Sürgünden akıl hastanesine efsane virtüöz: Maisky

Rostropovich’den Bernstein’a, Mehta’dan Piatigorsky’ye hatta Shostakovich ile çalışmış bir müzisyeni dinlemek ve onunla sohbet etmek paha biçilemez bir deneyimdi benim için. Mischa Maisky, muhteşem bir virtüöz olmakla beraber belli ki iyi de bir eğitimci... Konserin ilk yarısında seslendirilen Brahms Piyano Trio esnasında, sanatçının herkesçe malum yeteneği bir yana, çocuklarının performansı ve kendi içlerindeki uyumları da dikkatimi çeken unsurlar arasındaydı.

Sanat 0 yorum
8 Mayıs 2013 Çarşamba

Beri Bedelahmi  

İkinci yarı Çaykovski ile başlarken, Max Bruch’un Yahudi dininde, Kipur bayramı akşamı okunan Kol Nidrei duasından etkilenerek aldığı iki melodik motif üzerine kurulan viyolonsel ve orkestra için bestelediği eserle devam etti. Parçada viyolonsel, sinagogda duayı okuyan hahamı temsil ederken, Bruch’un bir Protestan olarak bu duayı öğretmeni Hiller’in yardımıyla dinleyip öğrendiğini de göz önünde bulundurmak gerekir. Konser Haydn’ın Do Majör Çello Konçertosuyla sona ererken, buradan Mischa Maisky’nin büyüleyici ve aynı zamanda keskin dokunuşlarının yanında tecrübe fışkıran icrasıyla ilgili birkaç kelime daha etmenin haddim olmadığını düşünüyorum.

En küçüğü iki aylık, altı çocuk sahibi olan Mischa Maisky’nin hayatı, muhteşem bir virtüözün barındırdığı tecrübelerden çok daha fazlasını içeriyor. Zorluklar ve baskıyla dolu bir hayat, ardından yeteneğinin parlamasıyla şekillenip, zirveye yönelen bir yol…

Hayatımdaki en dolu zaman dilimlerinden birini kendisiyle çok keyifli ve ilginç bir röportaj yaparken geçirdim. İşte bu sohbetten bazı satırbaşları…

Gelmiş geçmiş en büyük çello virtüözü olarak kabul edilen Rostropovich ile çalışmanızın nasıl geliştiğini ve kendisiyle olan ilişkinizi anlatır mısınız?

 Kendisi, çelloyu elime aldığım ilk günden itibaren idolüm olmuştur. Konseri olduğunu her duyduğumda bir şekilde yanına gitmeyi becerirdim. Leningrad’da konservatuarda okuduğum yıllarda düzenlemiş olduğu tüm masterclass’lara katıldım. 1965 yılında kendisinin jüri başkanı olduğu bir yarışmada, öğrencisi olmayan tek finalist olduğumu öğrenince beni kendisiyle çalışmaya davet etti ve çalışmalarımız böyle başladı. Bana müzikte en tepe noktaya ulaşırken gittiğin yolun önemli olmadığını, her nasıl olursa olsun önemli olanın o noktaya ulaşmak olduğunu öğretti. Babamın vefatından sonra benim için hem bir baba, bir idol ve muhteşem bir öğretmen oldu. En büyük şansımdı o...

Hayatınız diğer müzisyenlerin aksine birçok yaşam tecrübesiyle de dolu. Sürgüne gönderilmeniz, hapse girmeniz ve akıl hastanesinde yatmanız... Üstelik hepsi eğitiminiz döneminde oldu. Yanılmıyorsam 2,5 sene çellonuza dokunmadınız. Bunların üstesinden nasıl geldiğinizi anlatabilir misiniz?

Söz edilmesi bile beni hâlâ ürkütüyor. Açıkçası normal bir müzisyen için hiç de sağlıklı olmayan yıllar geçirdim. Belki konservatuarı bitiremedim ama hayat okulundan pekiyi ile mezun oldum. O günlerden sonra birinci hayatım bitti, ikincisi başladı. Derler ya önemli olan bardağın dolu tarafından bakabilmek; o günlerden sonra hep bu felsefeyi hayatımda uygulamaya çalıştım ve bir gün bile çellomu unutmadım. Çıktığımda ellerimde bir sorun yoktu, aynı heyecanla çalışmaya döndüm.

Sovyetler Birliği’nde doğdunuz; tüm çalışma disiplininiz, ait olduğunuz ekol tamamen orası ile özdeşleşmiş. Aynı zamanda yaşamınızın en zor günlerini geçirdiğiniz bir ülkeden bahsediyoruz. O bölgede doğmanın avantaj ve dezavantajları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Belki çok zor günler geçirdim fakat yine bardağın dolu tarafından baktığımda görüyorum ki, Emil Gilels, Shostakovich, Oistrakh gibi gelmiş geçmiş en iyi müzisyenlerle tanışmam, onlarla beraber çalışmamın tek nedeni de buymuş. Ben, ne olursa olsun memnunum ve kendimi şanslı hissediyorum.

Müzik tarihine ismini kazımış birçok şefle çalıştınız. Aralarında sizin için gerçekten özel olan biri var mıydı?

Gerçekten birçok harika şefle çalıştım ancak Leonard Bernstein’nın yeri benim için apayrıydı. Kendisiyle çok uzun bir turne yaptım. Çok özel ve inanılmaz yetenekli biriydi.

J.S. Bach’ın Çello Süitlerini iki defa kaydetmenizin nedeni nedir?

Müzik yaşayan bir olgu, durmadan değişiyor. İcralar da öyle. Açıkçası Bach’ın Çello Süitleri kutsal bir kitap değerinde, hatta kitapların üstündeki kitap. Eğer şu an İncil’i satın almak isterseniz birçok yorumu ile karşılaşacaksınız ve göreceksiniz ki, kaynak aynı olmasına rağmen anlatılma biçimi o denli farklı ki neredeyse İncil olmadığını söyleyeceksiniz. Bir bakıma müzik icrası da böyle bir şey. Aslına bakacak olursanız ben süitleri elli defa kaydettim (gülüşmeler). Stilim ve kapasitemin gelişmişliği dâhilinde en iyisini seçmiştim.

Bu akşam çalacağınız ‘Kol Nidrei’ isimli eser için ne düşünüyorsunuz? Yahudi temalı müziğe ilginiz var mı?

Açıkçası özel bir ilgim yok. Ailem Yahudi olduğu için ben de Yahudi’yim. Durum aslında biraz enteresan; evimizde din karşıtlığı had safhadaydı, bunun da nedeni babamın aşırı idealist bir komünist olmasıydı. Hatta o kadar ki, anlamı ‘Tanrı’ya şükran’ anlamına gelen soyadımız Maskilovsky’i babam Ekim Devrimi sonrasında değiştirdi. Onun yerine aldığımız Maisky’nin anlamı ise ‘mayısın ilk günü’  yani İşçi Bayramı!

 


1 Yorum