Bu hafta ağımıza takılanlar

Hayalî bir “Yahudi” üzerinden “milli dava” haberi. Asparagas değil, merkez medyadan bugün de tanıdığımız, düpedüz “yazdırılmış” bir haber. Anadolu İttihatçıların Ege Bölgesi resmî yayın organı. Haber diye verdiği “psikolojik harekât” haberinde tek bir isim ve adres yoktur! Benzer “kamuoyu oluşturma” çabaları başta İstanbul olmak üzere Yahudilerin yaşadığı her şehirde hemen her gün bıkmadan sürdürülür. Paralelinde aralıksız bir “vatandaş Türkçe konuş” kanmpanyaları, “şirketlerde Türkçe mecburiyeti” genelgeleriyle yaylım ateşi altına alınır Yahudi yurttaşlar. Karikatürlerde, radyo ve tiyatro oyunlarında, “Yahudi fıkraları”nda nefret söylemleri ve aşağılama gırla gider. Kampanyalar zinciri “sonuç” verir, 1934 Trakya “olay”ları yaşanır ve ertesinde beş yüz binden fazla Yahudi yurttaş, “Ya sev, ya terk et” komutu uyarınca ülkesini terketmek zorunda kalır.“Sev” emrine uyup kalanlar nüfus kayıtlarında “kod nmarası 3” olarak fişlenen Türk’lerdir! TALAT ULUSOY - TARAF

İzak BARON Diğer
23 Ekim 2013 Çarşamba

 

ARKASINDA İSRAİL PARMAĞI OLSUN YA DA OLMASIN, MİT MÜSTEŞARI FİDAN’A YÖNELİK YAYINLARIN DOĞRUDAN ERDOĞAN’IN DIŞ POLİTİKASINI HEDEF ALDIĞI İYİCE ORTAYA ÇIKMAYA BAŞLADI

Türkiye’yi Suriye’de el-Kaide bağlantılı gruplarla (ve Fidan’ın yüzünden) bağlantılı göstermekle, diğer yandan Suriye’deki Baas yönetimini en yakın müttefiki İran yanlısı göstermek İsrail açısından bir çelişki değil mi? İlk bakışta öyle. Bu konuda Ankara’da kulaklara fısıldanan senaryolar var. Buna göre İsrail destekli bazı lobiler Amerikan Kongresi gözünde Türkiye’yi de İran gibi terörizme destek olan bir ülke gibi göstermek için malzeme biriktirmeye çalışıyor olabilir. Kaynağı belirsiz iddialar önce internet sitelerinde ortaya atılıyor, sonra daha etkili yayın organlarında tekrarlanmak suretiyle kanı oluşturuluyor; istihbaratçılar arasında ‘temize çekmek’ denilen bir yöntem olarak söz ediliyor bundan. İstihbarat kaynağıma bunu soruyorum, ne doğruluyor ne yalanlıyor.

İsrail, Erdoğan’ın (en son, ne tesadüf 9 Ekim’de Ankara’ya gelen) Hamas lideri Halid Meşal ile ilişkisini de bu çerçevede her fırsatta gündeme getiriyor.

Zamanlama açısından Mavi Marmara ve Filistin’le bağlantı konusu da ilginç. Netanyahu, hatırlanacağı gibi 24 Mart’ta Obama’nın zorlamasıyla Erdoğan’ı arayıp özür diledi. Öldürülen 9 Türk vatandaşının yakınlarına tazminat verilmesi de bu anlaşmanın parçasıydı. Ancak İsrail ailelere yapılacak ödemelerin ‘tazminat’, yani işlenen suçun karşılığı olarak anılmasına karşı çıkıyor. Konuştuğum İsrailli diplomatlar ne iç politikanın buna izin verdiğini ne de İsrail askerlerinin öldürdüğü diğer ülke vatandaşları için örnek olmasının istendiğini söylüyorlar. Erdoğan’ın Gazze’ye İsrail toprağına ayak basmadan Refah kapısından gidişi projesinin 3 Temmuz Mısır darbesiyle suya düşmesinin ardından İsrail, ABD üzerinden baskı kurarak ‘tazminat’ konusunda Türkiye’ye geri adım attırmak istiyor olabilir. Davutoğlu, 16 Ekim’de ABD ve Fransa dışişleri bakanlarıyla yaptığı telefon görüşmelerinden sonra Türkiye’nin de Cenevre görüşmelerine katılacağını 17 Ekim’de Fidan açıklamasıyla birlikte ilan etti. Kabul etmek lazım ki Suriye artık daha çok bir ABD-Rusya oyununa döndü; diğer bütün aktörler ikinci rollere talip, BM dahil.

Ama Türkiye’nin Cenevre görüşmelerinde durumu toparlaması imkânı da yok değil. WSJ makalesinin ardından istihbarat kaynakları, 16 Mayıs Beyaz Saray görüşmesinden hemen sonra Türkiye’nin hem Suriye sahasında operasyona dair hem de siyaseten diplomasi alanında ABD, İngiltere ve Suudi Arabistan’ın taleplerini dikkate alan adımlar attığını kabul etmişti (12 Ekim 2013, Radikal). Yalnızca dışarıdan değil, Türkiye içinden de gelen eleştiriler ve sınır güvenliğinin tehlikeye düşmesi sonucu Ankara Suriye’de ‘aşırılık yanlısı’ diye nitelediği el-Kaide bağlantılı gruplara ilişkin tavrını değiştirmeye başladı. Erdoğan 2 Ekim, Davutoğlu 9 Ekim’deki konuşmalarında, el-Kaide’yi ismen terörist ilan edip kınadı. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin el-Kaide’yle ilişkisinin olmadığını anlatmaya çalışması bile, Ankara bunu resmen kabul etmeye yanaşmasa da, Suriye’de bu grupların Müslüman Kardeşler içinde nasıl büyüyüp geliştiğinin yeterince görülemediğinin, Beşşar Esed’e karşı ittifakta fazla seçici olmamanın faturasının böyle ödendiğinin kanıtı gibi. Buna bir kanıt da 15 Ekim’de Genelkurmay’ın Suriye’deki el-Kaide mevzilerinin bombalandığını açıklaması oldu; bu da bir ilkti. (Devamı PKK ile Kürt sorununa siyasi çözüm için süren diyalog için de yararlı olabilir.)

Arkasında İsrail parmağı olsun ya da olmasın, MİT Müsteşarı Fidan’a yönelik yayınların doğrudan Erdoğan’ın dış politikasını hedef aldığı iyice ortaya çıkmaya başladı. Hükümet Fidan’ın doğal olarak arkasında duruyor, doğrusu muhalefet de bu milli konuya fazla yüklenmiyor. Bu saldırıların Fidan’ın hareket kabiliyetini etkileyip etkilemediğini ise zaman gösterecek. Ancak Türkiye’nin içeride de dışarıda da Avrupa Birliği hedefinden uzaklaşıp, belirsizliklerle dolu Ortadoğu işlerine fzlaca daldığı eleştirileri giderek artıyor. AB’nin son ilerleme raporuyla Türkiye ile bağları koparmak istemediğini, demokratik gelişmelerin devamını istediği bir ortamda Suriye üzerine Cenevre görüşmeleri dış politikada bir ince ayar için iyi bir fırsat olabilir. Bu fırsat değerlendirilmeli.

