Olanı sevmek

Kendinizi ve duygularınızı daha iyi anladıkça, olanı daha fazla seveceksiniz... Baruch Spinoza

Sara YANAROCAK Kavram
29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bu hafta çok değişik ve farklı duygular yaşadım. Hafta başı eşimle bir tatile çıktık. Herşey çok güzelken, aniden korkunç bir baş ağrısı, üşüme nöbeti ve yüksek ateşle, otelde yatak döşek hale geldim. Uzun zamandır, birlikte kişisel gelişim çalışmaları yaptığım, çok eski bir okul arkadaşımın sözleri aklıma düştü. Galiba benim ruhuma bir virüs dadanmıştı. Çünkü uzun yol boyunca kafamdan türlü çeşit olumsuz düşünceler, beni acıtan anılar geçit resmi yapmıştı. Neden? Niçin? Bilmem ki? Belki de bedenimin aylaklığında, zihnim fazla mesai yapıp, dejavü turlarına çıkmıştı sanırsam...

O akşamı yorgun argın, ateşli ve sıkıntılı geçirdikten sonra, derin nefesler alıp ruhumu aklaştırmaya karar verdim. Sabah kalktığımda eski ben ve normal ateşim, bedenimle bütünleşmiş, kendimi sağaltmayı başarmıştım…

 Sonraki günler sakince akıp gitti; nedir ki bir akşamüzeri gelen bir telefon ile "merhaba hüzün" yine yanıma sokuluvermeye karar verdi. Çocukluğumun zamanlarına ait çok sevdiğim bir dostumuz  gitmişti. Hemen kendimi karşıma alıp, elimde olan iyi duygularla beslemeye başladım. Evet, o kişi gitmişti ama güzel, çoluklu çocuklu, torunlu bir yaşamı olmuştu. Sevilmişti, saygı görmüştü, yaşını almıştı. O vakit üzülmek yerine, onu sevgi ve şefkatle yâd etmeye karar verdim. O anılarımda her zaman, o yıllardaki mutlu ve güler yüzlü haliyle yaşayacaktı. Elimde olana sarılıp, olmayana hüzünlenmek arasında tercih kullandım kısacası...

 Tatil bitti, eve döndük, bu kez gündeme bir düğün oturdu. Sevgili kuzenlerimizin, melek yüzlü kızları evlendi. Bu düğün yeni bir şükür vesilesi oldu. Çocuklarımızın yetişkin ve saygın kişiler olup, çiçek açmalarını izlemek harika bir şey. İşte  önüne gelen, ellerinde olanı görmek ve yaşamında olumlama yapmak  böyle bir şey.

 Aslında bu yaşamı, cehennem kıvamına sokup yaşayan bizzat bizleriz. Hepimiz hem kendimizin hem de etrafımızdaki herkesin, yaşamlarına burnumuzu soktuğumuz zaman, hem kendimize hem de etrafımıza gereksiz sıkıntı yüklüyoruz.

 Şunu kendimize öğretsek ne güzel olur. Kimseye karışmamak, hayatlarına müdahale etmemek, kendi doğrularımızı onlara dayatmamak."BANA NE?" diyebilmek.

Bu kesinlikle bencillik değil, tam tersine, hem kendini hem de karşındakini özgürleştirmiş oluyorsun. Ben sanki süpermenmişim gibi, herkesi korumaya almak zorunda mıyım? Kontrol hep bende olmak zorunda mı? Tabii ki hayır. Bırak herkes hayatını dilediğince yaşasın. Belki  sana ters gelen ona iyi geliyordur... Bunu becerebildiğin zaman, kendini özgürleştirdiğin gibi, onu da boyunduruktan  kurtarmış olacaksın.

 "Bana ne?" derken, bunu kendi  hayatımızın akışında da uygulamak gerek. Hayatımızdaki açmazları  sürekli düşünüp, dertlenecek yerde, onları içselleştirip kabullenirsek, hiçbirinin bizleri fazlaca etkilemeyeceğini keşfedeceğiz.

 Elimizde olan artı ve eksileri olduğu gibi kabullendiğimiz zaman, önümüzde kapı, duvar olmayan, ferah ve aydınlık bir yola çıkacağımız kesin. Kapılar, duvarları koyan hep biziz. Onların ardında tutsak kalan da biziz. Kendi zihnimizin koyduğu asma kilitlerin ardında, müebbet hapislerde ömrümüzü tüketiyoruz.

 Hayat bir akış. Herşey akışta.Biz istersek yaşam seyrü-seferimizi fırtınalı,dalgalı denizlerde,bata çıka yaşarız veya vira yelken akıp gideriz.

Elimizde olanı kabullenmek, kızdığımız durumlarda empati yapmak, başımıza bir sıkıntı veya güzellik geldiği zaman bizi bizden almaz. Hem  ruhumuz  kirlenmez, gönlümüz çırpınmaz, karakterimiz sağlam kalır. Herşey bizim elimizde, kendimize yardım etmeliyiz. Aptalca negatif yüklerle kendimize çelme takmaktan vazgeçmeliyiz. Kendimizi ve duygularımızı kontrol altına alıp, hayatı kabullenirsek, olanı sevmeyi başaracağız.

 Hadi bakalım, hem bana hem sizlere kolay gelsin. Vira yelken hayatlara...