Bu hafta ağımıza takılanlar

• Dinim üzerine çok yazılıp çizildi ama sonuçta hepsi dönüp dolaşıp şuna çıkıyordu: İsrail yanlısıydım ve ABD’deki İsrail lobisinin bir parçasıydım. Aslında İsrail’e dair yazdıklarıma bakma zahmetine katlanan herkes –ki Türkiye üzerine yaptığım çalışmalardan çok daha azdır- görecektir ki İsraillilere karşı çok sert eleştirilerim vardır. Bir zamanlar öğrenciyken Ramallah’ta Arapça öğrenmek ve İslamcı hareket üzerine araştırma yapmak için yaşadım. Bu nedenle Filistinlilerin içinde bulunduğu vahim durumu ve karşılaştıkları tarihi adaletsizliği çok iyi anlıyorum. İsrail işgalini bire bir tecrübe ettim. Beni İsrail ajanı olmakla suçlayan birçok Türk’ün hiç de böyle bir tecrübeye sahip olduğunu zannetmiyorum. ... Açıkçası daha önce kimse bana “Siyonist”, “İslamofobik” veya “Provokatör” dememişti. Bunların daha çok, İsrail’in, benim de çok eleştirdiğim ‘Dökme Kurşun Harekâtı’ ve benzer şekilde hem İsraillilerin hem de Türklerin kabul edilemez bir sorumsuzluk sergilediklerini düşündüğüm ‘Mavi Marmara’ olayları ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. STEVEN A.COOK (EZGİ BAŞARAN – RADİKAL)

İzak BARON Diğer
13 Kasım 2013 Çarşamba

 

  • YAŞANAN TÜM ACILARA RAĞMEN, TÜRKİYE’Yİ YANİ VATANLARINI TERK ETMEYEN, ‘NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE‘ SÖZÜNÜ BUGÜN BİRÇOK TÜRKİYE VATANDAŞINDAN DAHA ÇOK ÖZÜMSEYEN KARDEŞLERİMİZE YAPILAN SALDIRIYI 10. YILINDA BİR KEZ DAHA KINIYOR VE YİTİRDİĞİMİZ, MÜSLÜMAN VE MUSEVİ KARDEŞLERİMİZİ SAYGIYLA ANIYORUM…

Şimdi bir an için kendinizi Musevi yurttaşlarımızın yerlerine koyun… Birçoğu 1492 yılında İspanya’daki Engizisyon’un din değiştirin baskılarından yani taa o dönemdeki FAŞİZM’den kaçarak Osmanlı Sultan’ı 2. Beyazıt’ın yolladığı gemilerle bu topraklara yerleşip huzur içinde yaşayan Seferadlardan oluşan Musevi yurttaşlarımızın yerlerine bir süreliğine geçiverin…

Yıl 2003, günlerden 15 Kasım Cumartesi saat sabahın 9:25′i…

Kimileriniz bir çocuğun gençliğe adım atışına tanık olmak üzere Neve Şalom, kimileriniz ise tadilatı yeni tamamlanmış midraşın açılışına katılmak üzere Şişli Bet İsrael Sinagogu’nda olduğunuzu gözlerinizin önünde canlandırıverin:

Etrafınızdaki eşinizin dostunuzun herkesin yüzleri huzurla gülüyor…

Kendi vatanınızda dindaşlarınızla ibadet için biraradasınız… Çocuklar etrafta dolanıyorlar…

Yakınlarınızla bakışıyor selamlaşıyorsunuz…

Mutluluk her yere hakim ve sessizlik bir anda büyük bir gürültüyle bozuluveriyor!

Kulaklarınız çınlamadan duymuyor, etraf virane, yıkık, toz duman her yeri kaplamış…

Bağıran yardım isteyen insanların feryatları…

Ardından ambulansların siren sesleri…

Biraz olsun, Musevi yurttaşlarımızın nasıl büyük bir travma yaşadıklarını umarım duyumsayabilmişsinizdir…

(...) Yaşanan tüm acılara rağmen, Türkiye’yi yani vatanlarını terk etmeyen, ‘Ne mutlu Türküm diyene‘ sözünü bugün birçok Türkiye vatandaşından daha çok özümseyen kardeşlerimize yapılan saldırıyı 10. yılında bir kez daha kınıyor ve yitirdiğimiz, Müslüman ve Musevi kardeşlerimizi saygıyla anıyorum…