Murat Yetkin

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat_yetkin/mit_yayinlarinin_arkasinda_israil_parmagi_mi_var-1156175

 

  • YANİ KARŞINIZDA, ‘İSRAİL AJANI’, ‘TÜRK DÜŞMANI’ KARALAMASIYLA ETKİSİZ HALE GETİREMEYECEĞİNİZ BİR KİŞİ VAR

New York Times’ın Türkiye ekonomisinin gidişatına, özellikle inşaat sektörüne ilişkin değerlendirmeleri ilgi çekiciydi. İktidara yakın şirketlerin ismini vererek ekonominin kritik bir noktaya gittiğine işaret ediyordu.

Türkiye’de çok dikkat çekmese de New York Times, Suriye sınırındaki gelişmeler, isyancıların nasıl silahlandırılıp eğitildiği haberleri ayrıntılarıyla bu gazetede yer aldı.

Ardından Wall Street Journal’ın Türkiye-İsrail ilişkilerine, Ankara’nın İran’a istihbarat servisi yaptığına dair haberi geldi.

Son noktayı Washington Post’un deneyimli yöneticisi ve köşe yazarı David Ignatius koydu: Ignatius’un iddiasına göre, Erdoğan (Hakan Fidan değil), Mavi Marmara olayına misilleme olarak İsrail adına çalışan 10 kadar İranlı’nın adını Tahran’a verilmesi emrini vermişti.

Bunların hepsi, dünyanın dört bir köşesindeki karar vericilerin günü gününe izlediği etkili gazeteler. Buralarda çıkan haberlere burun kıvırıp geçemezsiniz, geçerseniz bir bedeli olur. (Washington’ın Ignatius’un haberini yalanlamaması da önemli.)

Ignatius, baba tarafından Harput, Elazığlı bir gazeteci. Babası Donanma Bakanlığı, Washington Post’un başkanlığı gibi önemli görevlerde bulunmuş bir isim. Bunun sonucunda Ignatius, Harvard Üniversitesi’nden Cambridge Üniversitesi’ne uzanan mükemmel bir eğitim hayatına sahip olmuş ve her zaman Washington’un etkileyici yaşamının bir parçası olmuş.

Yani, yazdıklarını İsrail propagandası diye geçiştirmek mümkün değil. Çünkü Türkiye’nin 1915 tezlerini savunan Amerikalı akademisyen tarzı bir gazeteci değil.

Ignatius, casusluk tarzı 7 romana imza atmış ve bunlardan “Body of Lies”, ünlü yönetmen Ridley Scott tarafından beyaz perdeye aktarılmış.

Yani karşınızda, ‘İsrail ajanı’, ‘Türk düşmanı’ karalamasıyla etkisiz hale getiremeyeceğiniz bir kişi var. Elbette, kendi tabanınıza bunu yapabilirsiniz ama küresel dünyanın hiçbir oyuncusu size ciddiye almaz. Zaten şu anda Türkiye’nin dünya sahnesindeki en büyük sıkıntısı bu: Ciddiye alınmamak.

Ergun Babahan

http://t24.com.tr/yazi/washingtondan-gelen-haberlerin-mesaji-var/7647

 

  • İSRAİL VEYA ABD AK PARTİ’Yİ GERÇEKTEN “VURMAK” İSTESE ELİNDE DAHA İKNA EDİCİ MALZEMELER YOK MUDUR SİZCE?

The Economist’in 14 yıldır muhabirliğini yapıyorum. Bugüne kadar önüme herhangi bir “sipariş” konmadı. Batı basınına yönelik artık iyice bayatlamış komplocu yaklaşımları saçma buluyorum. İsrail veya ABD AK Parti’yi gerçekten “vurmak” istese elinde daha ikna edici malzemeler yok mudur sizce? Örneğin yolsuzluklar konusunda. Türk zihniyetini zerre kadar tanıyanlar Hakan Fidan’ı İsrail düşmanı şeklinde lanse ederek AK Parti’yi zayıflatacağını değil tam tersi güçlendireceğini bilirler herhâlde.

Her iki gazete de, yıllardır “İrancı” olan Fidan Suriye krizinin patlak vermesiyle birlikte neden İran’dan uzaklaşıyor sorusuna şu cevabı sunuyorlar: “İran Suriye’de Esad’dan yana tavır aldığı için.” Oysa “İrancı” olan birinin İran’ın bekasını yakından ilgilendiren Suriye’de yine İran’dan yana, dolayısıyla Esad’dan yana, tavır alması beklenmez miydi? Benim anladığım kadarıyla Hakan Fidan “İrancı” filan değil. Bal gibi “Türkiyeci”. Yani Türkiye’nin çıkarlarına konjonktür gereği kim ne şekilde hizmet ediyorsa onlardan yana tavır alıyor. Doğru olanı da bu. Esas tartışılması gereken husus şu: Fidan’ın sözkonusu çıkarları hangi kriterlere, vizyona ve verilere dayanıp tanımladığı. Muhakemesini ne şekilde kullandığı. Her iki makalede de bu konuya pek değinilmiyor. Ve profili çıkartılırken örneğin TİKA’da, Amerika’da geçirdiği yıllar hakkında doyurucu detay yok.

Ben Hakan Fidan’ı hayatımda görmedim. Ama Oslo ve İmralı süreci sayesinde yine de az da olsa Fidan hakkında fikir sahibiyim. Barışa sunduğu büyük emekten dolayı kendisini takdir ediyorum. Oslo’da kendisiyle masaya oturan Kürtlerin benzer hisler beslediğini biliyorum. Dün Twitter’da Fidan’ı Bilkent günlerinden doktora yaparken tanıyan Türkiye uzmanı Joshua D. Walker (@drjwalk) MİT Başkanı’nı şu sözlerle övmüş: “Hakan Fidan vatansever ve sadık biri. Türk İsrail gerginliğinin bir belirtisi olabilir ama yegâne sebebi değil.”

Amberin Zaman

http://www.duzceyerelhaber.com/amberin-zaman/19301-hakan-fidan-cok-seksi

 

  • MİT’İN (ESKİ) MÜTTEFİKİ MOSSAD’IN SIRLARINI İRAN’LA PAYLAŞTIĞI İDDİASI ANKARA AÇISINDAN YENİLİR YUTULUR DEĞİL

MİT’in (eski) müttefiki Mossad’ın sırlarını İran’la paylaştığı iddiası Ankara açısından yenilir yutulur değil. Bu iddiayı Washington Post’tan Ignatus’un yazması da Yalçın Akdoğan’ın Star gazetesindeki köşesinde CIA ya da Mossad’ın MİT’e bu tür bir çalım attığını iddia etmesi kadar dikkate değer bir durum.

Ancak yakın geçmişi biraz kurcalarsak, son bir haftada maruz kaldığımız haber bombardımanının iki yıllık bir geçmişi olduğunu görürüz. Hakan Fidan, 25 Mayıs 2010 günü MİT’e müsteşar oldu. Aradan üç ay bile geçmeden, dönemin İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, 1 Ağustos 2010 günü, ‘açık mikrofonları fark etmeden’, “Türkiye dost bir ülke ve stratejik bir müttefik. Fakat son haftalarda İran destekçisi bir adam Türkiye Mossad’ının başına atandı. Onların elinde önemli miktarda sırrımız var. Son iki aydaki izlenimimiz, bu sırları İran’a açabilecekleri şeklinde. Bu da çok rahatsız edici” demişti.

