Ağa takılanlar

Babam ve Türkiye’ye gideceğimi duyanlar, ”Mira por tsedaka ke no avlez en ebreyo, ”ama her yerde “abi sen nerelisin Türkçen çok güzel” diyenlere, eski Istanbullu, İsrail’de yaşıyorum dedim ve o zaman tepki, “ya sizin orada hep savaş var ve bizi politika ilgilendirmiyor, turistleri bekliyoruz” dediler. (...) Bu seyahat boyunca nostaljilerim bir taraftan hafifledi ve bir taraftan azdı ve öncelikle Türkçe sohbetlerin keyfi yüzünden ve her konuda herkesle estava “Akil adam”! Benden fetva çıktı: Türkiye’ye dönülebilir. AVRAM MİZRAHİ - HASTÜRK

İzak BARON Diğer
8 Mayıs 2013 Çarşamba

 

  • ARAPLAR, BÖLGEDE BUZ GİBİ BİR REALİTE OLARAK YERİNİ ALAN İSRAİL'İ TANIMAMAYA ÇOK ÜST DÜZEY BİR NOKTADAN BAŞLADILAR. 1940'LARIN BAŞINDA BÜTÜN YAHUDİLERİ DENİZE DÖKECEĞİNDEN SÖZ ETMEYEN ARAP LİDER YOK GİBİYDİ. 15 MAYIS 1948'DE TOPLU HALDE İSRAİL'E KARŞI TAARRUZA GEÇEN ARAP ORDULARI DA AYNI MOTİVASYONLA HAREKET EDİYORDU. ANCAK ARADAN GEÇEN 65 YILDA KİMİN KİMİ NEREYE DÖKTÜĞÜ HEPİMİZİN GÖZLERİNİN ÖNÜNDE. İDDİALAR ÇOK ÜST PERDEDEN BAŞLAYINCA, ZAMANIN USTA HAMLELERİYLE, İNANDIRICILIK YÜZDELERİ YOLUN SONUNDA EN ALT SEVİYELERE GERİLEDİ

Ta 1929'larda düzenlenen Nebî Mûsa Şenlikleri'nde Filistin'e yığılan Yahudilere fiili saldırıları başlatan, ardından 1948'de İsrail kurulunca Yahudi Devleti'ne toplu halde saldırı düzenleyen Araplar, yıllar içerisinde önce İsrail'in bölgedeki varlığını kabul etmeye, sonra onu muhatap almaya, ardından da ona toprak vermeye doğru evrilen bir süreç yaşadı, yaşıyor.

Vaktiyle Arap basın-yayın organlarında ve kamuoyunda "Sözde İsrail" gibi kullanımlar çok yaygınken, İsrail'den İsrail olarak söz etmeme inadı şimdilerde sadece Şii Hizbullah örgütünün medya kuruluşları tarafından sürdürülüyor. Hizbullah'a ait Menar televizyon kanalı ve diğerleri, İsrail'i "Siyonist oluşum" gibi ifadelerle tanımlıyor.

Araplar, bölgede buz gibi bir realite olarak yerini alan İsrail'i tanımamaya çok üst düzey bir noktadan başladılar. 1940'ların başında bütün Yahudileri denize dökeceğinden söz etmeyen Arap lider yok gibiydi. 15 Mayıs 1948'de toplu halde İsrail'e karşı taarruza geçen Arap orduları da aynı motivasyonla hareket ediyordu. Ancak aradan geçen 65 yılda kimin kimi nereye döktüğü hepimizin gözlerinin önünde. İddialar çok üst perdeden başlayınca, zamanın usta hamleleriyle, inandırıcılık yüzdeleri yolun sonunda en alt seviyelere geriledi.