Engin Balım

http://www.halkinhabercisi.com/musevi-yurttaslarimiza-kanli-saldirinin-10-yili

 

  • OBAMA İRAN KONUSUNDA ASKERİ TEHDİT YERİNE ESNEK DİPLOMASİ EĞİLİMİNDE. GEÇMİŞ SEFERLERE ORANLA BU SEFER CİDDİ BİR PAZARLIK VE SAĞLIKLI BİR ANLAŞMA HER ZAMANKİNDEN DAHA MÜMKÜN GÖZÜKÜYOR

Obama yönetiminin İran konusunda esneklik göstermesi İsrail açısından sorunların sadece biri. Obama'nın genel anlamda Ortadoğu'da inisiyatifi kaybetmiş olması daha da büyük bir sorun. Netanyahu açısından, özellikle Suriye ve kimyasal silahlar meselesinde Washington'un gösterdiği basiretsizlik aslında İran konusunda yaşanacak fiyaskonun habercisiydi. Zira Suriye'de kırmızı çizgilerinin arkasında duramayan bir Beyaz Saray'ın İran'a taviz vermemesi için bir neden yoktu. İşin ilginç tarafı Suriye ve İran meselesinde artık ABD bir uçta dururken, Suudi Arabistan ve İsrail beraber hareket ederek Washington'a karşı ortak bir cephe almış durumdalar.

Peki, ortada daha İran ile bir anlaşma olmamasına rağmen, İsrail neden bu kadar panik içinde? Kanımca bunun nedeni Netanyahu'nun Obama'yı doğru okuyor olması. Obama İran konusunda askeri tehdit yerine esnek diplomasi eğiliminde. Geçmiş seferlere oranla bu sefer ciddi bir pazarlık ve sağlıklı bir anlaşma her zamankinden daha mümkün gözüküyor. İsrail doğal olarak bu durumdan çekiniyor. Bilindiği üzere ABD ve İran arasındaki yakınlaşma ilk kez yaşanmıyor. Mesela 1997'de İran halkı Muhammed Hatemi'yi başkan seçtiğinde, Hatemi bir "Medeniyetler Diyalogu" çağrısında bulunarak ABD'ye zeytin dalı uzatmıştı. Fakat bu süreç Tahran'da şahinlerin ve de Washington'un ilgisiz tavrının kurbanı olmuştu. Gene başka bir fırsat 2003'te ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali sonrasında sıranın kendisine geldiğini hisseden İran'ın Washington'a barışçıl mesajlar yollamasıyla ortaya çıktı. Tahran, İsviçre vasıtasıyla ABD'ye bir "büyük pazarlık" önerisinde bulundu. Ama Bush yönetimi buna yanaşmadığı için İran ile yeni bir başlangıç fırsatı o sefer de kaçırıldı.

Ömer Taşpınar

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2013/11/11/iranla-diplomasi-ve-israil

 

  • AÇIKÇASI DAHA ÖNCE KİMSE BANA “SİYONİST”, “İSLAMOFOBİK” VEYA “PROVOKATÖR” DEMEMİŞTİ. BUNLARIN DAHA ÇOK, İSRAİL’İN, BENİM DE ÇOK ELEŞTİRDİĞİM ‘DÖKME KURŞUN HAREKÂTI’ VE BENZER ŞEKİLDE HEM İSRAİLLİLERİN HEM DE TÜRKLERİN KABUL EDİLEMEZ BİR SORUMSUZLUK SERGİLEDİKLERİNİ DÜŞÜNDÜĞÜM ‘MAVİ MARMARA’ OLAYLARI İLE BAĞLANTILI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

Dinim üzerine çok yazılıp çizildi ama sonuçta hepsi dönüp dolaşıp şuna çıkıyordu: İsrail yanlısıydım ve ABD’deki İsrail lobisinin bir parçasıydım. Aslında İsrail’e dair yazdıklarıma bakma zahmetine katlanan herkes –ki Türkiye üzerine yaptığım çalışmalardan çok daha azdır- görecektir ki İsraillilere karşı çok sert eleştirilerim vardır. Bir zamanlar öğrenciyken Ramallah’ta Arapça öğrenmek ve İslamcı hareket üzerine araştırma yapmak için yaşadım. Bu nedenle Filistinlilerin içinde bulunduğu vahim durumu ve karşılaştıkları tarihi adaletsizliği çok iyi anlıyorum. İsrail işgalini bire bir tecrübe ettim. Beni İsrail ajanı olmakla suçlayan birçok Türk’ün hiç de böyle bir tecrübeye sahip olduğunu zannetmiyorum.