Bir gün sonra İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy Dışişleri’ne çağrılıp Türkiye’nin rahatsızlığı iletilse de Barak, 4 Ağustos 2010 günü İsrail Radyosu’ndaki söyleşisinde Fidan’la ilgili sözlerinin arkasında olduğunu belirterek “Bizim haklılığımız, eleştirilerimizin doğru olmasından kaynaklanıyor” demişti.

Bu açıklamanın önünde Mossad’ın İran’da işlediği cinayetler, arkasında ise bu cinayetlerden sonra İran’daki bazı Mossad işbirlikçilerinin deşifre olması haberleri var. Ocak 2010’da evinin önünde öldürülen nükleer fizikçi Mesud Ali Muhammedi’nin katil zanlısı olarak ‘üçüncü bir ülkenin verdiği bilgiyle’ Mecid Cemali Faşi’nin yakalandığı basına yansımıştı. Aynı günlerde İran devlet medyası 15 yerli ve yabancı kişinin ajanlık iddiasıyla yakalandığını duyurmuştu. Faşi 15 Mayıs 2012’de idam edildi. İdam haberleri Faşi ile de sınırlı kalmadı. İran medyası, Mayıs 2013’te de Muhammed Heydari’nin Mossad, Kuroş Ahmedi’nin de CIA’e çalıştığı gerekçesiyle idam edildiğini duyurdu.

Sanırım, yazıların arkasındaki kaynaklar, Mossad’ın deşifre olmuş bir operasyonunun faturasını MİT’e kesmek niyetinde. Bunu bilip de Fidan ile ilgili analizlerin Mossad içinde bir gruptan ya da ABD’deki neo-com ekipten bağımsız olduğunu söyleyemeyiz. Hatta, yayınların, aynı zamanda Obama yönetimini hedeflediğini söylemek de mümkün. Çünkü İran-ABD yakınlaşması, MİT-Hamas ilişkisi gibi faktörler nedeniyle, Ortadoğu Barış Süreci’ne yoğunlaşmaya çalışan Obama, dolayısıyla da CIA yönetimi, gelecek dönemde ‘tedirgin’ ve ‘güvensiz’ bir modda da olsa MİT ve Hakan Fidan’la çalışma eğiliminde.

Deniz Zeyrek

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/deniz_zeyrek/istihbarat_krizi_firsat_yaratabilir-1156290

 

  • DAVİD IGNATİUS’UN YAZISI, NE OLURSA OLSUN, TÜRKİYE İLE İSRAİL ARASINDA ZATEN HİÇ DE İYİ OLMAYAN İLİŞKİLERİ DAHA DA KÖTÜLEŞTİRME GİBİ BİR ROLÜ ŞİMDİDEN OYNAMIŞ DURUMDA

David Ignatius’un yazısı, ne olursa olsun, Türkiye ile İsrail arasında zaten hiç de iyi olmayan ilişkileri daha da kötüleştirme gibi bir rolü şimdiden oynamış durumda.

International New York Times (eski International Herald Tribune) cuma günkü sayısında bu tespiti başlığına taşımış ve Mossad’ın eski başkanı Danny Yatom ile adını saklı tutan üst düzey bir İsrailli yetkilinin sözlerine yer vermişti. Yatom, Türkiye’nin İran, Irak ve Suriye ile komşu olması sayesinde, İsrail istihbaratının bu hasım ülkelerden kişilerle temas kurmak bakımından çok uygun olduğuna işaret ettikten sonra, “Türklerle eskiden olduğu gibi açık ilişkimiz yok. Türklerin bizi tehlikeye düşürecek bilgileri İranlılara aktardığından kuşkulanıyoruz” diyor açık açık.

Adı saklı tutulan İsrailli yetkili ise “Özür dileme sanki hiç olmamış gibi” diyor ve devam ediyor: “Suriye ve İran gibi, Türkiye ile İsrail arasında çok sayıda stratejik çıkar olduğuna inanıyoruz ve bu olanı arkamızda bırakmamız lazım. Ama Türkler böyle bakmıyorlar.”

Türkiye’de Washington Post makalesindeki bilgilerin yalan olduğunun açıkça ifade edilmesinden ziyade, öyle bir yayının amacının –İsrail ima edilerek- Tayyip Erdoğan iktidarına yönelik bir ‘psikolojik harekât’ ya da Ahmet Davutoğlu’nun deyişiyle ‘kara propaganda’ olduğu öne sürüldü.

David Ignatius’un ‘birilerindan aldığı iddia edilen o bilgiler’ yalan değil mi? Bütün bunlar, Hakan Fidan’a ve onun üzerinden Tayyip Erdoğan’a yönelik bir ‘psikolojik harekât’ olamaz mı? Bunun arkasında İsrail bulunamaz mı?

Bunların hepsi mümkündür. Hatta mümkünden öte muhtemeldir diye düşünülebilir. Olabilir.

Peki, Washington Post’ta yansıtılan ve ‘kara propaganda’ ve ‘psikolojik harekât’ niyeti varsa, kesinlikle buna yarayan o ‘iddialar’ gerçek olabilir mi?

Olmasa daha iyi olur. Biz, ‘olmaz’ diyelim.

Şunu bilerek: Ortadoğu’da –özellikle son birkaç yıl içinde- ‘olmaz olmaz’...

Cengiz Çandar

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/eger_ortadogu_ise_olmaz_ya_da_olmaz_olmaz-1156291

 

  • BU YAZILARIN AMACI ERDOĞAN YA DA FİDAN’I BELLİ KONULARDA POLİTİKA DEĞİŞİKLİĞİNE ZORLAMAK DEĞİL BENCE VEYA OLSA OLSA BU İKİNCİL BİR HEDEF OLABİLİR

Son haftalarda Amerikan basınında MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında çıkan kara propaganda yazıları da uğursuz bir Déjà vu duygusu yaratıyor insanda. The Wall Street Journal ve Washington Post’un yazarları şık kıyafetlerin içinde, kadife eldivenlerinin içine sakladıkları ellerini sallayarak, fevkalade ‘medeni’ bir şekilde konuşuyorlar ama önünde durdukları duvarın arkasından çok kötü kokular geliyor.

Fidan, Suriye’deki cihatçıları örgütlemekle, İsrail hesabına çalışan İranlıları İran’a ihbar etmekle suçlanıyor. Türkiye’nin Suriye’de oynadığı rolü biz de eleştiriyoruz. Ama Amerikan medyasında çıkan yazıları okuduğunuzda, bunların bir eleştiri, uyarı falan olmadığını, belli çevreleri manipüle etme amacı taşıdığını görüyorsunuz.

Bu yazıların Türkiye’yi Suriye politikası konusunda sıkıştırmayı, İran’dan alınacak doğalgaz ve Çin’den alınacak savunma sistemleri için cezalandırmayı amaçladığını söyleyenler oldu.

Şüphesiz ki bunlar etkili olabilir. Ama ben, gazetelere parça parça bazı bilgiler vererek onları yönlendiren Amerikan ve İsrail istihbaratlarının daha büyük bir oyun planları olduğunu düşünüyorum. Bu yazıların amacı Erdoğan ya da Fidan’ı belli konularda politika değişikliğine zorlamak değil bence; veya olsa olsa bu ikincil bir hedef olabilir.

