Bu hafta ağımıza takılanlar

21 Haziran’da başlayan ve iki hafta süren olaylar sonrası çıkan manzara 6-7 Eylül´den çok daha vahimdi. Ancak sesi duyulmadı, medya tarafından görülmedi. İlk haberler 6 Temmuz’da yayınlandı. Çanakkale, Gelibolu, Uzunköprü, Kırklareli ve Lüleburgaz’da yaşayan Musevilerin İstanbul’a geldiği, beraberlerinde eşyalarını da getirdikleri, Trakya’daki emlak ve arazilerini ise sattıkları belirtiliyordu. Birikimlerinin büyük kısmını arkalarında bırakan Yahudiler, Balat, Ortaköy, Kuzguncuk ve Kuledibi’ndeki akrabalarının yanına yerleşiyor, bazı aileler otelde kalmaya başlıyordu. Ancak bazılarının ne İstanbul’da yaşayan akrabaları vardı ne de otele gidecek paraları. Fakir Yahudiler, Balat’taki Yahudi okuluna, Yahudi hastanesine ve havraya yerleştiriliyorlardı. M.Serdar Korucu – demokrathaber.net

İzak BARON Diğer
26 Haziran 2013 Çarşamba

 Atan, Twitter’da “Yahudi, Ermeni ve Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum, lütfen soyunuzu araştırın” diye yazıyor 

 

YTÜ öğretim üyesi (!) Prof. Atan Gezi olayları ile ilgili bir tweet atıyor; Atan, Twitter’da “Yahudi, Ermeni ve Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum, lütfen soyunuzu araştırın” diye yazıyor. Bu tweet’in içeriği hakkında yorum yazacak halim yok, düzey ortada.

YTÜ Rektörlüğü’nün, olmaz ise de YÖK’ün mutlaka bu tweet ile ilgili soruşturma açması ve bu hocanın (!) mutlaka cezalandırılması lazım.

Bu ifadenin ifade özgürülğü ile ilgisi yok, çok net bir nefret söylemi var, konunun adli yargıya da gitmesi lazım. Doğrusu konunun Hrant’ı mahkûm eden Yargıtay 9. Daire’ye kadar da uzanmasını isterim, bu kez bu büyük hukukçularımız (!) ne yaparlar acaba?

Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Burada YTÜ ve Prof. Ahmet Atan’a da biraz haksızlık yapıyoruz ve üzerine muhtemelen fazla gidiyoruz.

Ahmet Atan isimli bu öğretim üyesinin (!) kanımca yegâne affedilemez suçu medeni cesaret sahibi oluşu ve düşündüklerini açık açık bir tweet ile dillendirmiş olması.

Bendeniz, bu toplumda aynı görüşleri paylaşan milyonlarca insanın varlığının maalesef çok yakından tanığıyım. Abdullah Öcalan’a “Ermeni dölü” diyen bir hanımefendi şimdi TBMM riyaset kürsüsünü dönem dönem renklendiriyor.

Hrant kararının altında imzası olan sözde hukukçuların emeklilik sonrası nasıl yükseldiklerini halen izliyoruz. Her üniversitede benzer görüşleri seslendirecek, seslendirmeye hazır maalesef çok sayıda öğretim üyesi mevcut. Bu nedenden de YTÜ’ye de, Rektörü’ne de özel bir haksızlık yapmayalım. Meselenin tek sevindirici tarafı üniversite öğretim üyeleri arasında bu görüşlere meyyal kişi sayısının lise öğretmenelerine, ilkokul öğretmenlerine, hatta ortalama vatandaşa oranla daha YÜKSEK oluşu. Evet, yanlış okumadınız üniversite hocaları arasında nefret söylemine yatkınlık sıradan bir vatandaşa, daha az eğitim görmüş bir vatandaşa oranla çok daha fazla.

Bu paradoksal gibi görünen durumun kökeninde aslında muhtemelen eğitim sözcüğü yatıyor.

Bizim sistemimizde insanlar ne kadar çok eğitilirler ise o kadar daha ırkçı, o kadar daha nefret söylemlerine, dışlamacılığa yatkın oluyorlar.

 

Eser Karakaş

http://haber.stargazete.com/yazar/aysbergin-gorunen-bolumu/yazi-764800 

 

  • Sanıyordum ki: Artık “Yahudi” sözcüğünden bir aşağılama türetilmez.

 

10 yılda çok mesafe kat ettiğimizi sanıyordum.

Sanıyordum ki:

- Artık hiç kimse, karşısındakini “Ermeni” diye aşağılamaz.

- Artık birine “Rum” diyerek hakaret etmeye kalkıştığını sanmak, toplumsal bir ayıp sayılır.

