Hislerimizi önceden düşünüyor muyuz?

Eddi ANTER Köşe Yazısı
2 Ekim 2013 Çarşamba

Duygu ve hislerden bahsederken, çoğu zaman, bu iki kelimeyi eş anlamlı gibi kullanırız. Ancak birbirinden tamamen farklıdırlar. Duygu (İngilizce emotion) sözcüğünün kökü ‘motere’den gelmektedir. Latince hareket etmek anlamındaki fiildir; yani, her duygu bir harekete yol açar. Bahsi geçen duyguların hisleri ise, bu duygu yaşanırken o anda bedende ne olduğunun zihinde oluşan kaydıdır. Duygu bedenselken his onun zihinsel temsilidir.

Uzun bir süredir psikolog ve felsefeciler duygunun tanımını yapmaya çalışıyor ve tartışıyorlar. Oxford sözlüğü, duyguyu “herhangi bir zihin, his, tutku çalkantısı ya da devinimi; herhangi bir şiddetli ya da uyarılmış zihinsel durum” olarak tanımlıyor. Amerikalı psikolog Dr. Daniel Goleman ise duyguyu “bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi” anlamında kullanıyor. İki tanımda zihin veya düşünce kelimeleri mevcuttur.

Peki, düşünce ne demek oluyor acaba?  Google’da şöyle geçiyor. “Karşılaştırmalar yapabilmek, ayırıp birleştirmek, şekilleri kavramak yetisine düşünme, bunların sonucunda ulaşılan şeye de düşünce denir.” Aristoteles’e göre insanı hayvandan ayıran en önemli özellik düşünmesidir. Descartes’a göre zaten düşünmek var olmaktır. Düşünce, tipik olmayan bir durumu, hemen kavradığındaysa buna zekâ adı veriliyor.

Duygu denilen olgu, bedende yaşandığında, beyinde bu duygunun karşılığı olan hislerin kalıpları da değişimi kaydeder. Beyin bedendeki değişimi kayıt altına alırken, aynı anda da dış olay ya da hayali nesnenin kaydını da hafızaya alır. Bu ilişki nedeniyle aynı tetikleyici etken yeniden ortaya çıktığı zaman bir kısmı bedeni uyarırken bir diğer kısmı da doğrudan beyindeki bu duyguların hissedildiği bölgeyi uyarır. Bu durumda sanki duygusal ortam yeniden oluşmuş gibi bir his üretilir.

Bu yüzdendir ki yanımızda olup bitenleri görmeyiz sadece bakar kalırız. Çocuklarımızın büyüdüğünü, ebeveynlerimizin yaşlandığını çoğu zaman fark etmeyiz, çünkü günü gününe olan biten, beyinde sürekli kayıt altındadır. Uzun bir aradan sonra karşılaştığımız kişilerdeki değişiklikleri görünce beyindeki eski kayıtla kıyas olduğundaysa evrimi hemen fark ederiz. Aynı şey görmek dışında duymak ve tatmak içinde geçerlidir. Çoğu zaman birçok yemek ve lezzetin kaydı beyinde vardır. Beyin bunu her defasında son kayıtla kıyaslayıp ona göre yemeğin de, lezzetin de notunu verir. Amaç aslında tüm bu kayıtlardan arınmak mıdır? Bilemiyorum. Yediğin her yemeği ilk defa gibi yiyebilmek veya açlıktan yiyecek başka bir şey yok gibi tadını almak mıdır? Tanıdık bir şarkıyı hiç bir zaman ilk sefer dinlediğimiz gibi duymayız. Ona yüklenmiş anlamlar, ‘hisler’ vardır artık... Bu yüzden ilk hislerin kayıtları da çok önem kazanır.

Tabii olarak akla hemen şu soru geliyor. Bir şeyleri gerçekten hissedenler miyiz yoksa sadece eski öğrendiklerini yeniden hatırlayıp deneyimleyenler miyiz?

Mekanik bir şekilde öğretilenlerden dolayı hafızadan mı hareket ediyoruz? Bizler uyku halinde elimizden iplerle tutulup oynatılan kuklalar mıyız? Yani düşünen veya hareket eden bizler değil miyiz? Elimizde olan bilgi ve bilinç seviyeleri neleri değiştiriyor ya da neleri kontrol altında tutuyor? Aklın ve düşünmenin dışına çıkıp bize bahşedilen beş duyuya dönmemiz mümkün müdür? Gerçekten baktığını görmek, işittiğini duymak gibi...