Aslında Katar'ın şu anda yaptığı şey, İsrail'e karşı yıllar içinde Arap kamuoyunun geldiği noktanın resmileştirilmesinden başka bir şey değil. Kapalı kapılar arkasında, merdiven altlarında İsrail'le iş tutmak yerine, gerekirse toprak da vererek İsrail'i tanımayı öneriyor Doha yönetimi. Araplara somut bir yol haritası sunuyor. Pratikte zaten İsrail'le iç içe geçmiş olan Arap dünyasına, bu ilişkiyi diplomatik kurallarla kayıt altına almayı tavsiye ediyor.

Katar açısından, bölgedeki siyasal gerçeklikler kadar, ekonomik ilişkiler de İsrail'i yok say(a)mama mecburiyetini doğuruyor. Bugün Suriye meselesinde en şahin kanadı temsil eden Katar'ın birden bire böylesine "ümmetçi" bir tavır takınması, elinde bulunan doğalgazı Suriye toprakları üzerinden Avrupa'ya nakletme düşüncesiyle yakından alakalı. Bu planı uygulamaya geçirmeyi hayal ederken, Doha yönetiminin bir gözü elbette İsrail'in üzerinde. İsrail'in Akdeniz'deki Leviathan doğalgaz sahasında 538 milyar metreküp rezerv bulunduğu tahmin ediliyor. Doğalgaz alanındaki ataklarıyla öne çıkan Katar ve İsrail'in, perde gerisinde masaya oturmuyor olduklarını düşünmek saflık olur.

Ortadoğu'nun gerçekleri bağlamında düşünüldüğünde, Katar'ın ortaya attığı "barış planı"nın halklar nezdinde kabul edilebileceğini düşünmek ise daha büyük bir saflık olur. Çünkü Arap ve İslâm dünyası, zamanın vereceği başka dersleri gözleriyle de görüp yaşamaya daha fazla istekli…

Taha Kılınç

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2013/05/02/katardan-verkurtul-plani

 

  • HAHAM, ARAP-İSRAİL SAVAŞLARINDA YENİLMEYİP HAYATTA KALMAYI TANRI’NIN KENDİLERİNE BİR MESAJI OLDUĞUNU SÖYLEYEREK, ÜSTÜ KAPALI VAAT EDİLMİŞ TOPRAKLAR VURGUSU YAPIYOR. İKİ DEVLET KURULDUĞUNDA ARAP DEVLETİ İÇERİSİNDE EŞİT VATANDAŞLIK TEMELİNDE AZINLIK OLARAK YAŞAMANIN KENDİLERİ İÇİN BİR SORUN OLMAYACAĞINI SÖYLEYEREK HEPİMİZİ ŞAŞIRTIYOR!

Gezimizin İsrailli partneri Van Leer Entitüsü’nün organizesinde durağımız, ilk Yahudi yerleşim yeri olan 1975 yılında kurulmuş Ofra. Bizi köyün dinî lideri haham karşılıyor. Son derece akıcı bir İngilizce ile etraf hakkında bilgi veriyor. İsrail’de hemen hemen herkes derdini anlatacak kadar İngilizce biliyor. Eğer bir de yabancılarla devamlı muhatap oluyorsa yıllardır aynı konuları konuşmaktan gelen muazzam pratikleri var. Bir şeyi yüzüncü kez anlatıyor rahatlığında kendilerini ifade edebiliyorlar. Haham, Arap-İsrail savaşlarında yenilmeyip hayatta kalmayı Tanrı’nın kendilerine bir mesajı olduğunu söyleyerek, üstü kapalı vaat edilmiş topraklar vurgusu yapıyor. İki devlet kurulduğunda Arap devleti içerisinde eşit vatandaşlık temelinde azınlık olarak yaşamanın kendileri için bir sorun olmayacağını söyleyerek hepimizi şaşırtıyor! Şarapçılığın yapıldığı köyde tarlalarda çalışanlar, Filistinliler.