- Artık “Yahudi” sözcüğünden bir aşağılama türetilmez.

Böyle diyordum, böyle sanıyordum.

Fakat işte bakın:

- Teknik Üniversite’nin sanat profesöründen Çevik Kuvvet’te görev yapan polise...

- Mahalle muhtarından iktidarın sanal âleme yeni saldığı hesap sahiplerine kadar...

Herkesin dilinde aynı nefret söylemi:

“Ermeni bunlar... Rum bunlar... Yahudi bunlar...”

Bu kervana milli pehlivanımız Rıza Kayaalp de görkemli bir giriş yaptı.

“Ermeni” sözcüğünü aşağılama olarak kullandı ve en galiz küfürleri savurdu.

Dedi ki:

“Ermenilere bıraktınız meydanı... Allah belanızı versin çapulcu eylemciler”.

Ve devlet, bu nefret suçunun mükâfatını anında verdi:

Akdeniz Oyunları’nda Milli Takım kafilesinin bayrağını bu ırkçı pehlivan taşıdı.

 

Ahmet Hakan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23566750.asp?yazarid=131

 

 

http://aykiridogrular.com/haber-2325-Irkci-Akademisyen-Ahmet-Atana-Capulcu-Ogrencilerden-Yanit.html

 

  • Tabii şimdi savcılara da dikkat edeceğiz: Bu ırkçı nefret suçu karşısında ne yapacaklar? 

 

YILDIZ Teknik Üniversitesi Sanat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Atan, Gezi Parkı eylemlerine katılanlar için şöyle bir tweet atmış:

“Yahudi, Ermeni ve Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen soyunuzu araştırın”.

İşte ırkçılığın en aşağılık biçimi budur!

Ve bu adam profesör olmuş!

YÖK’ün bu konuda kılını kıpırdatmayacağını tahmin edebilirim.

Bakalım o heyet içinde böyle kafaya sahip olanların sayısı, olmayanlardan fazla mı, az mı?

Tabii şimdi savcılara da dikkat edeceğiz: Bu ırkçı nefret suçu karşısında ne yapacaklar? Hükümet korkusuyla sinip oturacaklar mı, yoksa halkın bir bölümünü alenen aşağıladığı için takibe alacaklar mı?

Bilsinler ki ben takip edeceğim!

 

Mehmet Y.Yılmaz

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23545902.asp 

 

  • Birikimlerinin büyük kısmını arkalarında bırakan Yahudiler, Balat, Ortaköy, Kuzguncuk ve Kuledibi’ndeki akrabalarının yanına yerleşiyor, bazı aileler otelde kalmaya başlıyordu.

 

Kıbrıs’taki gerginlik nedeniyle başta Rumlar olmak üzere Türkiye’deki tüm gayrimüslimleri hedef alan İstanbul ve İzmir’deki 6-7 Eylül 1955’teki olaylardan 21 yıl, bugünden 79 yıl önce Trakya’da büyük bir yağma yaşandı. Olaylar sonunda yüzyıllarca bölgede yaşayan Yahudi nüfusu önce yaşadıkları evi ardındansa ülkelerini terk etti.

21 Haziran’da başlayan ve iki hafta süren olaylar sonrası çıkan manzara 6-7 Eylül'den çok daha vahimdi. Ancak sesi duyulmadı, medya tarafından görülmedi.

İlk haberler 6 Temmuz’da yayınlandı. Çanakkale, Gelibolu, Uzunköprü, Kırklareli ve Lüleburgaz’da yaşayan Musevilerin İstanbul’a geldiği, beraberlerinde eşyalarını da getirdikleri, Trakya’daki emlak ve arazilerini ise sattıkları belirtiliyordu.

Birikimlerinin büyük kısmını arkalarında bırakan Yahudiler, Balat, Ortaköy, Kuzguncuk ve Kuledibi’ndeki akrabalarının yanına yerleşiyor, bazı aileler otelde kalmaya başlıyordu.

Ancak bazılarının ne İstanbul’da yaşayan akrabaları vardı ne de otele gidecek paraları. Fakir Yahudiler, Balat’taki Yahudi okuluna, Yahudi hastanesine ve havraya yerleştiriliyorlardı.

Bu süreçte ’itidal’ çağrıları yapılırken ılımlı açıklamalar medyada yer alıyordu. Bunlardan bazıları kamuoyunun tanıdığı ünlü Yahudi tüccarlardı.

Nisim Taranto Bey “Başka memleketlerde Yahudi düşmanlığının yer tutmasına imkân verilebilir. Fakat bugün Türkiye’de bir Musevi meselesi mevcut değildir. Esasen ortada hiçbir mesele de yoktur” diyordu.