Asıl hedef, başta Amerikan yönetimi olmak üzere, bütün Batı’ya AK Parti hükümeti ve Erdoğan’ın birlikte çalışılması mümkün olmayan, güvenilmez, fanatik ve radikal bir İslamcı olduğunu kanıtlamak.

Orhan Kemal Cengiz

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/orhan_kemal_cengiz/buyuk_ortadogu_projesi_ve_hakan_fidan-1156396

 

  • TÜRKİYE TAM TERSİ HAMLELER YAPARSA BU İŞİ YENİDEN LEHİNE ÇEVİRECEKTİR

Tersinden düşünmekte her zaman yarar var. Şu son "Hakan Fidan olayı"na zannediyorum bugüne kadar hep İsrail cephesinden baktık. Ne yanlış ne yalan. David İgnatius işin içindeyse, yazı WSJ'de yayınlanmışsa ve malum içeriğe sahipse ne diyeceksiniz? Buna, aramızda, ne yazık ki, cereyan eden olumsuzlukları katınca İsrail işin baş müsebbibi olarak sivriliyor.

Ama ben konunun böyle geçiştirilebileceği kanısında değilim. Son kertede İsrail'in ABD'den, hele o düzeyde, bağımsız hareket edeceğini sanmıyorum.

Öyle bir iddiaya inanmamı gerektirecek tek bir karine yok ortada. İsrail, yazının öne sürdüğü iddialar söz konusu oldu mu, daima ABD ile birlikte hareket eder. İki devlet birbirini yedekleyerek dünya siyaseti sahnesinde boy gösterirler.

Bunda da şaşacak bir şey bulunmuyor, bilinen malum tarih ve ilişkilerden sonra.

O zaman bakışımızı biraz kaydırıp asıl düğüm noktasını ABD'nin oluşturduğunu neden düşünmeyelim?

(...) Bence Türkiye de tam tersi hamleler yaparsa bu işi yeniden lehine çevirecektir.

Her şeye rağmen İsrail'le ilişkilerini düzeltmesi (hem de Netanyahu'ya, hem de Mavi Marmara'ya, hem de Filistin'e rağmen, kaldı ki belli ilişkilerin zaten bu sorunlara rağmen devam ettiğini biliyoruz) bilhassa Suriye politikasında, Batının "radikal unsurlar" diye gördüğü kesimlerle arasına mesafe koyması, o ülkedeki müstakbel değil fiili durumu hesap ederek siyaset yapması gerekiyor.

Dost görünenlerin dostluğu da zaman zaman sınanmalı...

Hasan Bülent Kahraman

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2013/10/21/en-nihayet-amerika

 

  • TÜRKİYE ÇIKAN YAZILARA FAZLA ÖNEM VERMEDEN BİR AN EVVEL İSRAİL İLE NORMALLEŞME KONUSUNU SONUCA ULAŞTIRMALI

Bugün İran ve Türkiye arasında Suriye ve NATO radarları nedeniyle ilişkiler çok daha olumsuz yönde. O nedenle asıl ilginç olan konu bu yazıların neden şimdi ortaya çıktığı. Yani zamanlama. Çok fazla komplo teorisi kurmadan basit bir soru sormak gerekiyor: Eğer Türkiye şu ana kadar İsrail ile ilişkilerini normalleştirmiş olsaydı bu yazıların bir değeri olur muydu? Türkiye İsrail ilişkilerinde son pürüz olan tazminat konusunda bile sonuç alınacak ve çözüm getirecek bir aşamaya gelinmişken bu yazıların çıkıyor olması manidar. Genelde bu tür basın haberleri ve yazılar daha çok ABD Kongresi üzerinde etkili olur.

Bu nedenle Kongre'de Türkiye'den rahatsızlık duyan gruplar üzerinde de durmak gerekiyor. İsrail lobisi dışında son zamanlarda ABD silah lobisinin de Türkiye'nin Çin füzeleri alacak olması konusundaki endişelerini hesaba katmak gerekiyor.

Bugün geldiğimiz noktada kanımca Türkiye ve İsrail arasında normalleşme yaşanmasını istemeyen kesimler de var. Bu kesimlerin bir korkusu Türkiye'nin Hamas üzerindeki etkisi. Hamas'ın Kahire'deki en önemli dostu Mursi darbe sonucu artık iktidarda değil.

Suriye'deki gelişmeler de Hamas'ın hesaplarını altüst etti. Şii cephesinde Şam ve Tahran ile köprüleri atan Hamas için bölge genelinde tek sağlam dayanak artık Türkiye. İşte bu nedenle şu anda Ankara'nın önünde ciddi bir Hamas fırsatı var. Bölgede bir süredir yalnız kalan Türkiye için Ortadoğu Barış sürecinde yeniden aktör haline gelmenin yolu Gazze'den geçiyor. Hamas'ı barış sürecinde masaya getirmek Türkiye'nin bölgesel prestijini yeniden artıracak ve ABD ile ilişkilere de olumlu etkide bulunacaktır.

O nedenle Türkiye çıkan yazılara fazla önem vermeden bir an evvel İsrail ile normalleşme konusunu sonuca ulaştırmalı.

Ömer Taşpınar

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2013/10/21/abd-medyasinda-mit-dalgasi

 

  • HER HALÜKÂRDA BU HABER VE YAZININ ARDINDAN TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR SOĞUK DALGA YAŞANMASI ŞAŞIRTICI OLMAYACAKTIR

Böyle bir yazının neden yazıldığı üzerine Wall Street Journal Gazetesi'nin haberinin de etkisiyle epeyce yazıldı çizildi. Türk istihbarat çevrelerinin değerlendirmelerini merak edenler Radikal Gazetesi'nde Murat Yetkin ve Deniz Zeyrek'in kapsamlı ve kaynaklara dayalı yazılarına bakabilirler. Her halükârda bu haber ve yazının ardından Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir soğuk dalga yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır.

Hakan Fidan'ın kendi başına buyruk bir siyaset oluşturduğunu söylemek saçma olur. Başbakan Erdoğan'ın en güvendiği kişilerden birisi olarak göreve gelmiştir. Nitekim hatırlanacağı gibi kendisi sorgulanmak üzere özel yetkili mahkeme tarafından İstanbul'a çağrıldığında Başbakan Erdoğan mealen "Oldu olacak beni çağırsaydınız" demiş ve hemen çıkarılan bir kanunla Fidan'ı korumaya almıştı.

Bu olguların ışığında Hakan Fidan gazetelerde iddia edilen siyasetleri izlediyse bunu ancak hükümet politikası çerçevesinde yapmıştır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun iki gündür vurguladığı gibi de Türkiye'nin siyasetini uygulayan bir yetkilinin "vazifesi dolayısıyla" suçlanması saçmalığın daniskasıdır.

Gelgelelim ABD başkentinde ve Türkiye üzerine düşünenler arasında Türkiye-ABD ilişkilerinin gergin bir dönemden geçtiği görüşü hâkim. Bu durumda yapılacak olan "Eyvah ABD bize bu haberlerle ve yazılarla aba altından sopa gösteriyor" demek değildir elbette. Egemen bir devlet olarak Türkiye kendi çıkarlarına uygun gördüğü politikaları uygulayacaktır.