Öğleden sonra katıldığımız mini panelin konusu İsrail demokrasisi ile ilgili. Soru-cevap kısmında bir gazetecinin ‘Ben Kuzey Kore’ye de gittim ama İsrail’e girmek-çıkmak oradan daha zor, burada kendimi takip ediliyor gibi hissediyorum.’ sözleri gezi boyunca olağanüstü misafirperverlik gösteren ev sahiplerimizi tebessüm ettirse de Kuzey Kore ile aynı cümlede anılmaktan mütevellit hoşnutsuzlukları gözlerden kaçmıyor. Panelin özeti, İsrail’de güvenlik demokrasiden önce gelir.  

Gezimizin ikinci günü Dışişleri Bakanlığı ziyareti ile başlıyor. Adının yazılmasını istemeyen bir üst düzey yetkili, dış politika gündemlerinin İran, sonra İran, en son İran olduğunu söyleyerek söze başlıyor. Hafta içi gazetelere de yansıdığı gibi Erdoğan’ın Gazze ziyaretinden memnun olmadıklarının ama İsrail’in çok ses çıkarmayacağının sinyalini veriyor. Özür ile iyileşmeye başlayan ilişkileri bozmamak, Mavi Marmara olayını geride bırakmak ana düşünceleri. Suriye’de belirsizliğin ve İran’la ilgili planlarının olduğu bir dönemde Türkiye ile küs olmak istemiyorlar.

Levent Kenez

http://www.zaman.com.tr/pazar_ozur-sonrasi-israilden-notlar_2085939.html

 

  • NETANYAHU, ERDOĞAN’DAN BÖLGEDE BİRÇOK ORTAK ÇIKARLARI OLDUĞU BİLİNCİ İLE ÖZÜR DİLEDİ, ANCAK BU ÖZÜR, İSRAİL’İN HATALI OLDUĞUNU KABUL ETTİĞİ VE DİĞER MİLLETLERDEN DE ÖZÜR DİLEYECEĞİ ANLAMINA GELMİYOR. İSARİL’İN ÖZÜR DİLEMESİ ZAYIFLIK BELİRTİSİ OLARAK GÖRÜLMEMELİ

İsrail daha önce hiç bir ülkeden ve milletten özür dilemedi. Türkiye konusuna gelince; iki ülke arasında çok uzun yıllara dayanan askeri ve istihbarat işbirliği söz konusu. Bu üç yıllık soğuk dönem sırasında askeri ve istihbarat işbirliği kesilse de ilginç olarak ticari ilişkilerde çok büyük bir artış gözlemliyoruz, özellikle son 12 ayda ticari ilişkiler en yüksek seviyede. Şu anda ilişkilerin yeniden normalleşme sürecine girmesi bölge için çok olumlu bir gelişme. İsrail tarafı diplomatik ilişkileri yeniden başlatmak konusunda oldukça sabırsız. Bölgedeki barış ve istikrarın anahtarı Türkiye ve İsrail’in elinde olduğu için iki ülke arasındaki işbirliğinin her alanda sürdürülmesi çok önemli. Netanyahu, Erdoğan’dan bölgede birçok ortak çıkarları olduğu bilinci ile özür diledi, ancak bu özür, İsrail’in hatalı olduğunu kabul ettiği ve diğer milletlerden de özür dileyeceği anlamına gelmiyor. İsaril’in özür dilemesi zayıflık belirtisi olarak görülmemeli.

...