Marsel Franko Bey ise “Bu hadiseyi duyduğumuz zaman hakikaten müteessir olduk. Fakat işitmemizle hükümetimizin müdahalesi bir oldu. Şurasını da ilâve etmek isterim ki bu hâdise Türkiye’de Yahudi düşmanlığı mevcut olmadığını bir kere daha resmen teyit etmiştir” ifadelerini kullanıyordu.

Cumhuriyet döneminin önde gelen hukukçularından Mişon Ventura da olayı büyütmemek gerektiğini söyleyip Türkiye’de Yahudi aleyhtarlığının genişlemesine imkân olmadığını söylüyordu.

 

M.Serdar Korucu

http://www.demokrathaber.net/trakya-olaylarinin-79-yildonumundeyiz-makale,7186.html 

 

  • “...İsrail’e ve Yahudilere dönük özel bir ilgim, ilişkim var. Bunu saklamam. Bunu memnuniyetle söylerim. Yahudiler, istisnai yeteneklere sahip bir millettir. Arzum ve hülyam, İsrail ile stratejik ortak olmaktır. Bunu saklamam; söylerim; öne çıkarırım.” 

 

Aralarında siyasi çekişme ve hesaplaşma yaşanmasına rağmen Başbakan Bidzina İvanişvili de İsrail ile ilişkilerin mahiyeti ve güçlendirilmesi konusunda Saakaşvili’den aşağı kalmaz. O da ilişkileri daha da ileri götürmeyi bir hedef olarak benimsediği gibi ilişkilere çok özel bir önem ve anlam kazandırmak istemektedir.

Nitekim bu amaçları doğrultusunda İvanişvili, bugün İsrail’i resmen ziyaret etmektedir. Ziyaret devam etmekte olduğu için nelerin konuşulduğunu, hangi yeni anlaşmalara varıldığını henüz bilmiyoruz. Ancak İvanişvili’nin geçen ekimde seçimi kazanmasından bu yana yaptığı sınırlı dış ziyaretlerinin en önemlisinin bu olduğu anlaşılmaktadır; zira İvanişvili, bugüne kadar sadece komşuları Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye’yi resmen ziyaret etmiş, arada Brüksel-Strasbourg’a gitmiş; gitmesi gereken ABD ve Rusya’ya gitmemiştir.

İvanişvili, İsrail ziyaretine başlamadan bir İsrail gazetesine verdiği uzun mülakatta Yahudiler ve İsrail’den büyük övgüyle söz ederek, bir yerde  “...İsrail’e ve Yahudilere dönük özel bir ilgim, ilişkim var. Bunu saklamam. Bunu memnuniyetle söylerim. Yahudiler, istisnai yeteneklere sahip bir millettir. Arzum ve hülyam, İsrail ile stratejik ortak olmaktır. Bunu saklamam; söylerim; öne çıkarırım.” şeklinde konuşmuş bulunuyor.

Komşumuz Gürcistan Başbakanı İvanişvili, İsrail’i işte bu kadar seviyor, bunu da saklamıyor. İsrail de şüphesiz bundan çok memnun; bunun gereğini de elbette yapıyor. Kafkaslar stratejisi bakımından son derece önemli olan Gürcistan’ı mutlaka her yönden kollamaya, desteklemeye devam edecektir. Kısacası, iki tarafın da arzusu doğrultusunda İvanişvili iktidarı ile Gürcistan-İsrail ilişkileri bugünden çok daha ileri seviyeye çıkacak görünüyor. 

Fikret Ertan

http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/gurcistan-ve-israil_2103623.html 

 

  • Üzülerek söylemek gerekirse, eskiden bu topraklarda, kimi mahfillerde, Ermeni, Rum ve Yahudi sözcükleri, hakaret yerine kullanılırdı. 

 

Üzülerek söylemek gerekirse, eskiden bu topraklarda, kimi mahfillerde, Ermeni, Rum ve Yahudi sözcükleri, hakaret yerine kullanılırdı.

Böyle ayıplı dönemlerimiz oldu.

Kimi cühela takımı da, Ermeni dendiğinde Ermenistanlı, Rum dendiğinde Yunanistanlı, Yahudi dendiğinde İsrailli anlardı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu büyük milli devletimiz, bu ülkeleri resmi düşman ilan etiği için, Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımız düşman sayılırdı. En hafif ifadesiyle, içimizdeki hain...

İsmet Paşa’nın içimizdeki hainler için çıkardığı Varlık Vergisi Kanunu’nun yol açtığı faciayı biliyorsunuz. Bilmeyenler, kitaplardan ve filmlerden öğrendi.