Hele ki Ortadoğu'da alışılagelmiş tüm ilişkilerin değiştiği, tüm aktörlerin farklı rollere soyunduğu, bir dönemde yeni açılımlar denenmelidir.

Ancak asıl gereken böyle haberler nedeniyle buluttan nem kapmak ve gereksiz böbürlenmelere kapılmaktan kaçınıp Türkiye'nin özellikle son üç yıldır izlediği politikanın doğru ve ülke çıkarlarına uygun olup olmadığını dürüstçe ve akıllıca tartışmaktır.

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/887065-turk-amerikan-gerginligi-2

 

  • BİR DIŞ SİYASET KONUSU OLUP ÖZÜNDE ARAP VE YAHUDİ MİLLİYETÇİLİKLERİNİN ARASINDAKİ BİR TOPRAK KAVGASININ ULUSAL DÜZLEMDEN DİNSEL DÜZLEME YANİ MÜSLÜMAN- MUSEVİ ÇATIŞMASINA KAYDIRILARAK İÇ SİYASETTE ARAÇSALLAŞTIRILIP OYA TAHVİL EDİLMESİ TÜRKİYE YAHUDİLERİNİN BAŞLICA SIKINTISI

Şalom gazetesi yazarı Denis Ojalvo, 'Kanun taslağı aslında bir suçun nefret saikiyle işlendiği takdirde cezasının artırılmasını öngörüyor. Ancak bu önlem, bataklığı kurutmaktan çok, sivrisinekleri teker teker öldürmeye çalışmaya benziyor. Diğer bir deyişle önemli olan şey nefret suçuna çanak tutan ortamın caydırılmasıdır' diyor.

“Demokratikleşme Paketi”nde, “nefret suçlarına yönelik cezaların artırılacağı” yönünde düzenlemenin yer almasının ardından, Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı nefret suçları yasa taslağı ana hatlarıyla ortaya çıktı. 6-7 Eylül olaylarının da dikkate alındığı belirtilen taslakta, nefret saikiyle işlenen her suça değil, belli suçlara ceza artırımı öngörüldü.

Buna göre, kasten öldürme, kasten yaralama, tehdit, yağma, işkence, mala zarar verme ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçları nefret ve önyargı saikiyle işlenirse verilecek cezalar artırılacak. Yaşam tarzı tercihlerine müdahaleye 3 yıl hapis verilecek hakaret suçunda ise hapis cezası kalkacak. Ancak, cinsel saldırı, cinsel taciz, çocukların istismarı, eziyet, haksız arama, konut dokunulmazlığının ihlali, genel güvenliğin tehlikeye sokulması, ibadethane ve mezarlıklara zarar verilmesi suçları nefret saikiyle işlense de ceza artırımı olmayacak. Taslağın en çok eleştirilen bölümü ise nefret cinayetlerinin en fazla kurbanı olan “cinsel yönelimi” dışarıda bırakıyor olması.

Biz de “Demokratikleşme Paketi”nin getirdiği söz konusu düzenlemeyi, Türkiye’de nefret söylemine en fazla maruz kalan gruplarla konuştuk. Transseksüeller, Yahudiler, Aleviler ve engelliler, nefret suçları yasa taslağını yorumladı...

Önce, Şalom gazetesi yazarı Denis Ojalvo ile konuşuyoruz.

- Siz bu maddeyi nasıl yorumluyorsunuz ve nefret suçlarının yalnızca ceza artırımıyla çözülebileceğine inanıyor musunuz?

Nefret suçlarına yönelik cezaların artırılması olumlu bir şey. Kanun taslağı aslında bir suçun nefret saikiyle işlendiği takdirde cezasının artırılmasını öngörüyor. Ancak bu önlem bataklığı kurutmaktan çok, sivrisinekleri teker teker öldürmeye çalışmaya benziyor. Diğer bir deyişle önemli olan şey nefret suçuna çanak tutan ortamın caydırılmasıdır. Bunu yapmanın yolu ise eğitim, sivil toplum girişimleri ve hukuktan geçiyor. Eğitim konusunda, okullarda içeriği amaca yönelik olarak yeniden düzenlenmiş yurttaşlık bilgisi dersleri verilebilir. Tarih dersinde, faşizm, nazizm ve diğer totaliter ideolojilerin insan haklarını sözüm ona devlet veya toplum adına nasıl baskı altına alıp ihlal ettikleri işlenir.

İkinci olarak, sivil toplum kuruluşları ayrımcılık yapan kişi ve kuruluşları kamuoyuna teşhir edecek ve utandıracak faaliyetlerde bulunabilirler. Ve son olarak hukuk ayağında, ombudsmanlık müessesesinin sadece bir Sayıştay gibi çalışmayıp özellikle bir “halk şikâyetleri komiseri” işlevini yerine getirmesi gerekir. Devlet katında aykırı veya azınlık kimliği yüzünden ayrımcılığa uğradığı kanaatinde olan vatandaşı bu kurum sahiplenebilir. Unutmamak gerekir ki, nefret suçuna ortam hazırlayan başlıca etmen “nefret söylemi”dir.

- Peki, nefret söylem ve eylemleri ne şekilde hayata geçiyor?

Bir dış siyaset konusu olup özünde Arap ve Yahudi milliyetçiliklerinin arasındaki bir toprak kavgasının ulusal düzlemden dinsel düzleme yani Müslüman- Musevi çatışmasına kaydırılarak iç siyasette araçsallaştırılıp oya tahvil edilmesi Türkiye Yahudilerinin başlıca sıkıntısı.

- Türkiye’deki Musevi cemaati için yakın tarihteki kritik olay nedir sizce?

2000’li yıllardaki kritik tarihler kanımca Türkiye-İsrail ilişkilerinin bir türevi durumunda. Özellikle mukaddesatçı eğilimli yazılı ve görsel basında İsrail konusu bilinçli olarak yanlı bir şekilde işlendikçe, Türkiye’deki Yahudi aleyhtarlığı tavan yapmıştır. Bunun neticesinde “durumdan vazife çıkaran” kendini bilmez kişiler 2003 yılı ağustosunda siyasetle hiçbir ilgisi olmayan dişçi Yasef Yahya’yı katletmişlerdir. İki ay sonra ise mahut sinagog saldırıları yaşanmıştır

Meltem Yılmaz

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=447530&kn=7&ka=4&kb=7

 

  • RESMİ OLARAK KABUL EDİLMEK İSTENMESE DE TÜRKİYE’DE IRKÇILIK GÜNLÜK HAYATIN BİR PARÇASI

Polonya’nın doğusundaki Majdanek toplama kampı, 1941’den 1944’e kadar Nazilerin ölüm kustuğu onlarca işkence merkezinden biriydi. Bugün insanlığın en sefil anlarına ev sahipliği yapmış bir müze olarak kullanılıyor. Geçen hafta öğrenci değişim programıyla Polonya’da bulunan iki Türk genci bu kampı ziyaret etti. İddialara göre kampı ziyarete gelen İsrailli bir gruba Hitler’in meşhur ‘Heil’ selamını verdikleri için de gözaltına alındılar.

