Üniversiteli olmak

Sıcak bir ağustos günü, yazlıktaki jetonlu telefonda İstanbul’daki bir dershanenin telefon numarasını düşürmeye çalışarak geçirdiğim yarım günün sonunda öğrenmiştim üniversiteyi kazandığımı.

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
31 Temmuz 2013 Çarşamba

Üniversite sınav sonuçları belli oldu.

Ne kadarı aklınızdadır o günlerin bilmem ama benimki bugün gibi aklımda.

Sıcak bir ağustos günü, yazlıktaki jetonlu telefonda İstanbul’daki bir dershanenin telefon numarasını düşürmeye çalışarak geçirdiğim yarım günün sonunda öğrenmiştim üniversiteyi kazandığımı.

Birbirini tanıyan tanımayan herkes, bu haberi paylaşıyor, kazananlar birbirini kutluyor, kazanamayanlar için kâbus dolu günler başlıyordu. Çünkü kazanamamak, sınava yeniden hazırlanmak demekti.

Ben haberi alır almaz deli gibi eve koşmuştum. Kapıyı kullanmak yerine bahçenin duvarını sevinçle atlarken bacağımı derinden çizdiğimi hatırlıyorum. Acısını hissetmemiştim bile. Önce babama sonra anneme sarılıp, kazandım, diye bağırmıştım.

O zamanlar, bilgisayar ve internet yoktu, cep telefonu bir hayalden ibaretti. Elimizde kablosu olmayan hatta ekranından birbirimizi göreceğimiz telefon modelleri, olsa olsa Uzay Yolu gibi dizilere yakışıyordu.

Üniversitelerin servislerinin olmadığı, ancak toplu taşıma araçlarıyla okula gidilen, üniversite kitaplarının yalnızca Beyazıt ve civarında satıldığı, araştırmaların sadece kütüphanelerde yapıldığı bir dönemdi o dönem.

Ama okulu bitirir bitirmez, hemen iş bulurdu mezunlar.

O zaman bir yabancı dil bilmek yeterliydi seçilmiş olmak için.

Uzun başvuru kuyrukları, sayısız mülakatlar ve biz sizi ararız, tarzı cümlelerin hiçbiri yoktu.

Hayatın bu kadar lüksü de yoktu. Var olan lüks de uzun zamanda yenilendiği için, doyumsuz değildi gençlik.

Yavaş akıyordu zaman. Üniversiteli olmak da ayrıcalıktı, üniversiteden mezun olmak da. İyi bir iş bulup güzel bir paraya iş bulmak da hayatın sırası gelince yaşanacağı bir ayrıntıdan ibaretti. Yeter ki başarıyı istesindi insan…

Şimdiyse iş değişti.

Benim gibi yarım günü telefon başında geçirmek ve bacağını bahçe duvarında yaralamak yerine evdeki bilgisayara kimlik numarası girerek sonra da öteki odaya geçerek haberi paylaşıyor gençler. Hemen herkese bir okul var. Burslu bölümler ve devlet üniversiteleri elbette bizim zamanımızdaki gibi yüksek puanlı yerler.Belki de bütün bu hız içinde değişmeyen tek şey bu…Çok net yapan, istediği okula girer.Değişen ise az net yapana da bir okul bulunuyor olması.

Değişen, başarının içeriğinin de değişmiş olması…

Değişen, işlerin daha zor bulunuyor olması, bir yabancı dilin artık hiçbir şeye yetmiyor olması.

Değişen, defalarca yapılan iş görüşmelerinin sonucunun bilinemiyor olması.

Hızlı geçen zaman, herkese her an ulaşabilir olma ama insanın cevabı bir türlü bilinemeyen sorularla baş başa kalması…

Hayat o zaman da zordu ama biz galiba daha yavaş ilerleyen zamanda daha saf, daha sakin ve daha ümitli bir gençliktik.

Şimdi su gibi akan zamanın içinde daha tedirgin, daha sabırsız ve daha ümitsiz bir gençlik var.

Bize düşen görevse nasıl bir gençlik yaşadığımızı unutmadan onları yüreklendirmek…

Değişen onca şeye rağmen bir başarıya verilen değer değişmedi bir de gençliğin kısa ve biricik oluşu.

Biricik gençliklerine sığdırdıklarını takip edelim ve onları doğru yönlendirelim.

Unutmayalım ki sahip olduğumuz en büyük değerimiz, gençlerimiz…