İsrail özür dilemesine rağmen Mavi Marmara olayını hata olarak kabul etmiyor, etmeyecek de, çünkü İsrailli yetkililer bunu hata olarak görmüyor. İsrail ve Amerikalı yetkililere en başında beri Mavi Marmara olayının trajik bir hata olduğunu söyledim. Özellikle iki müteffik arasında olması büyük bir hataydı. İsrailli yetkililere benim tavsiyem Mavi Marmara olayından hemen sonra özür dilemeleri yönündeydi. İsrail bu konuda anında özür dilemeyerek ve ilişkilerin bu kadar zarar görmesine müsade ederek korkunç bir hata işledi. Ancak Suriye’deki son gelişmeler ve bölgede dinamiklerin değişmesi bu özrü kaçınılmaz kıldı. İsrail çıkarları doğrultusunda ve pratik nedenlerden dolayı Türkiye’den özür diledi. Hatasını ne halk gözünde ne de siyasiler gözünde kabul etmiş değil. İki taraf arasında özrün şekli ve boyutu ile ilgili iki buçuk yıldır yoğun diplomasi yürütülüyordu, Obama kimsenin bileğini bükmedi sadece tarafları teşvik ederek bu diplomasi trafiğne son noktayı koydu. ABD bu süreçte taraflara Suriye’deki gelişmeler ışığında işbirliği yapmalarının kritik öneme sahip olduğunu ve bir an önce Suriye konusunda koordineli çalışmaları gerektiğini hatırlattı.

Alon Ben-Meir

http://www.haberturk.com/dunya/haber/841223-israil-tarihinde-ilk-kez-bir-milletten-ve-ulkeden-ozur-diledi

 

  • KİMSE KUDÜS’Ü PAYLAŞMAYA YANAŞMIYOR. GÖRÜNEN O Kİ BUGÜNKÜ ANLAYIŞLA İSRAİL-FİLİSTİN SORUNU’NUN HALLİ, İKİ DEVLETLİDEN ÇOK “İKİ KUDÜS’LÜ” BİR ÇÖZÜMDEN GEÇİYOR. BU DA İMKANSIZ

Dünyanın dört bir yanından Ağlama Duvarı’na akın ediyorlar. Milim milim Kudüs’ü, eski kenti, Batı Şeria’yı Yahudileştirme çabaları var. Belki bu durumun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor ama kendilerine engel olamıyorlar. Çünkü bugün güç onların elinde. Bir yandan kent içinde Müslüman varlıkları yavaş yavaş yok oluyor diğer yandan yeni yerleşim yerleri açılıyor.

Eski kentte eşinin elini tutarak sevgi pozu veren yerleşimcinin boynunda çapraz asılı M-16 piyade tüfeği belki tezat oluşturuyorsa da bu tuhaf “barış” kentine aslında tam da uyum sağlıyor.

Yahudiler için Haremüşşerif iki bin yıl önce kaybettikleri tapınaklarının bulunduğu, kutsalların kutsalı. Üzerinde inanmadıkları bir dinin görkemli ibadethanesi, pek de hoşlanmadıkları sakinleri var.

Genel algı bu çatışmanın ya hep ya hiç temelli olduğu. Yani kazan-kazan ilkesi Kudüs için şu koşullarda geçerli değil. İsrailli eski Yahudi Toplumları Yesha Konseyi Başkanı Dani Dayan bunun altını çiziyor. İsrail çözüm için acele etmiyor. Belki de iki devletli çözüm oyalamasını bir tarafa bırakıp gerçekleri konuşmak daha yerinde olacak. Filistinliler daha kabul edilebilir hedefler için daha güçlü bastırabilecek. Bugünkü çıkmazdan çıkılabilecek. Yahudi Yerleşkeler, Filistinli mültecilerin dönüşü gibi sorunlara gerçekçi çözüm imkanları her geçen gün azalıyor.

Tabi bir de iki ulusun kimliğini dayandırdığı Kudüs meselesi var. Kimse Kudüs’ü paylaşmaya yanaşmıyor. Görünen o ki bugünkü anlayışla İsrail-Filistin Sorunu’nun halli, iki devletliden çok “iki Kudüs’lü” bir çözümden geçiyor. Bu da imkansız

Bora Bayraktar

http://tr.euronews.com/2013/05/03/filistin-e-gereken-iki-kudus-lu-cozum/

 