(...) Elbette, Türkiye’de yabancılardan ve dış güçlerden şüphe etmek hep vardı ama yakın zamana kadar hiçbir düşmanlıkla karşılaşmamıştım. Anti-Semitizm için bana hep şöyle denmişti: “Türkiye’nin kültürüne yabancı bir kavramdır.” Ama Türkiye’deki Yahudi cemaati de bu söze inanmamam gerektiğini söyler.

(...) Açıkçası daha önce kimse bana “Siyonist”, “İslamofobik” veya “Provokatör” dememişti. Bunların daha çok, İsrail’in, benim de çok eleştirdiğim ‘Dökme Kurşun Harekâtı’ ve benzer şekilde hem İsraillilerin hem de Türklerin kabul edilemez bir sorumsuzluk sergilediklerini düşündüğüm ‘Mavi Marmara’ olayları ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum.

(...) Gezi olayları sırasında yetkililerin söylediklerine bakın. O sırada mesele sadece Erdoğan’ın sözleri değildi. Cumhurbaşkanı Gül dışında, neredeyse herkes ‘faiz lobisi’, ‘Siyonistler’ ve ‘yabancı provokatörler’e vurgu yaptı. Türkiye’nin uluslararası itibarını ve ekonomik sorumluluğunu taşıyan Mehmet Şimşek ve Ali Babacan gibi isimlerin bile konuya böyle yaklaşmasını çok yadırgadım.

Steven A. Cook

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/erdogan_hayrani_fenerbahce_fanatigi_analist_turkiyeye_neden_kustu-1160092

 

  • MONİK HANIM BELEDİYE BAŞKAN YARDIMCISIYMIŞ SARIGÜL’ÜN... MUSEVİ CEMAATİ’NİN İLERİ GELENLERİNDENMİŞ KENDİSİ VE SARIGÜL’ÜN ABD SEYAHATİNİ, KİMLERLE GÖRÜŞECEĞİNİ WASHİNGTON’DAKİ TANIDIKLARI ARACILIĞIYLA HEP O AYARLAMIŞ...

Gürsel Tekin’in adaylığını alelacele açıklamasını da Sarıgül’ün İstanbul hevesini dizginleme taktiği olarak görüyorum...

Uzun süre benimle aynı görüşü paylaşan dostum fikir değiştirmiş... “Neden?” soruma “Herhalde Mahmut Övür’ün bugünkü yazısı gözünden kaçmış” cevabını verdi. Artık yazılar parçalı yazılıyor, ikinci parça gözümden kaçmış... O bölümde Sarıgül’ün Şişli belediye başkanlığı koltuğunu kime bırakacağına dair bilgi var: Monik İpekel’e...

Monik Hanım belediye başkan yardımcısıymış Sarıgül’ün... Musevi Cemaati’nin ileri gelenlerindenmiş kendisi ve Sarıgül’ün ABD seyahatini, kimlerle görüşeceğini Washington’daki tanıdıkları aracılığıyla hep o ayarlamış...

“Bu iş ciddi olmalı” dedi dostum...

Henüz fikrim tam değişmedi; başka parti listesinden veya bağımsız olarak girdiği taktirde yerel seçimde CHP Şişli’de karşısına sempatik bir aday çıkarırsa bölünecek oylarla kaybetme riski yüzünden Sarıgül’ün CHP adayı olmak istediğini düşünüyorum hâlâ... Kendisi bana “Gözüm İstanbul’da, ama Türkiye’yi de düşünüyorum” dediği halde...

Ancak yine de gelişmeleri ilginç bulmaya başladığımı itiraf edeyim...

İlginçlik Monik Hanım boyutundan değil. Bırakın ABD’ye gitmesini, ‘özel uçakla İsrail’e götürülse ne yazar’ diye önemsemiyorum. İlginçlik, medyadaki tahmin edebileceğiniz gazeteler ile oralarda köşeleri tutmuş yazarların tutumu...