Polonya yasalarına göre üç yıl hapis cezasıyla yargılanacak olan gençler, yaptıklarının ‘masum bir şaka’ olduğunu söyledi. Tabii ki yaptıkları hareket bir şaka olabilir. Fakat Türkiye’de özellikle internette sayıları gittikçe artan ırkçı grupların pek de şaka kaldırır yanı yok.

Resmi olarak kabul edilmek istenmese de Türkiye’de ırkçılık günlük hayatın bir parçası. İzlerini sokaktan stada pek çok yerde görmek mümkün. Bugün bir kesim, ırkçılığı açıkça dile getirmekten çekinmiyor. Son dönemde internet üzerinden organize olan ırkçı grupların sayısında gözle görülür bir artış var. Bunların içinde en çok dikkat çekeni kendilerini ‘Türk Naziler’ olarak adlandıranlar. Facebook’ta farklı grupları ve internet siteleri var. Birbirleriyle de mücadele içinde olan bu grupların ortak paydası ırkçılık.

Irkçı gruplar arasında en ‘sofistike’ olanı ‘Türk Nazi Partisi’ isimli oluşum. Kendilerine ait internet sitesinde “sosyal medyada şubemiz yoktur” şerhi düşen Türk Nazi Partisi, amaçlarını “Türk Nasyonel Sosyalizminin tarih içinde, Türk halkının ihtiyaçlarına göre belirlenmiş ilkelerinin halkımıza anlatılması ve Türk Nazizminin temel esaslarını ortaya koymak” olarak açıklıyor. Yani ‘Türk tipi Nazizm’den bahsediyorlar.

Gökçe Aytulu

http://www.hurriyet.com.tr/planet/24908479.asp

 

  • BİZİM OĞLANLAR "GIRGIR OLSUN DİYE YAPTIK, YASAK OLDUĞUNU BİLMİYORDUK" DİYORLAR

Lakin bizim oğlanlar yapmışlar. Mehmet ile Mesut...

Lublin'den kalkıp Maydanek kampını gezmeye gitmişler, "hoşluk olsun diye" ellerini kaldırıp resim çektirmişler, bu yetmiyormuş gibi bir de "Heil Hitler" çekmişler...

Kampı gezmekte olan İsrailli bir grup öğrenci de varmış ortalıkta, bunları ihbar etmişler tabii, hemen gözaltı...

O İsrailli gençler ellerinde Hazret-i Davut yıldızlı bayraklarla gezerler ve dedelerinin, ninelerinin ruhlarına mum yakarlar, taş koyarlar... Bu kamplarda aynı zamanda ibadet edilir.

Bizim oğlanlar "gırgır olsun diye yaptık, yasak olduğunu bilmiyorduk" diyorlar.

Münih'te de bir Türk işçisi, aklı sıra şirinlik yapmak için Almanlar'a Heil Hitler demişti de kendini kodeste bulmuştu...

Bileceksin. Hadi o gurbetçimiz ilkokul mezunu cahil bir kızcağızdı, sen "Erasmus değişim projesine" yani talebe mübadelesi programına yazılıp Lublin Üniversitesi'ne gitmiş adamsın, bileceksin.

Ya da üniversite öğrencisi olduğundan utanacaksın.

Engin Ardıç

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2013/10/14/ogreneceksin-yavrum

 

  • ARTIK YETER!.. YAHUDİLER NE İSTİYORLAR?.. YİYİP İÇTİKLERİ, KEYİF SÜRDÜKLERİ BU VATANDA HÂLÂ VE HÂLÂ CEMAAT HAYATI YAŞAMAK... İSTİYORLAR..’.”

“Ermeni denince aklımıza derhal aşırı düşman, komitacı, katil bir tip gelir değil mi? Gerçekte öyledir de... Türk vatanında Türkçe konuşmak gereğini düşününüz, şu okuyacağınız olayı düşününüz, sonra da karar veriniz. Görünüz bu komik tehlike karşısında biz nasıl feryat etmeyelim, Yahudilerin zihniyetinin imhası için bu vefasız millete ait kurumların dağıtılmasını nasıl istemeyelim!..

Ermenilerle Yahudileri kıyaslarsak ne netice alırız?

Ermenilerle Yahudileri kıyaslamak için Son Saat gazetesinin yazdığı şu olayı hep beraber okuyalım:

 ‘Aydın gençlerimizin Türkiye’de Türkçeyi egemen kılma çalışmalarının Müslüman olmayan vatandaşlarımızda yaptığı etkiyi gösteren bir olay, önceki gün Şişli tramvayında cereyan etmiştir.

Tramvay henüz garaj önündedir... Kondüktör henüz hareket etmemiş olduğu halde bir yolcu:

Osmanbey’e geldik mi? diye sormuştur. Kondüktör de:

Hayır Toptaşı’ndayız!..cevabını vermiştir. Şakayı şakayla karşılamıştır.. Doğal olarak tramvayda herkes gülüşmektedir. Bu arada ön sırada oturan Musevi bir genç de... Kondüktöre Türkçe şakalar yapmıştır.

Bir müddet sonra tramvaya diğer bir yolcu gelmiş, bu gencin yanına oturmuştur. Yolcunun bastonunun ucu Musevi’nin pantolonuna hafifçe dokunmuştur. Bu Musevi genç derhal sinirlenmiş ve Fransızca olarak:

Mösyö pantolonumu kirlettiniz! , demiştir. Yolcu bu seslenişten bir şey anlamamış, genç sözünü Fransızca tekrarlamıştır.

Bastonlu zat:

Türkçe söyleyiniz efendim, diye pek kibar bir biçimde bir uyarıda bulunmuş ise de bu Musevi güya hiç Türkçe bilmediğini ve yabancı olduğunu kanıtlar gibi elleriyle gözleriyle işaret yapmaya başlamıştır. Bu hali gören tramvaydaki Ermenilerden biri dayanamamış:

Demin bülbül gibi Türkçe konuşuyordun ne çabuk unuttun?..

Türk vatanında Türk dilinin egemen olmasından daha doğal ne olabilir?.. İtalyan Başbakanı Mösyö Mussolini’nin Tirol eyaletindeki Almanlara İtalyancayı konuşturmaya azmetmiş olması, Türk vatanında Türkçeyi egemen kılmaya azimli ve kararlı olmamızdan herhalde daha doğal değildir.. Kaldı ki biz Yahudilere hiç çekinmeden, asla ikircime düşmeden (vatandaşlık) tahsis ettik. Fakat onlar...

 ‘Hayır, Türkçe konuşmayacağız!’ diyorlar.

Artık yeter!.. Yahudiler ne istiyorlar?.. Yiyip içtikleri, keyif sürdükleri bu vatanda hâlâ ve hâlâ cemaat hayatı yaşamak... istiyorlar..’.”

