Figaro’nun düğünü

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
25 Eylül 2013 Çarşamba

Artık İstanbul Yahudi gelenekleri arasına girmiş olan;  hoş geldin, hoş gittin, 25 yaş 50 yaş, ve- saire yaş, okumaya gitti, okumadan geldi gibi bilumum bahanelere dayalı sürprizlerine, son zamanlara bir de nişan ve evlilik teklifleri girmiş bulunmakta. Alengirli, ekip işi ve planlama gerektiren ‘sıra dışı’ bir teklif; uzun yıllar başarı ile sürdürülecek birlikteliğin garantisi olarak algılanmakta. Aslında bunun kökeni taaa ilk çağlara, ilkel insan ‘homo-sayifye’nin davranışlarına kadar iniyor.  Sayifye bey o zamanlar ne yaparmış?  Birlikte olacağı eş veya eşleri seçmek için bir şekilde bir güç gösterisi, bir farklılık yaratma çabası, bir üstünlük mücadelesi ile rakiplerinden sıyrılırmış... Bir mağara dolusu ‘eş’ ile uğraşmak zorunda olunan dönemlere göre şimdilerde işler biraz daha basit. Tek zorluk bunu nasıl yapacağın? Gökyüzüne uçak ile sevdiğinin adını yazdırmak, Klimanjaro’nun tepesinde balon içinde düğün marşı çaldırmak, maç sırasında skor boardda naklen teklifte bulunmak gibi sıradanlıkları aşmak gerek. Ben, şahsen, bu zorlukları aşabilmeyi başarıp sebeb-i hayatıma kavuşabilenlerdenim. Aslında benim evlilik teklifim sebeb-i hayatımdan çok ‘kayın’ ailem için sıkı bir sürpriz olmuştu. (bakınız Ters Köşe 17 Nisan 2010) Sebeb-i hayatımın “ne zaman?” sorusuna “bugün – şimdi” diye cevap vermiş ve Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nun yanındaki kuruyemişçiden aldığım bir kese kâğıdı dolusu nikâh şekerini, tiyatrodan çıkan müstakbel kayınpederim ve kayınvalideme, tiyatronun merdivenlerinde,  şaşkın bakışlar eşliğinde sunmuştum.  Nasıl? İyi sürpriz değil mi? Mütevazı, kolay uygulanabilir, iddialı ve etkili... Hiçbir ekstra organizasyon gerektirmiyor; wan men show... Denemesi bedava, ne demişler, isteyenin bir yüzü kara, vermeyen zenci… 

Geçenlerde çocukluğumuzu birlikte geçirdiğimiz, çocuklarımızı birlikte yaptığımız, -bu cümle yanlış anlaşılabilir düzeltiyorum - aynı dönemlerde çocuk sahibi olup birlikte büyüttüğümüz sevgili dostlarımın, kendi kızım kadar sevdiğim, kızı evlendi.  Klasik bir cümledir ama demeden edemeyeceğim, Ben senin doğduğun günü hatırlıyorum, şimdi de evleniyorsun, o kadar oldu mu yaaa!  Evet olmuş. O kadar olmuş. Sevgili ‘Pitili’ bu kadar büyümüş. (Bakınız Ters Köşe 25 Temmuz 2012, veya bakmayınız, tercih sizin)

Aslında her şey yaklaşık 15 ay önce bir akşamüstü boy frenk’in, görl frenk’e yaptığı teklifle bugünlere geldi. Candan, içten, mütevazı ve duygusal bir teklif... Gönülden bir “Evet” cevabını müteakiben uzuuun süren hummalı bir çalışmaya start verdi. Önce nikâh, sonra düğün, hangi tarih, saat kaçta, nerede, nasıl, davetliler, kıyafetler, provalar, yakın akrabaların durumu, düğün arabası, gelinin buketi, nedimeler, kortej, kim kiminle oturur, kim kimi görmek istemeyebilir, gerekli ve dahi pek çoğu gereksiz uzayıp giden bir liste... Böyle kısa kısa yazdığıma bakmayın, yazarken kolay tabii,  bunlardan her biri bir ana başlık, her biri aylar süren titiz çalışmalar, bitmek bilmeyen ama her biri ayrı bir mutluluk, tatlı bir heyecan kaynağı uğraşlar.  Benim sevmediğim, daha doğrusu daha başıma gelmedi, tabii ki tam olarak bilemem ama bu kadar yoğun uğraşlar ve yüksek tempolu bir dönemden sonra, düğün günü de gelip geçtiğinde, sabah kalkıldığında “eee; bu gün ne yapıyoruz?” sorusuna verilecek cevabının koskoca bir “hiç” olması. Üstelik bir de ‘minik’ kuşlardan birinin artık evde olmaması durumu da promosyon olarak yanında bedava.

 ‘O’ gün, yani düğün günü sabahı, erkenden, ama gerçekten erkenden ‘bizim taraf’ olan kız tarafının evindeydik.  Havada heyecanın yoğunluğu maddeleşmiş size çarpmakta.  Anneanne, teyzeler, yeğenler, kuzenler, çoluks, çocuks... Tam bir gelin evi.  Ben, ‘an’ fotoğrafı yakalamak üzere ‘pitili’ ve tüm şürekâsını takipteyim. Bakıyorum da aslında ‘her an’ bir ‘an’... Ah be Pitili bu kadar çabuk büyümen şart mıydı?  Evin içinde önceden planlanmış; genel koordinatör gelinin annesi yönetiminde işler tıkır tıkır ilerliyor. Herkes bir saç baş yaptırma telasında, makyajlar yapılıyor, sinagogun içindeki yoğun güneşten korunmak için ‘şapo’lar daha üzerlerinde eşofman olan düğün sahiplerine büyük bir özenle giydiriliyor. Şimdilik altı kaval üstü şişhane modeli... Askılardaki elbiseler ümit vadediyor. Salondaki kahvaltı masasına (badi wey; foot&more döktürmüş) ara sıra uğrayarak, hem atıştırıyorum hem de alt kat, üst kat, bizim kat, her yeri dolanıyorum... Kilolarca  ‘o an’ fotoğrafı objektifimden giriyor. Evi yavaş yavaş muhteşem bir şıklık havası sarıyor. Heyecan iyiden iyiye artmış durumda. Malum sınırlı zaman çabucak tükeniyor. Önce duvak giyiliyor. Bir kısım gözlerde buğulanma, sonra gelinlik giyiliyor, diğer kesim gözlerde buğulanma... Gelin odadan çıkıp salona geliyor bir alkış bir kıyamet, kalan gözlerde buğulanma... Sis mi var ne?  Dışarıda davul sesleri, gelini çağırıyor.

Eee zaman geldi, Figaro’ların düğünü için show zamanı... Son bir foto; anne, baba ve kardeş evden çıkmadan mezuzayı öperken. Tanıyan, bilen, orada olan için damardan bir ‘kare’.   Objektifimi temizlemem gerek, buğulu gösteriyor...  Ah be Pitili bu kadar çabuk büyümen şart mıydı?

Pitili,

Annen, baban tüm ailen ve biz büyük ailen, o muhteşem günde,  senin gözlerindeki sevgi ve mutluluğu görmekle en az senin kadar mutlu olduk... Sonsuza kadar her daim mutlu kalın... Tabii ki bizler de yakınlarınızda bir yerlerde...

Eee, ne derler bilirsiniz; onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevitine (ya da buna benzer bir şey) hep mutlu kalın...