Taha Kıvanç

http://haber.stargazete.com/yazar/sarigul-nereye-kosuyor/haber-805168

 

  • O GENÇ KIZIN BABASI DA VERGİYİ ÖDEYEMEDİĞİ İÇİN TIPKI BÜYÜK DEDEM GİBİ AŞKALE'DEKİ ''TOPLAMA KAMPLARI''NI BOYLAMIŞ VE İKİSİNİN DE NE YAZIK Kİ GERİ DÖNME ŞANSI OLMAMIŞ

Varlık Vergisi mağdurlarından biri de dedemdi. O günleri her zaman gözü dolarak anlatır. Çünkü henüz 16 yaşında bir gençken bu ırkçı yasa onun hayatından çok şey götürmüş. Öncelikle babası büyük dedemin 15 metrekarelik küçücük hukuk bürosu kayıtlara fabrika ve şirket binası olarak geçirilmiş, sonrası tabii ki Yahudi olduğu için, kat be kat arttırılmış Varlık Vergisi ödemek zorunda bırakılmış. Bu bir hukukçu olarak hayatı boyunca kazanamayacağı bir meblağ demek.

Bu haksızlığa itiraz ettiğinde görevli memura hakaretten hakkında ayrı bir işlem daha yapılmış ve dedemin gözleri önünde babasının daktilosu görevli ekiplerce parçalanmış, “haddini bilmediği” için. Bu anın dedemin hafızasında başka bir yeri daha var; 16 yaşında bir genç hayatındaki en önemli rol modeli olan babasının ilk kez gözyaşlarına şahit oluyor. Belki de bu yüzden canı daha fazla yanıyordu.

Dedemin o zamanlar aynı mahallede Jenny isimli bir kız arkadaşı var. Anlattığına göre mahallenin en güzel kızıymış. O geçerken mahallenin gençleri işi gücü bırakırlarmış. Aynı zamanda dedemin sınıf arkadaşı, Mekteb-i Sultani'nin de en güzel kızlarından biri.

Onu gördüğünde tüm inanç ve inançsızlıklarının arasında kalakalmış. Eğer bir tanrı varsa ve bu tanrı gerçekten bir yaratıcı ise Jenny için çok fazla özenmiş olmalıydı.

Kestane rengi saçları, masmavi gözleri ve duru güzelliğiyle bir rönesans tablosu gibi. Yüzünden fırlayan o yaşların çocukluğuyla birlikte belki de daha da artırıyordu Jenny'nin cazibesini.

Bu sanat eserine önceleri uzaktan bakmayı tercih etmiş, belki de yaklaşırsa büyüsünün bozulacağına inanmış uzun süre. Ama bir gün dayanamayıp onunla konuşmaya çalışmış. Çalışmış diyorum çünkü ağzından pek bir şey çıkamamış o büyük heyecanla. Sonra zamanla bir gün dökülüvermiş ağzından kelimeler.

Jenny'de de karşılığı olmuş bu hislerin ve o her zaman aklında ve hafızasında yer alacak büyük aşk başlamış.

Nazım Hikmet'in o yıllarda henüz yazmamış olduğu hisleri duyuyormuş belki de; bu şehir güzelse, okula gitmek için her gün can atıyorsa Jenny Yüzündendi.

O yaşlarda daha bir güzeldir bu hisler bu da kuşkusuz öyleymiş.

Ama geliyoruz hikayenin güzel olmayan kısımlarına...

O genç kızın babası da vergiyi ödeyemediği için tıpkı büyük dedem gibi Aşkale'deki ''toplama kampları''nı boylamış ve ikisinin de ne yazık ki geri dönme şansı olmamış. Şeker hastası olan büyük dedemin 2 ay sonra ölüm haberi gelmiş. Jenny'nin kalp hastası babası ise 6 ay kadar dayanabilmiş.

Dedemin anlatımlarına göre en büyük trajedi de bundan sonra başlamış. Dedemin ilk aşkı Jenny ve annesi bu olayların üzerine ülkeyi terk etme kararı almış. Güzel yüzünü de alıp gitmiş artık bir daha asla ona bakmayacak olmanın gerçekliğiyle uzaklara. Önce kısa bir süre Amerika'da kalmışlar, oradan da kurulmasından sonra İsrail'e göç etmişler, arkada büyük bir acı ve doğdukları topraklarını, vatanlarını bırakarak.