Diyorum ya, böyle ayıplı dönemlerimiz oldu.

Kulakları çınlasın, Murat Belge, Genesis adlı kitabında, bu ayıplı alışkanlığın kökenlerine iniyor, milli edebiyat ve büyük ulusal anlatı adı altında sergilenen kepazeliklerin bir nesli nasıl zehirlediğini anlatıyordu.

Dolayısıyla, milli güreşçi Rıza Kayaalp, geçmişte kalan, geçmişte kalması çok çok hayırlı olacak bir alışkanlıkla, kafa kâğıdında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yazan Gayrı Müslim vatandaşlarımızı üzmüş, derinden yaralamıştır. Kendisini kınıyoruz.

 

Ahmet Kekeç

http://haber.stargazete.com/yazar/iki-aslan-parcasi/yazi-764991

 

  • Netten okumalar 

 

  • Yahudi lobisi Gezi Direnişi'nin neresinde – Haluk Hepkon

 

http://www.odatv.com/n.php?n=yahudi-lobisi-gezi-direnisinin-neresinde-2206131200

 

  • Bir zamanlar havralarda yaşayanlar

 

http://www.haberfx.net/bir-zamanlar-havralarda-yasayanlar-haber-932421/

 

Tel Aviv Notları: Neler Yaptık, Neler Yedik, Nerelere Gittik? – Lisya Kalma

 

“Gezi Parkı olaylarının 10. Gününde” dememin büyük bir nedeni taksicisinden garsonuna herkesin olayları belki genel Türkiye’den daha iyi bilmesiydi. Türk olduğumuzu duyan herkes, “ülkenizde çok üzücü olaylar oluyor, biz sürekli okuyoruz ve haberlerden izliyoruz…” diyorlardı. Hepsinin dileği -İstanbul, İzmir, Antalya’ya gelmiş olup, Türkiye’ye hayran olduklarından- demokrasinin, laikliğin ve bu kadar güzel bir ülkenin hiçbir anlamda bozulmamasıydı. Tanıştığım her kişinin Türkiye hakkında bu kadar iyi düşünmesi ve ülkeyi bu kadar çok sevmeleri çok hoşuma gitti…

 

http://www.themagger.com/tel-aviv-israil-notlari-neler-yapilir-neler-yenir-nerelere-gidilir/

 

İstanbul Kadın Müzesi - Beki L. Bahar

 

http://www.istanbulkadinmuzesi.org/beki-l-bahar/?tur=Alfabetik

 

Şimdiki İstanbul, 1940’larda şekillendi – Derya Yazman

 

1944 yılında İstanbul Nazım Planı çalışmalarını yürüten ve Aron Angel'in Paris'teki eğitimi sırasında hocası olan Henri Prost onu ekibinde çalışmaya davet eder. Sekiz yıl süren bu birliktelik sonrası 1952 yılında Henri Prost'un sözleşmesi biter ve yenilenmez. Prost'un yerine Aron Angel, İstanbul Nazım Planı başdanışmanı atanır. Ancak kısa süre sonra Nazım Plan ilkeleri dışında 2 nolu Park Alanı'na Hilton Oteli'nin inşaatı gündeme gelir. Bu girişime karşı şiddetle itiraz eden Angel, "Şahsi menfaatlerin revaçta olduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum" diyerek belediyedeki görevinden istifa eder. 10 yıla yakın süren bürokratlık macerasından sonra Tünel'de kendi bürosunu kurar ve 2010 yılındaki vefatına kadar mimarlık macerasına devam eder.

 

Aron Angel'in anıları başta Henri Prost olmak üzere birlikte çalıştığı insanlar, nüfusu bir milyonu aşmayan İstanbul'un çağdaş bir şehre dönüşmesi için ürettikleri öneriler, çoğumuz tarafından ne yazık ki bilinmez. İyi bir aile babası, eğlenceli bir insan ve zaman zaman karikatürlere konu olan dolu dolu yaşanmış bir hayat (s. 180-81). Eğer bu insanın hayatı nasıl yaşadığını anlamak istersek, özellikle Mimarlar Odası İstanbul Şubesi'nin düzenlediği bir etkinlikte yaptığı konuşmayı okumamız gerekiyor (s. 170-80).

 

http://www.arkitera.com/haber/index/detay/simdi-istanbul-1940-larda-sekillendi/12798 

 

  • Netten izleyin

 

  • Trakya olayları

 

http://www.ahaber.com.tr/webtv/videoizle/trakya-olaylarinin-78yil-donumu

 

 

  • 'Atatürk'ü Yahudiler öldürdü'

 

http://haber.stargazete.com/guncel/ataturku-yahudiler-oldurdu/haber-764373