Kimine göre duygularımız tehlike içeren, yalnızca akla bırakılamayacak durum ve görevlerde yol göstericidir. Her duygu bizi bir şekilde hareket etmeye hazırladığından duyguların her biri insan hayatında tekrarlanan güçlüklerle baş edebilecek şekilde bizi yönlendirir hatta savunma mekanizmalarını devreye sokar. Aslında tüm duygular harekete geçmemizi sağlayan dürtülerdir; evren ve evrim, yaşamla baş edebilmemiz için bizi acil plan yapabilecek şekilde programlamıştır. Fakat duygular bize hâkim oldukça, zekâ iyi veya kötü olsun, hiç bir yere varamaz. Buna rağmen evrende duyguya mı duygusallığa mı yer yoktur? Duygu kontrol dışı olsa bile duygusallık nedense kontrol edilebiliyor.

Duyguları uyaran olaylar ya da nesneler gerçek olabileceği gibi çoğu zaman hayali de olabiliyor. Yani geçmişten bir hayal, anı ya da düşünce de bir duygunun ve dolayısıyla kayıtlı bir hissin uyarılmasına neden verebiliyor. Dr. Daniel Goleman temel duygu kümelerini şu şekilde topluyor: Öfke (hakaret, kızmak, sinirlenme, hınç, kin, alınganlık, düşmanlık), üzüntü (acı, keder, melankoli, kendine acıma, yalnızlık, can sıkıntısı), korku (kaygı, kuruntu, şüphe, vicdan azabı), zevk (mutluluk, coşku, tatmin,  eğlenme, tensel zevk, heyecan),ve sevgi (kabul görme, dostluk, güven, iyilik, sadakat, hayranlık, aşırı tutkunluk)  gibi devam ediyor.  Sürekli aynı duyguya aynı his kayıt ediliyorsa, o duyguyu her deneyimlediğinde aynı hissi yaşayacaksın demektir. Ancak aynı duyguyu farklı bir hisle kayıt edersen acılara alışmak, hatta duyarsız hale gelmek bile mümkündür.  Bu yüzden benzer olaylar karşısında insanların tepkileri farklı olur. Kayıtlı olan hislerden ötürü, farkında olmadan düşünerek veya bilinçdışı davranmandan ötürüdür.

Acaba tüm hislerin içinde düşünceler var mıdır? Yahut hisler aslında düşüncelerin bir ürünü müdür? Bu acı çekmek, moralin bozulması gibi hisler deneyimlenirken neden bunları sonradan kayıtlarımızdan hatırlamıyoruz? Televizyon programlarını kayıt edip ardından banttan izlediğimiz gibi kafamızın içinde kayıtlı olan hisleri de niçin arzu edince anımsamıyoruz? Sadece başımıza gelince çekiyoruz. Tembellikten mi? Hassasiyet ve ciddiyetini azaltıp, sürekli aynı hisleri kendimize yaşattıktan sonra niye etkisiz hale getiremiyoruz? Neden bunu yapmak elimizdeyken halen kötü hissediyoruz? Aynı acı veya berbat his nasıl olur da farklı zamanlarda değişik kişi ve olaylarda benzer etkiyi gösterebiliyor? Hislerden öğrenmiyor muyuz? Yoksa his denilen aslen düşüncenin kendisi midir? İnsanoğlunun içinde bir yarası olduğunda, ruhu darbe aldığında, orası tamir olup iyileştirilmezse herkes tuz basıp acıtabilir. Hâlbuki yarayı bastırıp olduğu yerde bırakmak yerine onu ortaya koyup iyileştirmek gerekiyor. Ancak bu şekilde o yaraya kimse dokunamaz ya da dokunsa bile bizi üzemez.

Daha da ileriye gidip soralım. Aklımızın içindeki kayıtları bilinçli hale getirmek mümkün müdür? İstesek tüm olumsuz hisleri silebilir miyiz? Bir duyguyu yaşamadan evvel hislere ulaşmak mümkünse bizi kötü hissettirenler yerine olumlu, iyi, güzel şeyleri yerleştirmek de olasıdır. Hemen her şeyin “copy and paste” yapılabildiği bu ortamda bizler neden kendi beynimize ve içinde olan bitenlere hâkim olamıyoruz acaba? Beyin kimin hükmündedir? Bizleri yöneten akıl mıdır yoksa bizler mi aklımıza hâkimiz? Bu soruya en ilginç yanıtı çok akıllı bir deli verecektir eminim...

Bir dahaki sefer bir şey hissettiğinizde olan olaya bakın veya sizde bu hissi uyandıran kişiye odaklanın ve yaptığınız son kaydı düşünün. Bunu değiştirmek sizin elinizdeyse sürekli neşeli ve mutlu olmak da size kalmış. Hele bir düşünün sonra da deneyip hissedin... Olmazsa, bir deli bulup ona yolu, yordamı sorun. Sorun olmayacaktır...