İlanit Ovadya : İyi tasarım basit olandır

İki sene önce New York’taki eğitimini tamamlayıp Türkiye’ye dönen ve adını İSTAVLA adlı ilginç tasarımı ile adını duyuran genç tasarımcı İlanit Ovadya ile Türk insanının sanata ve tasarıma olan bakışı üzerine konuştuk

Rayka NAYIR GÜVEN Yaşam
19 Haziran 2013 Çarşamba

Seni tanıyabilir miyiz?

İstanbul’da doğdum. Alman Lisesi mezunuyum. Lisede resim dersimiz bile olmadığı için biraz olsun rahatlamak adına resim yapmaya ve farklı şeylere vakit ayırmaya başladım. Daha sonra da tasarımcı olmaya karar verdim ve ABD’nin sayılı okullarından biri olan Parsons The New School for Design’da okudum.

Türkiye’de tasarım çok fazla bilinmediğinden Amerika’da okumak bana daha cazip geldi. Aslında Parsons’ın okul olarak Alman Lisesi’nden pek farkı yoktu. Gece gündüz çalışarak dört senem geçti. Hatta New York’a ziyarete gelenler hiç bir yeri bilmiyorum, sürekli aynı yerde yemek yiyorum diye benimle dalga geçiyordu. En azından ilk üç sene New York’u yaşamadım. Sadece okula gidip geldim. Haliyle de çok sevemedim New York’u. Okulu bitirince hemen dönmek istiyordum. Fakat sonra fikrimi değiştirdim ve kalıp şansımı denemek istedim.

Tasarımcı olma fikri nasıl doğdu?

Üniversiteye başlamadan önce bir gün babama “aşçı olacağım” dedim ve tepkisi “Saçmalama. Olmaz öyle şey. Ne aşçılığı?” oldu. Ben de her nedense hiç karşı çıkmadım bu tepkisine. Bir sene sonra yine karşısına çıkıp “tasarımcı olacağım” dediğimde aynı tepkiyle karşılaşınca “Hop” dedim. Ona hayır, buna hayır olmaz. O olaydan sonra kesin olarak tasarım okumaya karar verdim ve her zaman bunun için çok çalıştım.

Yurt dışında okumak sana ne gibi artılar sağladı?

Parsons’ın katı eğitimi bana her ne kadar uymasa da elbette bir tasarım disiplini aldım. Tabii bu biraz da benim asiliğimden kaynaklandı. Çünkü ilkokuldan itibaren her zaman öğretmenlerimin söylediklerinin tam tersini yaptım. Dolayısıyla da hiçbir zaman aram iyi olmadı öğretmenlerimle. Hatta öğretmenlerim tez döneminde ‘bizim dediğimizi yapmazsan seni mezun etmeyeceğiz’ demelerine rağmen, kendi fikirlerimin arkasında durarak kötü bir notla da olsa en güzel projeyi yaparak okulu bitirdim.

O tez projesinde herkes öğretmenlerin dediğini yapmıştı ama sonrasında insanların kullanamayacağı şeyler ortaya çıktı. Benim anlayışımda bu yok. Tasarladıklarımı insanların kullanmasını istiyorum. Dolayısıyla tezimi insanların beğenmesi profesörlerin beğenmesinden çok daha önemliydi. Tez projelerimiz sergilenirken herkes benim projemle ilgilendi diyebilirim çünkü elle tutulabilir tek proje benimkisiydi ama en kötü notu da alan yine benim projem oldu.

Mobilya tasarlamaya nasıl başladınız?

Mobilya tasarlamaya çok küçük yaşta başladım. Odam çok küçüktü ve o odayı fonksiyonel olarak kullanmak benim için çok önemliydi. Bir boşluk ve şeffaflık istediğinden yola çıkarak uzun süre çalışma masası ve dolap aradım ama bulamayınca kendi başıma Çağlayan’a gidip camcılarla konuşmaya başladım. Bu bahsettiğim 13-14 yaşlarında oluyor. O gün kendi masamı, dolabımı yaparak bir şekilde başlamış oldum mobilya tasarlamaya. Çalışma masasının ayaklarını çift yönlü tasarladığım için bugün hâlâ evimde sehpa olarak kullanıyorum.

Size neler ilham veriyor?

