BU ŞEHR-İ İSTANBUL Kİ -3 Bir büyükelçinin tespitleri

Sami AJİ Köşe Yazısı
15 Ocak 2014 Çarşamba

Geçen yazımda, zaman tünelini kullanarak İstanbul’a getirttiğim Ogier Ghiselin de Busbecq1 ile söyleşime başlamış, esas görevi hakkında sorularıma başlarken onun ricası üzerine bir ara vermiştim.

- Sayın Büyükelçi, İstanbul’a gelişinizin sebebi ne idi?

- Osmanlılarla Kralım Ferdinand2 arasında 1547 yılında beş yıl süreli bir anlaşma imzalanmıştı. Ancak, ortaya çıkan bir anlaşmazlık üzerine 1551’de Transilvanya’yı3 Kral Ferdinand işgal ve ilhak etti. Bu durumun Sultan Süleyman tarafından kabulü mümkün değildi. Bir sefer hazırlığına başladığını da duyduk. Ama her nedense bu harekâtı erteledi hatta Macaristan’daki ordunun bir kısmını da geri çağırdı. Buna rağmen durum gittikçe ciddileşiyordu ve iki sene sonra Kralım, beni İstanbul’a barış elçisi olarak göndermeye karar verdi.

- Sultan Süleyman’ın Avusturya’ya karşı saldırıya geçmesi için iki seneden fazla beklemesi biraz garip değil mi?

- Başka çaresi yoktu. Çünkü o sırada Persler4 yeniden doğu Anadolu’yu karıştırmaya ve çok ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamışlardı…

- Ve bu durum ülkenize zaman kazandırdı…

- Yalnız bu olay değil. Bir de Şehzade Mustafa problemi var ki bu durum hem bize vakit kazandırdı hem de görevimin de daha da uzamasına sebep oldu.

- Biraz açar mısınız?

- Buraya gelirken esas muhatabımın Rüstem Paşa olacağı söylenmişti. Ama İstanbul’a vardığımda, Paşa azledilmişti. Bu azlin tamamen taktik bir karar olduğunu ve Şehzade Mustafa’nın, babasının emriyle ve neredeyse kendi gözü önünde katledilmesinin, yarattığı derin infialin giderilmesine yönelik olduğunu kısa zamanda öğrendim. Esasen heyetimle birlikte Rüstem Paşa’yı ziyaret ettiğimizde Paşa’nın tekrar Sadrazam olacağından emin olduğunu da fark ettim.

- Sultan Süleyman ile görüştünüz mü?

- Evet, ama İstanbul’da değil, Amasya’da görüştüm. Amasya seyahati için gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra yola çıktım. Huzura çıkmak için birkaç gün bekledim. Nihayet, Padişah’ın huzuruna davet edilince, bayağı heyecanlandım: Usullere göre iki kişi beni kollarımdan tutarak onun önüne getirdiler ve diz çöktürdüler. Elini öptükten sonra geri geri yürüyerek onun karşısında belli bir mesafede ayakta durdum. Sultan’ın karmaşık bir görüntüsü vardı. Asalet fışkıran bir yüz, keskin ama aynı zamanda üzgün bakışlarla insanı süzen bir Sultan’ın karşısındaydım. Mesajımı okumaya başladım. Ara sıra “güzel –güzel” kelimelerini ağzından çıkardı. O kadar. Ama ben, söylediklerimin hiçbir şekilde onun hoşuna gitmediğini, kabul edilebilmekten çok uzak olarak algılandığını anlamıştım. Mesajımın okunması da bitince huzurdan çıkmam istendi.

- Yani istediğinizi alamadınız diyebilir miyim?

- Öyle. Ancak ülkem için altı aylık bir nevi ek süre alabildim. O süre zarfında Sultan Süleyman’ın karşı tekliflerini yazılı olarak alıp Kralım Ferdinand’a götürmem istendi.

- Ve Viyana’ya gidip döndünüz?

- Evet. Takriben bir yıl sonra döndüm. İstanbul’da idare yine değişmişti. Beklediğim gibi, Rüstem Paşa tekrar sadrazamlığa getirilmiş ve Persler ile barış anlaşması imzalanmıştı. Dolayısıyla, bizim heyetimize daha fazla ilgi gösterilebilirdi ama olmadı. Altı sene daha burada görüşmeleri sürdürdüm.

- Altı yıl dile kolay. Ama neden?

- Temaslar hep iç veya dış etkenlerden kaynaklanarak kesiliyordu. Önce Şehzade Beyazıt olayı patladı. Ağabeyi Selim’in veliaht olmasını bir türlü kabullenemiyordu. Annesi, kız kardeşi ve Rüstem Paşa’nın tüm uyarılarına rağmen isyan etti; uzun süren mücadelelerden sonra Beyazıt’a sadık askerlerin tamamı dağıtıldı ve Beyazıt Persler’e sığındı. Pers şahı ile yapılan pazarlıklar sonucu, Beyazıt ve tüm ailesi orada öldürüldü hatta Bursa’da bırakılan üç yaşındaki oğlu dahi özellikle gönderilen bir cellât tarafından katledildi.

