´ŞİMDİKİ ZAMAN´ : Kocasından yeni ayrılan 30’lu yaşlarda bir kadının kendine yeni bir hayat kurma arzusu

Yeni bir hayat kurma peşindeki üç gencin çırpınışını anlatan “ŞİMDİKİ ZAMAN’ karamsarlıktan taviz vermiyor

Viktor APALAÇİ Sanat
18 Eylül 2013 Çarşamba

Göç etmek istediği Amerika’ya gidebilmek için bir kafede kahve falı bakan bir genç kadının öyküsünde gri tonların tümü var, siyah var ama beyaz hiç yok. Hayatlarını düzene sokmak için paralanan üç genç insana yardım eli uzatacak Allah’ın bir kulu çıkmaz mı? Hamleleri hep hüsranla mı neticelenir? Küçük insanların dünyalarında umut ışığına hiç yer yok mudur? Umutsuzluk, hayal kırıklığı, başarısızlık, çaresizlik, teslimiyet temaları etrafında dönen, insanın içini acıtan filmi, yüreğimde bir yumrukla izledim.

Belgeselleriyle, tanınan Belmin Söylemez’e, San Francisco Film Festivali’nde Yeni Yönetmen Ödülü’nü, başrol oyuncusu Senem Öge’yi İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandıran ‘Şimdiki Zaman’ bir yıllık gecikmenin ardından vizyon şansı buluyor.

Kocasından yeni ayrılan 30’lu yaşlarda bir kadının kendine yeni bir hayat kurma arzusuyla, göç etmek istediği Amerika’ya gidebilmek için para biriktirmesini anlatan filmin ana teması ‘çıkışsızlık’.

Bir kafede kahve falı bakarak hayatında ilk kez çalışan Mina (Senem Öge), iş arkadaşı (Şenay Aydın) ve genç patronu (Ozan Bilen) üzerinden konuyu anlatan senaryo, yönetmen Söylemez ile Haşmet Topaloğlu tarafından yazılmış.

İlk önce bu senaryoya itirazlarımızı sıralamakla başlayalım: Üç genç insanın hayatlarında hiç mi iyi bir güne yer yoktur? Hayata tutunmaya çalışan üç looser’in şanslı bir tek günü mü yoktur? Arayışlar peşinde koşan, hayatlarını düzene sokmak için paralanan üç genç insan için hiç mi bir umut ışığı yanmaz?

Toplumun çeşitli kesimleri ile iletişim içinde olan üç genç insana kimse mi bir yardım eli uzatmaz? Türk toplumunun karakteri olan yardımlaşma bu üç gencin semtine uğramaz mı? Bataklıktan kurtulmak için çırpınmalar, hamleler hep mi hüsranla neticelenir?

Umutsuzluk, hayal kırıklığı, başarısızlık, çaresizlik, teslimiyet gibi kapkara senaryolar genç insanların kaderi midir?

Kötü bir evlilik geçirdiğini tahmin ettiğimiz, tek varlığı olan ablasından masum bir yardım talebi sırasında reddedilip, azarlanan, aşağılanan bir genç kadın, erkeklerle kurduğu ilişkilerde hep hüsrana uğrayan çalışma arkadaşı, kahve falına bakan işyeri belediye tarafından ‘büyü yapılıyor’ diye kapatılan genç işletmeci. Bu üç kişinin karşısına hiç mi yüreği insan sevgisi olan biri çıkmaz?

Karamsarlığn bu kadarına da pes doğrusu. ‘Şimdiki Zaman’da grinin bütün tonları, siyaha doğru sıralanıyor. Beyaza yer yok.

İlk filmini yapan bir kadın yönetmen nasıl  bir ruh hali içindedir ki bu denli karanlık bir tablo çizebiliyor? Karamsarlığın bu kadarına da pes doğrusu.

ÇIKIŞSIZLIK ÜZERİNE BİR ÇIĞLIK

Zaten yönetmen filmin ana rengi olarak griyi seçmekle baştan angaje olmuş, umutsuzluk, çıkışsızlık, hayal kırıklığı, mutsuzluk temalarına sıkı sıkı yapışıp, tek bir pembe tabloya tahammülü olmadığını ilan etmiş.

Bir insanın hamle yapıp hayatına yeni bir yön verme şansı yok mudur? Söylemez’in çekip gidebilme ihtimali karşısında cevabı nettir: Yoktur.

Ülkesinin kadınlarına, kadınların yazgılarına, kadınlık hallerine bu derece negatif yaklaşan yeni bir kadın yönetmenin hemcinslerine karşı haksızlık yaptığına inanıyorum. Kadın eleştirmenlerin filmin karamsarlığını eleştirmemelerini şaşkınlıkla izliyorum. Geçmiş zamanı unutmaya çalışan, yeni bir gelecek bina etmeye didinen, ancak şimdiki zamanda sıkışıp kalmış, bocalamaları hep hüsranla neticelenmiş üç genç insanın öyküsünü, yüreğimde bir yumrukla izledim.

