Şef Jerzy Wojtaszek

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
18 Aralık 2013 Çarşamba

Cumartesi akşamı aldığımız bir konser davetine gitmek üzere metronun koridorlarında yürürken inanılmaz bir atmosfer vardı.

Yürüyen merdivenlerden inerken kulağıma caz müziğinin sesi geldi. Köşeyi döndüğümde trompeti, saksafonuyla bir trio gördüm. O kadar keyifli çalıyorlardı ki, daha fazla dinlemek için adımlarımı yavaşlattım. Az ilerlediğimizde bağdaş kurmuş ut çalan birine rastladık. Ardından gitarıyla genç bir sanatçı kız…

Konser öncesi konser’ diye içimden geçirdim. Gerçi böylesine rastlamak da her zaman denk gelmiyor.

Trene bindiğimizde boş koltuklara yerleştik. Etrafıma bakındım. Birkaç tanıdık yüz gördüm. Cumartesi gecesi de olsa, insanlar trafik ve park etme sorunuyla uğraşmamak için metroyu kullanmayı yeğliyor.

Polonya Başkonsolosluğu himayesinde altıncı kez İstanbul’a gelen Stanislaw Wiechowitz Öğretmenleri Korosu 1965’te kurulmuş ve Avrupa’nın birçok kentinde konserler vermiş. St. Antoine’ın görkemli mekânından içeri girdiğimizde kapıdaki görevli eşime işaret ederek şapkasını çıkarmasını söyledi. Arkadaşlarımızı bularak bize protokolde ayrılan yere geçtik. Arkamızda oturmayı bekleyen upuzun bir kuyruk. Kimseden tek ses çıkmıyor. Hayran kaldım. Bizde olsa, insanlar itiş kakış öne doğru gitmeye çalışırlar…

Kalabalık koro, bir alkış seliyle yerine geçti. Erkekler siyah smokin, beyaz gömlek ve bordo papyon; kadınlar ise uzun bordo etek ve beyaz ceketle görsel bir bütünlük oluşturdular. Şef Jerzy Wojtaszek yönetimindeki koro, St. Antoine’ın muhteşem akustiği ile birleştiğinde dinlediğimiz aryaların bitmesini istemedik. Her ne kadar soğuğa göre temkinli giyindikse de, kurallara son derece bağlı olan eşim, ‘Başım dondu’ diyerek atkısını boynundan çıkararak, kafasından aşağı sarkıttı…

Koronun söylediği yirmibir parçadan sonra üç de ‘bis’ dinleyerek her ulustan dinleyicinin bulunduğu mekândan müziğe doymuş şekilde ayrıldık.

Beyoğlu tenha sayılırdı o gece. Biraz yürüdük. Hem ısınmak hem bir şeyler atıştırmak için bir cafeye girdik. Masaya oturduktan sonra sağdan soldan gelen seslere takıldım. Birinde İngilizce, diğerinde İtalyanca, karşı taraftan Almanca vs. konuşuluyordu. Gelen geçen turistlerin sohbeti de değildi. Kendimi Avrupa’da zannettim. Meğer İstanbul’da ne çok yabancı yaşıyormuş. Metropol giderek genişliyor.

***

Abdi İpekçi’de yılbaşı süslemeleri giderek daha rüküş bir çizgiye büründü. Geceleri ampuller yandığında görüntü nispeten daha iyi. Söz konusu şaşaanın elektrik faturası vatandaşa mal edilmiyordur umarım.