Bu olay kafi gelmezmiş gibi, Roxalan aniden vefat etti.

- Roxalan mı? Hürrem Sultan demek istiyorsunuz herhalde?

- Padişah’ın nikâhlı eşinden bahsediyorum. Ben o ismi telaffuz bile edemezdim.

 Sultan Süleyman bu kayıptan çok etkilendi. Karısına çok derin ve benzersiz bir sevgi ile bağlı idi. Kimseyi uzun zaman huzura kabul etmek bile istemedi.

Ardından, Piyale Paşa’nın Tunus yakınlarında bir Hıristiyan armadasını büyük bir yenilgiye uğratması ve bu olayın yarattığı coşku aylar sürdü. Savaş esirleri İstanbul’a getirildi. Aralarında çok asil ailelere mensup kişiler vardı. Bunlara fidye bulunup geri götürülmesi, bazılarına sağlık, gıda yardımları yapılması için çok zaman harcadım.Bu da yetmezmiş gibi tam son imzalara yaklaşırken Rüstem Paşa’nın vefatı her şeye yeniden başlamamıza sebep oldu.

-Ama sonunda anlaşmaya vardınız. Beklentileriniz karşılandı mı?

- Hayır. Esasen bir uzlaşma söz konusu olunca iki tarafın da taviz vermesi kaçınılmazdı. Ama böylece sekiz sene daha kazandık. Bu süre zarfında ordumuzu güçlendirebilecek ve diğer Avrupa ülkeleri ile süregelen anlaşmazlıklarımızı giderebilecektik.

- Dönerken genel kanaatiniz ne şekilde oluştu? Sözleşme metni dışında Kralınıza neler söylediniz?

-Kralıma Osmanlı’nın çok güçlü görünümüne rağmen, eskisi kadar tehlikeli olmadığını ve çöküş tohumlarının belirdiğini anlattım.

- Bunlar nelerdi?

- Önce hanedan… Tahta bundan böyle, layık olan değil, gerek haremden gerekse yeniçerilerden destek alabilen kişi geçebilecekti. Özellikle yeni sultan, diğer bütün kardeşleri öldürme yetkisine sahip olunca haremdeki tüm kadınların ister istemez devlet yönetimini çeşitli entrikalarla etkilemeye çalışacakları belli idi. Şehzade Mustafa ve Şehzade Beyazıt’ın feci sonları çok büyük bir dehşet ortamı yaratmıştı.

İkincisi Yeniçeriler… Bunlar, Süleyman tarafından bile zor kontrol altında tutulabiliyorlardı. Rüstem Paşa’nın şu sözleri hâlâ kulağımda: “Sakın bu çakallarla hiçbir ilişkiye girmeyin.”

Üçüncüsü Persler... Perslerle Osmanlı arasında anlaşmazlıklar devam edecekti. Yine Rüstem Paşa’nın sözlerini aynen aktarayım: “Bir gün, siz Hıristiyanlarla belki barış yapabileceğiz ama Perslerle asla”.

Dördüncüsü bazı yeniliklere karşı Osmanlıların gösterdiği direnç… Örneğin, daha evvel kitap basılmasına izin verilmediğini belirtmiştim. Bu süreç devam ederse, Osmanlı geri düşmeye mahkûmdur.

Kral’a son cümlem de şu oldu: Süleyman’ın bence üç hedefi vardır; İstanbul’un su ihtiyacını gidermek ve buna ait sistemleri geliştirmek, kendi adını taşıyan camiyi bitirmek ve Viyana’yı fethetmek. İlk ikisine erişti ama üçüncüsüne asla erişemeyecek.

- Sayın Büyükelçi. Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Size küçük bir sürprizim var. Arkadaşımın yelkenlisiyle sizi Prinkipo’ya göndereceğiz. Orada at arabasıyla bir tur tertipledik. İstanbul’daki en güzel günlerinizi hatırlarsınız.

- Ada çok değişmiş mi acaba?

1 Ogier Ghiselin (veya Ghislain) de Busbecq: Avusturya büyükelçisi. 1554 sonu-1562 yılları arasında İstanbul’da görev yaptı. Metinde italik olarak yer alan beyanlar, de Busbecq’in arkadaşına yazdığı mektuplardan derlenmiştir. (TURKISH LETTERS – Oxford 1927 basımı - Clarendon House)

2 1. Ferdinand (1503-1564): Avusturya Arşidükü, Bohemia ve Macaristan Kralı, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu unvanlarını kendinde birleştirmişti.

3 Transilvanya: Macaristan ve Romanya toprakları üzerinde yer alan ve Osmanlıların ERDEL adını verdikleri prenslik.

4 Persler derken Elçi, İran Safevî Devleti’ni kastediyor.

yazı dizisinin diğer bölümleri

 

1. bölüm https://www.salom.com.tr/haber/89503#.UtfLTBZrJlI

2. bölüm  https://www.salom.com.tr/haber/89353#.UtfL1xZrJlI