Düşük faizli dönemi yönetmek

2001 ve 2008 krizleri, Türkiye ve dünya açısından yeni bir dönemin başladığı yıllar oldu. Lehman Biraderlerin sahneden çekilmesi ile başlayan süreçte, başta gelişmiş olan G-20 ülkeleri, daha fazla likiditeyi / parayı piyasalara pompalayarak, krizleri yönetmeye, ekonomileri canlandırarak işsizliği azaltmaya, özellikle kredi piyasalarını açmaya çalıştılar. Paranın bollaşması için düşürülen faizler, Türkiye dâhil tüm dünyada ‘Likidite Tuzağı’na neden oldu

Cüneyt DİRİCAN Ekonomi
15 Mayıs 2013 Çarşamba

Bu süreçle beraber, batan finansal kurumlar, ülkeler (ve hazineleri), borsa, para ve altın sistemlerinin çöküşleri gündeme geldi. Geldiğimiz noktada, bu kadar likiditenin dünyada enflasyon yaratması beklenirken, tersine başta Avrupa olmak üzere ekonomik durgunluk, gelişmiş ülkelerde yüzde 2’nin altında büyüme ve deflasyon nedeni ile parasal politikalar iflas etme noktasına geldi. Daha kritiği, bir sonraki büyük kriz dalgasında borçlarını yönetemeyen ve belki de batan Merkez Bankalarını görmek zor olmayacak.

 

DÜŞEN FAİZ HADLARININ ETKİLERİ

Peki, düşen faiz hadleri Türkiye’de nereden nereye gelmemize neden oldu? Finansal hizmetler sektöründe, yatırımcılarda ve tüketicilerde ne gibi etki ve sonuçlar yarattı?

Özellikle 2003’den sonra Türkiye’de hızla düşmeye başlayan enflasyon ve faiz hadleri, devletin borçlanma yükünü yani kamu finansmanı maliyetini azaltırken, birçok alanda farklı sonuçlar yaratmaya başladı. En başta, birçok sektörde faaliyet dışı gelir yani finansman geliri kalemi yerini faaliyet gelirlerine bırakmaya başladı. Ekonomik verilerde düzelmeler gerçekleştikçe, yabancı doğrudan yatırımlar artmaya başladı. Bankacılık başta olmak üzere, Finansal Hizmetler Sektörü’nde atılan adımlar, 2008 krizinden ülkenin tüm dünyaya nazaran en az hasarla çıkmasını sağlattı. BDDK, TCMB’nın performansındaki başarılar birçok açıdan güçlü bir bankacılık sektörü yarattı, yabancı sermaye ile beraber kredilerdeki ve girişimci sayısındaki artış, GSYİH başta olmak üzere ekonomik gelişimi tetikledi. İnşaat sektörünün büyümesi, genç nüfusun mortgage ve tüketici kredileri ile tüketimi ve dolayısı ile üretimi tetiklemesi, farklı sektörlerin gelişimini ve ekonomik büyümeyi itekledi.

GENÇ NÜFUS DAHA FAZLA İŞGÜCÜ VE TÜKETİM DEMEK

Genç nüfus ve nüfus artışı önemli, daha fazla işgücü ve tüketim demek. Tüketim önemli ancak bilinçli tüketim ve tasarruf bir arada olursa anlamlı. Bireysel Emeklilik Sistemi’nde devlet katkı payı, vadeli mevduatta farklı vadelere göre vade uzadıkça vergi ve munzam karşılık oranlarının düşürülmesi, Finansal Hizmetler Sektörü üzerinden tasarruf bilincinin arttırılması ve cari açıkta lüks tüketim harcamalarının azaltılmasının arzulanması, bu sebepten. İşte bu noktada, geçen hafta komisyon uygulamaları ve yüksek faiz oranları üzerinden tartışma konusu olan bankacılığı ve finansal hizmetler sektörünü özet bir şekilde mercek altına alalım.

Sigortacılık ve Bireysel Emeklilik Sistemi’nin, geçen 10 yıllık zaman diliminde hızlı büyümesine rağmen, GSYİH’daki payı halen yüzde 2’ler seviyesinde. Satılan poliçe tipi, ikisi taşıtla alakalı olan beş ürüne dağılmış durumda. Bu nedenle, bankacılık sektörünün ekonomideki baskınlığı ve önemi halen tartışılmaz. Düşen faiz haddi ile menkul kıymetlerden kredilere dönüş, BDDK’nın sektörle ilgili verilerinde net bir şekilde görünüyor. 2012 yılsonu rakamları ile sektör bilançosunda krediler / toplam aktifler rasyosu yüzde 58’e ulaşmış. Bu rasyo 2003 yılında, yüzde 23 iken, menkul kıymetler / toplam aktifler yüzde 40 oranındaydı. Şu anda, tersine dönmüş durumda ve menkul kıymetlerin payı yüzde 20 seviyesinde. Keza, 2003 yılında toplam menkul kıymetler / toplam mevduat yüzde 66, toplam nakdi krediler / toplam mevduatlar yüzde 45 iken, Mart 2013’de yüzde 34 ve yüzde 109 seviyesinde. Üstelik bu artışa rağmen, takipteki alacaklar / toplam nakdi krediler oranı da yüzde 15’den yüzde 3’e düşmüş. Nitekim bu hızlı büyümeyi sermaye yeterlilik rasyosunda görmek mümkün. Yüzde 25 olan rasyo, Basel 2’ye geçiş dâhil, yüzde 17,5’a gerilemiş durumda. İşte bu noktada, hazine bankacılığından kredi bankacılığına geçişi net olarak gözlemlemek mümkün.