İnsanın içini acıtan bu dramın neyse ki üç başarılı oyuncusu var. Filmin ağırlıklı yükünü çeken Sanem Öge, gönül işleri hep hüsranla neticelenen iş arkadaşında Şenay Aydın, evliliğini gizleyen, babasının gölgesinde yaşayan genç patronda Ozan Bilen mükemmel oynuyorlar.

Film ise, ikinci yarısında düşen temposuyla, gereksiz tekrarlarlarıyla, taviz vermez karamsarlığıyla, izlenmesi azap haline geliyor.

 

68 KUŞAĞINDAN  BİR  BÜYÜME ÖYKÜSÜ

Kadın duyarlılığını perdeye yansıtmadaki ustalığı ile tanıdığmız, 64 yaşındaki, koreograf, belgeselci, ‘Orlando’ (1992), ‘Tango Dersi’ (1997), ‘Evet’ (2004) ve ‘Öfke’nin (2009)  yaratıcısı İngiliz Sally Potter, ‘Bir Hayalimiz Vardı / Ginger and Rosa’, ile iki genç kızın büyüme öyküsünü anlatıyor. 

Savaş sonrası İngiltere’sinde kader birliği yapan iki kadının, doğan çocuklarının kader birliğini, 68’lere uzanan bir zaman diliminde izliyoruz. 1962 yılında Londra’da okulu birlikte asan, Küba krizinin tetiklediği nükleer savaş karşıtı sokak gösterilerine katılan, politik görüşleri gelişen Ginger ve Rosa, idealler ve duygular arasında sıkışıp kalmıştır.

Soğuk Savaş tehdidinden etkilenip, politik bir sol mücadelenin içine giren, nükleer silahlanmaya karşı sokak eylemlerine karışan iki genç kızın büyüme ve hayatı tanıma öyküsünü izliyoruz. Ginger’in de babasının hızlı bir aktivist olması ve kendisine idol seçmesiyle, film dönemle ilgili ilginç şeyler söylüyor. Filmlerindeki feminist dokunuşlara alışık olduğumuz Sally Potter, cinsel kimlik arayışı ve devrimcilik arasında sıkışıp kalmış iki yeniyetme kahramanın renkli portrelerini çiziyor. Anneleri gibi olmak istemeyen, pasifist ama devrimci karakterli bir babadan etkilenen iki genç kızın olgunlaşma ve hayatı tanıma hikayesinde, ilk engel Rosa’nın arkadaşının babasına aşık olması oluyor.

Karısıyla kimyaları tutuşmayan, evi terkedip, teknesinde yaşamayı seçen Ginger’in babası, Rosa’nın çekiciliğine kapılınca, iki kız arkadaşın arası açılıyor.

Dünyayı Soğuk Savaş döneminde keşfetmeye başlamış aktivist Ginger ile yaşıtlarıyla flört etmekle yetinmeyip, olgun bir erkeği elde etmeye şartlanmış Rosa, arasında bu yasak aşkın sebebiyet verdiği uçurum, filmde ölçülü psikolojik tahliller ve etkileyici bir sinema diliyle anlatılıyor.

Devrim ve isyanla şekillenen, yasak bir aşk ile derinden sarsılan bir arkadaşlığın öyküsünü anlatan ‘Bir hayalimiz Vardı’ iki genç oyuncusunun müthiş performansı ile öne çıkıyor.  Fanning kardeşlerin küçüğü Ella Fanning, kariyerinde kendisinde dört yaş büyük ablası Dakota’dan daha sağlam adımlarla ilerliyor. Bu film çekilirken 13 yaşında olan (şimdi 16’sında) Ella Fanning bu filmden sonra çocuk oyuncu statüsünde genç kız rollerine terfi edecek.

Yaşadığı toplumun sorunlarıyla ilgilenmeyi misyon edinen, hayallerini süsleyen daha iyi bir dünyada yaşama idealini gerçekleştirmek için ödün vermeden mücadele eden Ginger’i, Ella Fanning başarıyla canlandırıyor. Cinsel kimlik arayışına kendisinden fazla kaptıran can yoldaşı Rosa rolünde usta yönetmen Jane Campion’un kızı Alice Englert’ı geçtiğimiz aylarda “Muhteşem Yaratıklar’da izlemiştik. Ginger’in ebeveynlerini Alessandro Nivola ile Christina Hendicks canlandırıyorlar. Aile dostu Mark’ta Timoty Spall her zamanki gibi başarılı. Makyajsız yüzüyle daha da yaşlı gözüken Annette Benning usta oyunculuğunu sergiliyor.  Film 1960’ların özgürlük havasını The Shadows, Dave Brubeck ve Sidney Bechet’nin müzikleri eşliğinde perdeye taşıyor.