Bir süre mektuplaşmaya devam etmişler ancak daha sonra bunun bir sonunun olmadığını, bir daha beraber olamayacaklarını anlayıp veda etmişler birbirlerine ve aşklarına.

Hayat yarım kalan aşklar ve trajedilerle dolu; kuşkusuz çok daha acı olanları var. Bu onlardan sadece biri idi.

Hikayeye konu olan güzel kadının ismi Jenny Pinhas. Kendisi şu an hala İsrail'de oturuyor ve 2 kızı, 3 torunu var, beni de 4. sayıyor.

Melisa Kohen

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/melisa-kohen-yazdi-varlik-vergisi-trajedisi-ve-yarim-kalan-bir-askin-hikayesi-habe

 

  • NE VAR Kİ, OBAMA’YA AZ GÜVEN DUYAN İSRAİL HÜKÜMETİNİ İKNA ETMEK ZOR. ZİRA İSRAİL, İRAN’IN SADECE NÜKLEER PROGRAMINI DEĞİL, TOPYEKÜN REJİMİNİ YAŞAMSAL TEHDİT GÖRÜYOR

Nükleer programını ehilleştirecek kademeli bir formül karşılığında İran’a yönelik yaptırımları hafifletmeye razı olan Obama yönetimi, İsrail’i çileden çıkardı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, muhtemel bir anlaşmaya hışımla karşı çıktı. İsrail’in Amerikan iç ve dış siyasetinde müstesna bir konumu var. Yumuşak gücüyle başta Kongre olmak üzere Amerikan sosyal ve siyasi arenasında çok etkili. O nedenle Obama, pek hazzetmediği halde cuma günü Netanyahu’yu arayarak yatıştırmaya çalıştı. Ne var ki, Obama’ya az güven duyan İsrail hükümetini ikna etmek zor. Zira İsrail, İran’ın sadece nükleer programını değil, topyekün rejimini yaşamsal tehdit görüyor. ABD ise bölgede suları ısındırma ve silahlanma yarışını artırma potansiyeli olan nükleer programında geri adım atmış bir İran’la yaşayabilir.

İsrail’in güçlü çekim alanındaki Amerikan sağı ve neoconlar, Kongre’de İran’a yaptırımların azaltılması şöyle dursun, artırılması yönünde gayret sarf ediyor. Ancak özellikle hükümetin kepenk indirmesine yol açmasının ardından halkın gözünden iyice düşen yasama organının Obama’nın barışçı çözüm gayretlerini baltalamaya cüret edip etmeyeceği şüpheli. İşin ucunda İsrail’i mutsuz etmek bile olsa, savaşlardan sıdkı sıyrılan Amerikan halkı, İran’la çatışma riskini düşüren formülleri desteklemeye bence daha yatkın. Beyaz Saray gerekirse bu hususta Obama’yla büyük oranda mutabık olan devlet erbabını, özellikle ordudan emekli muteber isimleri piyasaya sunup kamuoyu savaşını kazanabilir.

Ali H. Aslan

http://www.zaman.com.tr/ali-aslan/dalga-boylari-yeniden-ayarlanirken_2165462.html

 

  • TÜRKİYE’NİN BÖLGEDEKİ ESAS RAKİPLERİNİN MÜSLÜMAN ÜLKELERDEN BAZILARI OLDUĞU DA HATIRLATILMALI. BU REKABETTEN ÜSTÜN ÇIKMAK İÇİN ZAMAN ZAMAN TÜRKİYE’NİN İSRAİL DESTEĞİNİ ARAMAYACAĞINI KİMSE GARANTİ EDEMEZ

Bilindiği gibi Türkiye’nin Irak ve İran ile ilişkilerini geliştirme arayışlarının nedenlerinden birisi enerji ihtiyacı. Yumurtaların tümünü aynı sepete koymanın Türkiye açısından maliyeti çok yüksek. Bu konuda Rusya’ya oldukça bağımlı olan Türkiye’nin gerek komşu ülkelerle yapacağı anlaşmalarla gerekse yeni nükleer santrallerle bir çeşitlendirme sürecine girdiği anlaşılıyor. Doğal olarak, girişimlerinin çeşitli sabotajlara gebe olduğu söylenebilir.