 

HAZİNE BANKACILIĞINDAN KREDİ BANKACILIĞINA GEÇİŞ

Her ne kadar faizler düzenli olarak düşse de, müşterilere yansıyan reel faizlerde aynı sonucu gözlemlemek pek mümkün değil. Mevduat maliyetinin en az 4 katı, çarpan olarak kredi kartlarında, kredili mevduatlarda, KOBİ kredilerinde görülüyor. Sektörün doğası gereği fon arz edenler ile fon fazlası olanlar arasındaki geçişe aracılıkta, başta vade riski alındığı malum. 32 gün vadeli mevduatlar ile en az 36 aylık kredilerin fonlandığı aşikâr. Ancak, araya gayrı resmi çalışan ve tüketici kredilerini yapılandıran POS finansörleri girecek kadar reel faizler yüksek ise bu durumu irdelemek lazım. Fatura ödeme merkezleri gibi karşılanamayan bir ihtiyaç veya doğru gitmeyen bir şeyler olmalı ki, tüketiciler buralara gidiyor hala. 20 milyon finansal hizmetler ile tanışmamış kesim de cabası.

Kredilerin sektör bilançosundaki paylarına bakıldığında ise, uzun zamandır bilanço kompozisyonu aynı seviyede. Yani tüketici, KOBİ ve kurumsal krediler hemen hemen aynı dağılım yüzdelerine sahip. Düşük maliyetli kaynak vadesiz mevduatlarda da oran uzun zamandır aynı. Vadesiz mevduat / toplam mevduat oranı yüzde 17’ler seviyesinde. Faiz dışı gelirler / faiz dışı giderler rasyosu yüzde 95 ‘ler seviyesinde uzunca süredir devam ediyor. Tüm bunları alt alta koyduğumuzda, sektörün tüm dünyada olduğu gibi verilen hizmetler karşılığında komisyon tahsil etmesinden daha doğal bir sonuç olamaz. Nitekim ücret - komisyon gelirleri / toplam gelirler rasyosu 2003’de yüzde 7 iken şu anda iki katına çıkmış durumda. Ücret – komisyon gelirleri / işletme giderleri oranı yüzde 55’den yüzde 66’ya çıkmış durumda. Ancak burada da sorgulanması gereken durumlar yok değil. Örneğin, kiralık kasalardan alınan yıllık kira ücretinin, içindeki kıymetli değerleri aynı banka şubesinden sigortalattırdığınızda, ödenecek priminden daha yüksek olması gibi veya yasal olarak bildirim zorunluluğu bulunan hesap ve kredi kartı ekstrelerinden ücret alınması gibi, durumların dikkate alınması lazım. Sektörün net dönem kârı ise, yılsonu rakamları ile 2003’den bu yana yaklaşık 8 katı artarken, ücret giderleri kaleminde bu rakam 4 katı kadar artmış. Ancak, kârlılıkta bu mutlak değer artışlarına rağmen, aktif kârlılığı ve sermaye kârlılığı rasyolarında düşen faizlere paralel düşüş görülüyor. Benzer bir durum, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği verileri ile sigortacılık sektöründe de görülebilir. Emeklilik ve Hayat tarafında teknik kârlılık oranı düşük, elementer tarafta ise yok. Ekonomik ve sektörel büyümeye karşılık henüz istenilen sonuçlara ulaşmakta sıkıntı var.

Özetle, Bankacılık için, hazine bankacılığı ve kredi bankacılığı sonrası dönem için sektörün inovasyondan çok verimlilik noktasında çalışmalarını hızlandırmasında fayda bulunuyor. Keza, 2008 sonrası dünyada güven unsurunun zedelenmesi ile repütasyon riskini yönetmek de önemli. Sigortacılık tarafında ise, BES itici bir güç ancak gelire göre uygun ürün inovasyonu ile prim üretimini arttırmak şart. Güçlü bir Finansal Hizmetler Sektörü, İstanbul Finans Merkezi ve 2023 yılı hedeflerinin tutturulması için önemli. Tüm bunları daha düşük karlarla sağlamak zorunda olan Finansal Hizmetler Sektörü’nün “Müşteri Odaklılık” çalışmaları artık daha çok önem arz ediyor.