mi getirdiler yoksa bazı ülkelerin etkisi altında kalarak mı getirdiler, onu da tartışmak gerekir.

İsrail, gerek demokratik yapısı, gerek gelişmişlik düzeyi, gerek ekonomik zenginlik açılarından Avrupa standartlarına uyan bir ülke olmasına rağmen ve daha da ilginci katılması için davet almasına rağmen Avrupa Birliği’ne girmek istememesinin altında yatan sebep de aslında Filistin sorunu değil, Yahudi olması ve Yahudi özelliğini kaybetmek istememesidir.

Kimileri Avrupa’da insanların nüfus kâğıtlarında din hanesinin bulunmadığından, devletlerin bir dini olmadığından dem vurabilir. Bu noktada Vatikan’ı örnek göstermek yeterlidir. Kim “ben Vatikan’ı tanıyorum ama Hıristiyan Katolik kimliğini tanımıyorum,” diyebilir ki? Vatikan’ın sadece bir sembol gibi görünmekle beraber günümüz dünyasında dahi halen siyasette sözü geçen bir ülke olduğunu unutmamak gerekir.

Sadece Vatikan örneği bile İsrail’in neden Yahudi bir devlet olarak tanınması gerektiğinin ispatıdır.

Belki ilerde bir gün -o günleri biz görür müyüz bilemiyorum- John Lennon’un ‘Imagine’ şarkısında olduğu gibi dinler, milliyetler, ülkeler, ırklar tamamen önemini kaybedecek ve sadece insan olmak yeterli olacak. Ama şarkının ismi de zaten ‘hayal’, gün de ne yazık ki o gün değil...