Soluduğumuz hava bile bana ilham verebiliyor açıkçası. İçinde olduğum ortam, gördüğüm biri, duyduğum bir kelime, sokakta gördüğüm her şey, bir hayvanın duruşu, karşımdaki insanın elinin duruşu bile ilham kaynağı olabiliyor.

Tasarım sürecinde neler yaşıyorsunuz?

Tasarım süreci gerçekten çok zor bir süreç.  Ne tasarladığınıza da bağlı tabi bu. İçimden gelen bir şeyi tasarlamak elbette çok daha rahat oluyor. Fakat bir şeyi çözme ya da bir eksikliği giderme üzerine yapılan tasarımlar çok fazla araştırma gerektiriyor. Bazen insanlarla uzun uzun konuşmam gerekiyor ki onların istediği ve kullanabilecekleri ürünleri yapabileyim. Tasarım aslında en sonda ortaya çıkan ürün ve ürünü yapmak en kısa süreç oluyor.

Sizce iyi tasarım nedir?

Günümüzde özellikle Türk insanı sanat ile tasarımı çok fazla birbirine karıştırıyor. Öncelikle bu ayırımın yapılması gerekiyor. Benim için iyi tasarım ‘basit’ olan tasarımdır. Basitten kastım, dört sopa bir tahta parçasından bir sandalye yapılabilir ama insanlar tahta yerine ayakkabı onun üzerine de gömleği dondurup koyuyorlar ve buna görsel tasarım diyorlar. Bu görsel tasarım olarak iyi olabilir ama bana göre onun iyi olabilmesi için işlevsel olması gerekiyor. Eğer işlevsel değilse o benim için sanat oluyor. Basit, fonksiyonu olan ve doğru çalışan her türlü tasarım ben için iyi tasarımdır.

Sizi etkileyen tasarımcılar kimler?

Okulda endüstriyel tasarım bölümüne geçtiğim ilk gün bize hangi tasarımcı gibi olmak istersiniz diye sorulduğunda ben Karim Rashid demiştim. O zaman beni adamın yaptıkları mı yoksa başarısı mı çok etkiliyordu tam olarak bilemiyorum. O sene Karim Rashid’i daha fazla araştırmaya başladım ve öğretmenlerim yaptığım şeylerde hep onu gördü, tarzımı ona benzetti. Her yaz staj yapmak için başvurmama rağmen hiçbir cevap alamadım ama en büyük hedefim onunla tanışıp birlikte bir iş yapmaktı.

Bir gün seramik hocam aceleyle yanıma gelip Karim Rashid’in okulun karşında olduğunu söyledi ama ben üç gündür yıkanmamış bir halde yırtık bir iş tulumuyla olduğum için karşısına çıkmak istemedim.

Sonra okul bitti. Ekonomik kriz olduğundan endüstriyel tasarım bölümünde iş bulamadım ve grafik tasarımı yapmaya başladım. Bir yandan da her gün iş aramaya devam ediyordum. Bir gün arkadaşım ‘sokağa çıkalım’ diye aradı ama iş arıyorum diyerek reddettim. Israr edince yıkandım, giyindim, sokağa çıktım ve iki adım ötede Karim Rashid duruyordu. O zaman koşarak yanına gidip kendimi tanıttım. Bir sene sonra da yanında işe başladım. Altı ay sonra beni yanına çağırıp: “Seni işten kovuyorum. Ülkene dön ve kendi tasarımlarını yapmaya başla. Birlikte çalışabiliriz ama artık benim altımda çalışmayacaksın,” dedi.  Böylelikle Türkiye’ye döndüm ve burada bir şeyler yapmaya başladım. Sandalyem üretilmeye başladığında “her şey senin sayende oldu” diye arayıp teşekkür ettim.

Öğrendiğim her şeyi ona borçlu olduğumu söyleyebilirim. Tasarım pratik yapılarak öğrenildiği için tasarımın nasıl yapıldığını, bir tasarımın olabilecek en iyi halini onun yanında gördüm diyebilirim.

Hangi noktada ‘tamam oldu’ diyorsunuz?