İran ile enerji konusunda atılacak yeni adımların ‘Rusya’ya rağmen’ olması ihtimali, muhtemelen İran ve hatta Türkiye’de siyasi krizler anlamına gelir. Ancak esas krizler Irak ile yeni anlaşmalar söz konusu olduğunda yaşanır; zira Irak’ta enerji kaynakları konusu zaten Kürdistan ile Bağdat yönetimi arasındaki en temel anlaşmazlık konusu. Dolayısıyla her iki kesim de Türkiye ile anlaşmalar yapmayı isteyebilir, ama sorun bu kesimlerin kendi aralarındaki meseleleri ne yolla halledeceklerinde.

Türkiye hem Kürdistan yönetimi hem de Bağdat yönetimiyle, ikisini de kızdırmadan, işbirliği geliştirmek istiyorsa, bu iki tarafın uzlaşması için siyasi sorumluluk alacak demektir. Benzer durum İran için de geçerli; ‘Rusya’ya rağmen’ yeni işbirlikleri kurulacaksa, Türkiye Rusya-İran ilişkilerinde de siyasi sorumluluk almak zorunda kalabilir.

Tüm bu manzara içinde, Türkiye’nin gizliden İsrail ile birlikte çalıştığı iddialarına hiç ihtiyaç olmadığı söylenmeli. Bunun olası Türkiye-İsrail ilişkilerine de zarar vereceği açık.

Bununla birlikte, hiçbir gerekçeyle, hiçbir zaman İsrail ile Müslüman ülkelere karşı işbirliğinin yapılmadığını ve yapılmayacağını ileri sürmek kolay değil. Bu iki ülke zamanında epeyce ortak işler yapmışlardı, gerektiğinde yeniden yapılabilirler. Ayrıca, bir ülkenin Müslüman olması, onun Türkiye’ye karşı tehdit oluşturmaması ya da beklentilerine, çıkarlarına uygun davranması için yeterli bir neden değil. Türkiye’nin bölgedeki esas rakiplerinin Müslüman ülkelerden bazıları olduğu da hatırlatılmalı. Bu rekabetten üstün çıkmak için zaman zaman Türkiye’nin İsrail desteğini aramayacağını kimse garanti edemez.Bugün İran ile yakınlaşma söz konusu, dolayısıyla İsrail’e olan ihtiyaç onunla gizli işbirliği yapılmaması hali. Dışişleri bakanı, tam da buna işaret etmiş olmalı; yoksa ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda Türkiye’nin seçeneklerinin daraltılmış olduğuna değil.

Beril Dedeoğlu

http://haber.stargazete.com/yazar/israil-ile-hicbir-zaman-mi/haber-803674

 

  • Netten okumalar

 

  • HER EVİN BİR SIRRI VAR- PINAR GÖÇER

http://kitap.radikal.com.tr/Makale/her-evin-bir-sirri-var-386354

 

  • BERLİN'DE "KRİSTAL GECE"NİN İZİNDEN – GÖZDE KAZAZ

http://www.bianet.org/bianet/toplum/151201-berlin-de-kristal-gece-nin-izinden

 

  • 'İNSAN BAZEN AĞLAMAZ MI BAKIP BAKIP KENDİNE' – YILMAZ MURAT BİLİCAN

http://t24.com.tr/yazi/insan-bazen-aglamaz-mi-bakip-bakip-kendine/7807

 

  • SUİKASTE UZANAN YOL – AZİZ ÜSTEL

http://haber.stargazete.com/yazar/suikaste-uzanan-yol/yazi-805164

 

  • DÜŞMANIMIN DÜŞMANI DOSTUMDUR – HÜSEYİN VODİNALI

http://www.odatv.com/n.php?n=dusmanimin-dusmani-dostumdur-1111131200

 

  • YÜZLEŞME, ÖZÜR VE TÜRKİYE – ABİDİN ÖNDER ÖNDEŞ

http://www.habervesaire.com/news/yuzlesme-ozur-ve-turkiye-2614.html

 

  • ROZ KOHEN: TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NDE DOĞAN BİZİM NESİL

http://kanalkultur.blogspot.com/2013/11/roz-kohen-turkiye-cumhuriyetinde-dogan.html?spref=fb