Talat Ulusoy

http://www.taraf.com.tr/talat-ulusoy/makale-masumiyet-muzesi-2.htm

 

  • ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE BİR SOYDAN GELMEK NE ÜSTÜNLÜK NE DE ESARET SAYILACAKTIR. İSRAİL ARAPLARLA EŞİT YAŞAYACAKTIR. BU AMAÇLA HAZIRLIK YAPILMAKTADIR

Farklı olmak, toplumun diğer fertlerinin dışında sayılmak iyi değildir. Yahudiler ABD de dahil bir çok ülkede farklı algılanır. İsrail içinde kendilerini güven içinde görmezler hep bir terörist saldırı ile karşılaşmak endişesi taşırlar. Fakat önemli bir avantaja sahiplerdir ve her ülkede onların müreffeh hatta zengin olmaları doğal sayılır. Dünyanın bugünkü şartlarında para çok önemli bir silah olarak görüldüğü ve geleceği bu konuda kazananların şekillendireceği düşünülüyor. Bu biraz abartılı olsa bile dünyadaki para trafiğinin önemli bir bölümünü kontrol ettikleri için etkileri hissedilecektir. Ancak bu durum onlara yönelik olumsuz tavrın büyümesine de sebep olabilir. Yani insan diğer insana eşittir ve doğuştan, özellikle soyu nedeniyle ne geride kalmalı ne de öne çıkmalıdır. Yahudiler için her iki vasıf da geçerli sayılmaktadır.

Önümüzdeki dönemde bir soydan gelmek ne üstünlük ne de esaret sayılacaktır. İsrail Araplarla eşit yaşayacaktır. Bu amaçla hazırlık yapılmaktadır. İnsanların doğuştan bazı iyi vasıfları olabilir. Sesi güzeldir ve sıradan bir insanın tasavvur bile edemeyeceği maddi ve manevi zenginlik içinde yaşarlar. Zeki olanlar toplumun gözde insanları olurlar. Ancak soyların böyle farklılıkları yoktur yetiştiği şartlar onu farklı kılabilir. Doğumdaki farklılıklar soydan kaynaklanmaz biyolojik bir olgudur.

Geçmişte Türkiye İsrail’i çok önemsedi hatta 1990’larda İsrailli memurlar güvenlik güçlerimize mücadeleyi öğrettiler. Şimdi bölgedeki insanların olumsuz düşünceleri nedeniyle değil tüm insanları eşit gördüğümüz için onlar da aynı davranışımıza göre aynı şekilde muamele göreceklerdir. Onların ne kazandıklarını yanlış bulacağız ne kaybettiklerinde durumu paylaşacağız. İnsanlar eşittir ve hepsinin iyiliğine iyilikle, düşmanlığına daha çok karşı geleceğiz.

Mahir Kaynak

http://haber.stargazete.com/yazar/israilin-rolu/yazi-798763

 

  • EVET, ZAHİRDEKİ İRAN–İSRAİL DÜŞMANLIĞI, SADECE KARŞILIKLI OLARAK İKTİDARLARIN TEKERLEKLERİNE YAĞ SÜRMEKLE KALMIYOR, İSRAİL’İN ETRAFINDAKİ BATILI KORUMA VE YARDIM DUVARINI SÜREKLİ GÜÇLENDİRDİĞİ GİBİ, İRAN’A DA İSLÂM DÜNYASINDAKİ MÜSLÜMAN KİTLELER NEZDİNDE PRESTİJ SAĞLIYOR

26.08.2012 tarihli Haaretz gazetesinde Aner Shalev imzalı, genelde dünyada, özelde “Ortadoğu”da olup bitenleri anlamamıza yarayacak çok güzel bir makale yayımlandı. ‘İsrail ve İran: Ebedî Müttefikler’ başlığını taşıyan makalede Shalev, özetle şöyle diyor:

“İran, İsrail’e ölesiye muhtaç. İsrail olmasa, İran onu icat eder. Bundan dolayı da, İran için İsrail daha uzun yıllar yaşamalıdır. Ayetullahların rejiminin İsrail karşıtı çılgın retoriği kitleleri asıl meselelerinden uzaklaştırıyor. Nefret, daima rejimleri güçlendiren birleştirici bir güç olmuştur. İçeride gerilimi düşürmek için şeytanlaştırılmış haricî bir düşman gibisi olamaz. İran, bunu bütün beklentilerin üstünde olarak başarıyor. İsrail, İran’a yardım ediyor. İran’a saldırının eli kulağında olduğu tehditleri, Ayetullahların rejiminin tekerleklerini yağlıyor. Diğer yandan, İsrail de ölesiye İran’a muhtaç. İran olmasa, İsrail onu icat eder. İran, İsrail için daima var olmalıdır. Nefret ve düşmanlık söylemleri, bilhassa sağcı iktidarlar için etkili kontrol mekanizmaları olmuştur. Netanyahu’nun İran karşıtı çılgın retoriği, kitlelerin dikkatini asıl problemlerinden uzaklaştırmaktadır. İran’ın İsrail’i tehditleri, Netanyahu hükümetinin tekerleklerini yağlıyor.”

Evet, zahirdeki İran–İsrail düşmanlığı, sadece karşılıklı olarak iktidarların tekerleklerine yağ sürmekle kalmıyor, İsrail’in etrafındaki Batılı koruma ve yardım duvarını sürekli güçlendirdiği gibi, İran’a da İslâm dünyasındaki Müslüman kitleler nezdinde prestij sağlıyor. ABD ve İsrail karşıtlığı üzerine kurulu bir retorik, müthiş prim yapıyor İslâm dünyasında. Kitleler, arkada ne olup bittiğini bilmedikleri için bu primin ağlarına takılıp sürüklenebiliyor ve retorikteki karşıtlık, değerlendirmelerde en önemli ölçü haline geliyor.

Ali Ünal

http://www.zaman.com.tr/ali-unal/israil-ve-iranin-uc-silahi_2154505.html

 

  • “TÜRKİYE BİZE METRES GİBİ DAVRANIYOR. HÂLBUKİ EVLENDİK, EVLİLİĞİMİZİ BİR TÜRLÜ AÇIKLAMIYOR.”

28 Ağustos 1958 günü İsrail’in El Al Havayolları’na ait bir uçak teknik arıza nedeniyle Yeşilköy Havalimanı kulesinden zorunlu iniş için izin ister. Ambulanslar, itfaiyeler uçağın ineceği yere doğru hareket ederler.

Dönemin gazetelerinde küçük bir haber olarak yer alan o uçağın sırrı 30 yıl sonra ortaya çıkar. Eski İsrail istihbarat subayı, gazeteci Samuel Segev, İran Üçgeni kitabında uçağın Başbakan Menderes’le gizli bir gelişme için Türkiye’ye gelen İsrail Cumhurbaşkanı Ben Gurion ve Dışişleri Bakanı Golda Meir’ı taşıdığını, acil inişin senaryonun parçası olduğunu yazar.

Senaryoya göre, acil iniş yapan uçak boşaltılacak, Ben Gurion özel bir uçakla gizlice Ankara’ya getirilecektir. Ama havalimanındaki yoğun tedbirler yüzünden plan bozulur. İsrail Cumhurbaşkanı ve heyeti bir ambulansa bindirilerek olay yerinden uzaklaştırılır ve Ankara’daki görüşmeye götürülür...

David İgnatus, Washington Post’taki meşhur Hakan Fidan yazısında Türk ve İsrail istihbaratı arasındaki ilişkinin başlangıcı olarak işte 1958 yılındaki bu gizli ziyareti gösteriyor. Ne tuhaf ki Fidan’ın İrancılıkla suçlandığı yazıdaki o gizli görüşme İran Şah’ı Pehlevi’nin tavsiyesiyle gerçekleşir. Sovyetler'in Orta Doğu’daki etkisine, esas olarak da onun güdümündeki Nasır rejimine karşı İsrail’in ABD’nin de desteğiyle Türkiye, İran ve Etiyopya ile kurmak istediği denge politikasının adı çevresel ittifak stratejisidir. Politikanın baş mimarlarından biri ise MOSSAD’ı 1946’da Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda kuran, bu gizli görüşmeyi organize eden, İgnatus’un da yazısında referans gösterdiği Reuven Shiloah’dur.