Hiç bir zaman. Çünkü bir tasarımcının kendi tasarımını beğenmesi çok zor ama tatmin olma duygusunu bana ait bir ürün çok sattığında hissedilebilirim. Bu ürün çok satıyor, beğeniliyor diyebilirim. Bugüne kadar sadece Bee Chair adlı ürünüm bir üretici tarafından üretildi. Sandalyenin satış rakamlarına bakarak onun iyi bir tasarım olup olmadığını görmüş olacağım. Üreticinin isteklerine göre tasarlanmış bir sandalye olduğu için bu sandalye ortak bir çalışmanın bir ürünü. Haliyle de ortak bir başarı ya da başarısızlık olacak ve onu hep birlikte göreceğiz.

Onun dışında İstanbul’da kendi tanıtımımı yapmak için kullandığım İSTAVLA adlı tasarımım var. Onu görsel tasarım olarak görüyorum. İSTAVLA gerçekten başarılı oldu çünkü insanlar onun sayesinde beni aramaya başladılar. Dolayısıyla amacıma ulaşmış oldum.

 

 

İSTAVLA tam olarak nedir?

Karim Rashid beni kovduktan sonra Türkiye’de neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. Bir sene daha Amerika’da kaldım ve kendi başıma ürünler çıkartmaya başladım.  İSTAVLA’yı tasarladıktan sonra üreticileri aramaya başlamıştım. Pleksiden yapmayı planlıyordum ama hiç üretim aşamasına gelemedim. Bu esnada tatil için Türkiye’ye geldim ve iki gün içinde kristal tavla üretime girmişti. Ben de burada kaldım. Üretimin çok daha kolay olduğu ama tasarımın çok fazla gelişmediği bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla tasarımının gelişmekte olduğu bir yerde olmak bana daha cazip geliyor.

Tavla ilk olarak ‘Design Spirit İstanbul - 40 Yaş Altı 40 Tasarımcı’ sergisinde görücüye çıktı. Ondan önce İKSV’de satılmaya başlamıştı. İSTAVLA hem isminden hem de kristal bir tavla olmasından dolayı çok ilgi çekti. Plastik pulların üzerinde İstanbul’un iki yakasını anlatan toplam otuz resim bulunuyor. Ayrıca bu yerleri anlatan bir de kitapçık hazırlandı ve kâğıt israfını engellemek için CD’ye dönüştürüldü.

Tavla ilk Hürriyet’te çıktı. Bu da PR’ın başlangıcı oldu. Daha sonra başka dergiler onlar için de bir şeyler tasarlamamı istediler. Böylelikle dergilerde çıkmaya ve ismimi duyurmaya başladım. Tasarımda en önemli şey zaten tanıtım. İsminiz duyulduğunda, piyasada çok fazla tasarımcı olmadığı için hemen aranıyorsunuz ve duyulmaya başlıyorsunuz.   

Mobilya tasarımcısı olmak isteyen kişilere ne önerirsin?

Bunu sadece mobilya tasarımı olarak kısıtlamamak lazım.  Tabi ki sadece mobilya tasarlayanlar da var ama bence hayatta her şeyi tasarlayabilmek gerekiyor. Her gün mobilya üretilmiyor. Bazen küçük şeylere ihtiyaç oluyor. Günümüzde mobilya IKEA ile çok farklı bir boyuta taşındı. Eğer yaptıklarınızı IKEA’ya satabilirseniz ulaşılabilir olursunuz. Yoksa high-end bir markaya yapacağınız tasarım herkese ulaşmaz. İki yolla da para kazanabilirsiniz tabi ki. Biri daha çok satar biri daha az, sonuçta aynı parayı kazanırsınız ama daha fazla insanın benim tasarımımı kullanıyor olması benim için daha gurur verici. Dolayısıyla gençlere önerim sadece okul olarak düşünmesinler tasarımı. Gezmek, dolaşmak, bazı şeyleri kendin üretmek, bir marangozun yanında staj yapmak ki o ahşabın kokusunu almak bile ünlü bir firmada yapacağınız stajdan daha faydalı olabilir, araştırma yapmak ilk aklıma gelen öneriler

İlerisi için hedeflerin ne?

Hedefim Avrupa’da da ismimi duyurmak ve orada da yeterli sayıda müşterim olduğu takdirde seyahat ederek yaşamak.  Yine Türkiye’ye yakın olmak istiyorum ama hedefim seyahat ederek çalışmak.