Sanat üzerine doğaçlama

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
19 Eylül 2013 Perşembe

Geçtiğimiz pazar günü Haliç Kongre Merkezi’nde ArtInternational İstanbul 2013 adlı sanat fuarına gittim. Çağdaş sanatçıların yeni eğilimlerini görmek açısından epey faydalı bir gezinti oldu. Bu tür fuarların asıl hedefi sanatçıların piyasadaki konumlamalarını yapmak. Yani fiyat, asıl değer ve alınabilirlik kriterlerini belirleyip sanatçıyı doğru kitle ile birleştirmek. Burası da pazarlama stratejileri ile gerçek değerin çarpıştığı bir arena aslında. Örneğin X-İst galerisinin önünden ilk geçtiğimde göz ucu ile baktığım Ahmet Polat fotoğrafının daha sonra Cem Yılmaz tarafından satın alındığını duyunca tekrar gidip ilgiyle baktığımı itiraf ediyorum. Aynı şekilde, Fernando Botero’ya ait resimlerin kat kat daire ve arsalar değerinde olduğunu bildiğimden gidip gözümde eserleri ister istemez tartıya koydum. Fuarlarda sanat sadece görücüye çıkıyor. Zaten bildiğiniz, sevdiğiniz sanatçıyı gidip de galerinin konumlaması ile belirlenmiş bir fiyattan almak biraz riskli. Aslında aynen borsada yatırım yapmaya benziyor. Rakamları iyi çıkan şirketin piyasa değerinin üzerinde olan kağıtlarına yatırım yapmak gibi. Ya trene atlamanın sevinci, ya da fazlaca şişirilmiş bir talebin hüsranı.

Gezintimi size çok da planlı olmayan bir dille aktarmaya çalışıyorum. Öncelikle Anish Kapoor’a ait eserlerin sergilendiği ufacık odaya sadece kapıdan bakıldığını bilmeden kendimi içeri atıp eserlere hafifçe dokunduğum için biraz mahcubum… Ama sanat insanlar için değil midir… Bu kadar güzel bir mermer çalışmanın halka açık bir yerde sergilenmesi gerek. Tavsiyem, ocak ayına kadar sürecek sergisini gidip Sabancı Müzesi’nde görmek. Zira büyüklük önemli değildir diyenlere nispet, bu dev heykeller soluk kesecek kadar zarif…

Gezintimin ilerleyen aşamasında saygı duyduğum Türk sanatçılar da görmek hoşuma gitti. Selma Gürbüz’ün eserlerinin diğer ülke sanatçıları arasında hem tarz hem de kalite olarak öne çıktığını görmek güzeldi. Bu fuarı gezmenin bir faydası dünyada ne kadar değişik sanatçının ünlenmek ve kanıksanmak için çabaladığını hissetmem ve daha da önemlisi artık çağdaş resimde kullanılan tekniklerin teknolojiyle ne kadar uyumlu olduğunu görmemdi. Yağlıboya anlayışı neredeyse tamamen kalkmış, yerini led ekranlı enstalasyonlara, titanyum heykellere, fotoğraflara bırakmış. İlhan Koman’ın deniz kabuğunun estetiğini ve geometrisini titanyumla çalıştığı eseri Shell çok hoştu…

Yine de bazen varolmayan yeteneğin gerçek güzellik olarak övgülerle önümüze sürülmesinden etkilendiğimiz bir gerçek. Veya tam tersini düşünecek olursak ‘bu iyidir’ diye gözümüze sokulmadığı için göz ardı ettiğimiz gerçek yetenekler yok mu? Tony Cragg adlı heykeltıraşın dev boyutlu metal heykeli karşısında durup da “tamam bunu ben keşfediyorum galiba” diye gurur duyacakken, Antik Müzayede’nin sahibi arkadaşım Olgaç Artam’ın dürtmesi ile kendime geldim: Cragg, eserleri yarım milyon euro gibi fiyatlara alıcı bulan ünlü bir heykeltıraşmış…

Bu sanat turundan kısaca söylemek istediğim bu: Sanatı alelade ortamlarda takdir etmek zor olabilir. Tanımak keşfetmek de. Ancak bu tür steril ortamlarda sanatçının da onayı alınarak yapılmış sergilemelerde eğitim almak çok daha zevkli. Bu sene kasım ayı başında yapılacak Contemporary Fuarı’na da tam bu sebeplerle katılmanızı öneririm…