Ziyaretin neden gizli yapıldığını ise Ben Gurion’un ünlü sözü açıklıyor: Türkiye bize metres gibi davranıyor. Halbuki evlendik, evliliğimizi bir türlü açıklamıyor.

Yıldıray Oğur

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/576359.aspx

 

  • HAYALÎ BİR “YAHUDİ” ÜZERİNDEN “MİLLİ DAVA” HABERİ. ASPARAGAS DEĞİL, MERKEZ MEDYADAN BUGÜN DE TANIDIĞIMIZ, DÜPEDÜZ “YAZDIRILMIŞ” BİR HABER. ANADOLU İTTİHATÇILARIN EGE BÖLGESİ RESMÎ YAYIN ORGANI. HABER DİYE VERDİĞİ “PSİKOLOJİK HAREKÂT” HABERİNDE TEK BİR İSİM VE ADRES YOKTUR!

Çerçi, gezgin satıcı demek. Tek atın çektiği bir kapalı araba düşünün, içi öyle düzenlenmiştir ki, iğneden ipliğe tuhafiye, aynadan tarağa züccaciye ve bir top basma, pazen, amerikan bezi türümanifatura özenle raflarına yerleştirilmiştir. Yani “ufak” sermayeli bir iş. Yahudi “küçük esnaf” mahalle mahalle, köy köy dolaşarak satar mallarını. Kenarları lime lime, köşeleri kıvrık kopuk “veresiye defteri”ne yazılır alınan, hasattan sonra ödenecektir. Yani çileli bir iştir.

Millet-i Hâkime düzeninde İslam millet böyle işlere tenezzül etmez, ağalığına beyliğine yakışmaz. Yahudi onun hizmetkârıdır, Ama hizmetkâr zengin olmaya başlarsa... Millet-i Hâkime düzeniniTürk olarak sürdüren İttihatçı Cumhuriyet ona haddini bildirir. Milli ekonomide “Türk” olmayan çerçiye bile izin yoktur.

O günlerde kampanya kampanyaları kovalar. 14 Nisan 1926 tarihli Yanıkyurt gazetesi manşetten sorar: “Yahudiler gümrüklerde hâlâ çalışıyor mu?” Bu baskılarla dağ köyündeki “çerçi”den İzmir gümrüğündeki çalışana kadar bütün Yahudileri “işsiz” bırakmak ve göçe zorlamaktır amaçlanan.

İttihatçıların yirmi yıllık “operasyon” gazetesi ve Celal Bey’in sağ kolu Anadolu gazetesi, milletin merakla beklediği (!) bir haberle 1930 yılının ilk (9 Ocak) bombasını patlatır “Şarapların sağlığa aykırı olduğu belirlendi!”

“Memleket dâhilinde üretilerek piyasaya sürülen şaraplar şimdiye kadar tahlil edilmiyordu... Bu önemli noktayı dikkate alan İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı İzmir Bölge Başmüdürlüğü, bölgesinde üretilen şarapları ... derhal faaliyete geçerek tahlile başlamıştır. Tahlil sonuçları çok ilginçtir. Aldığımız bilgiye göre İzmir ile bölgesindeki çeşitli imalathanelerde üretilerek piyasaya sürülen şarapların ... sağlığa aykırı bir durumda olduğu görülmüştür. İzmir piyasasındaki şarapların birçoğu boya ile boyandığı gibi içine fazla miktarda da ‘tanen’ konmuştur. Yalnız su ile yapılmış ve içine biraz ispirto karıştırılmış simsiyah şaraplara da rastlanmıştır... Yapılan soruşturmaya göre bu sağlığa aykırı şarapları üretenler en çok Yahudilerdir...”

Hayalî bir “Yahudi” üzerinden “milli dava” haberi. Asparagas değil, merkez medyadan bugün de tanıdığımız, düpedüz “yazdırılmış” bir haber. Anadolu İttihatçıların Ege Bölgesi resmî yayın organı. Haber diye verdiği “psikolojik harekât” haberinde tek bir isim ve adres yoktur!

Benzer “kamuoyu oluşturma” çabaları başta İstanbul olmak üzere Yahudilerin yaşadığı her şehirde hemen her gün bıkmadan sürdürülür. Paralelinde aralıksız bir “vatandaş Türkçe konuş” kanmpanyaları, “şirketlerde Türkçe mecburiyeti” genelgeleriyle yaylım ateşi altına alınır Yahudi yurttaşlar. Karikatürlerde, radyo ve tiyatro oyunlarında, “Yahudi fıkraları”nda nefret söylemleri ve aşağılama gırla gider.

Kampanyalar zinciri “sonuç” verir, 1934 Trakya “olay”ları yaşanır ve ertesinde beş yüz binden fazla Yahudi yurttaş, “Ya sev, ya terk et” komutu uyarınca ülkesini terketmek zorunda kalır.

“Sev” emrine uyup kalanlar nüfus kayıtlarında “kod nmarası 3” olarak fişlenen Türk’lerdir!

Talat Ulusoy

http://www.duzceyerelhaber.com/Talat-ULUSOY/19369-Cerci-Ya-sev-ya-sev

 

  • Netten okumalar
  • DREYFUS VAR ZOLA YOK – MÜMTAZ İDİL

http://www.odatv.com/n.php?n=dreyfus-var-zola-yok-1910131200

 

  • TEKİRDAĞ VE YAHUDİLERİ

http://blog.milliyet.com.tr/Tekirdag_ve_Yahudileri/Blog/?BlogNo=432812&ref=milliyet_anasayfa

 

  • ARAPLARIN "YAHUDİ" MERAKI NASIL BAŞLADI – HALUK HEPKON

http://www.odatv.com/n.php?n=araplarin-yahudi-meraki-nasil-basladi-1410131200

 

  • ROZ KOHEN

http://kanalkultur.blogspot.ch/search/label/Roz%20Kohen

 

  • YUNANİSTAN-İSRAİL ASKERÎ İŞBİRLİĞİ – FİKRET ERTAN

http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/yunanistan-israil-askeri-isbirligi_2152088.html

 

  • ORTADOĞU’DA YALNIZ BİR ÜLKE! – HANİFE BAŞ

http://hanifebas.com/2013/10/16/ortadoguda-yalniz-bir-ulke/

 

  • NEFRET SUÇLARI NEDİR? NEYİ KORUR? (1) - PROF. DR. FÜSUN SOKULLU-AKINCI

http://www.khaber.com.tr/yazar-yazisi/prof-dr-fusun-sokullu-akinci/nefret-suclari-nedir-neyi-korur-1-2672.html

 

  • İSRAİL: HER ŞEY OLABİLİR AMA APTAL OLAMAZ – EMRE AKÖZ

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2013/10/22/israil-her-sey-olabilir-ama-aptal-olamaz

 

  • Netten izleyin
  • İSTANBUL YAHUDİ KÜLTÜRÜ AVRUPA GÜNÜ

http://www.youtube.com/watch?v=lSpZYk_TSK0&feature=youtu.be