  • TÜRKİYE-İSRAİL UZLAŞMASI ŞİMDİLİK, ‘ÇOLUK-ÇOCUK’ SAHİBİ BOŞANMIŞ BİR ÇİFTİN MEDENİ İLİŞKİLERİ TESİS SÜRECİNDE İLERLİYOR. BİR DAHA AYNI ‘AŞKIN’ YAŞANMAYACAĞI AŞİKAR. MÜHİM OLAN İKİ TARAFA DA ZARAR VEREN KAVGA/GÜRÜLTÜYÜ BİR KENARA BIRAKMAK…

Türkiye’nin ilişkileri normalleştirme koşullarından bir tanesi de Gazze’ye yönelik abluka’nın kaldırılmasıydı. İsrailli yetkili ise, “Gazze’ye yönelik bir abluka yok. Gazze’de insani kriz yok. Her istediklerini alıyorlar” diyor. Bir örnek olarak da Türkiye’nin Gazze’de inşa ettiği hastaneyi gösteriyor. İsrailli yetkiliye göre, Gazze ile ilgili olarak sadece ‘güvenlik sorunları bulunuyor’. “Hamas, benim ülkemi tanımayı reddediyor. Bu da onu bizim için düşman konumuna getirir” diyor. Türkiye’nin Gazze’yi yöneten Hamas’ın İsrail’e karşı tutumunu değiştirmesi, yani İsrail’in varlığını tanıması konusunda kolaylaştırıcı bir rolü olup olamayacağını sorunca, sorunun muhatabının kendisi olmadığını belirtip, ‘herhangi bir değişiklik görmediklerini’ ekliyor. Erdoğan’ın Gazze ziyareti planı için yorum yapmak istemiyor fakat, “Bunun ne gibi bir sebebi olabilir” diye sorduktan sonra daha ziyade Türkiye’de iç siyasete yönelik olabileceğini ekliyor.

İsrailli üst düzey yetkili, ekonomik ilişkilerin zaten yaşanan tatsızlıklara rağmen bozulmadığını anımsatırken, Türkiye-İsrail-Ürdün ticari trafiğine atıf yapıyor. Türkiye-İsrail normalleşme sürecinde her şey yolunda giderse, ilişkilerin askeri yönleri de dahil yeniden ‘stratejik düzeye’ gelebileceği umudunu dile getirmeyi de ihmal etmiyor.

Türkiye-İsrail uzlaşması şimdilik, ‘çoluk-çocuk’ sahibi boşanmış bir çiftin medeni ilişkileri tesis sürecinde ilerliyor. Bir daha aynı ‘aşkın’ yaşanmayacağı aşikar. Mühim olan iki tarafa da zarar veren kavga/gürültüyü bir kenara bırakmak…

Ceyda Karan

http://t24.com.tr/yazi/israil-normallesme-surecine-zeval-gelmesin-istiyor/6627

 

  • “ERDOĞAN’IN KARARINA KESİNLİKLE MÜDAHALE ETMEYECEĞİZ. TÜRKİYE’NİN HAMAS’LA OLAN İLİŞKİSİNE BAŞINDAN BERİ KARŞI ÇIKIYORUZ. FİLİSTİNLİLERE YARDIM İÇİN EN İYİ YOLUN HAMAS’IN DESTEKLENMESİ OLDUĞUNA İNANMIYORUZ” DİYOR İSRAİLLİ ÜST DÜZEY YETKİLİ

İsrail son iki buçuk yıldır Türkiye ile ilgili açıklamalarında çok dikkatli davranıyor. Başbakan Erdoğan’ın ya da Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun eleştirilerine karşılık vermemeye çalışıyor. Bunu yaparken iki ülke ilişkilerinin farklı düzlemlerde devamını sağlamak istiyor. Stratejik sessizlik bu şekilde işliyor. Bu politika gereği, İsrail Başbakan Erdoğan’ın Gazze ziyaretine ses çıkarmayacak gibi görünüyor. Tel Aviv bu ziyaretin İsrail açısından olumlu bir sonuç doğurmayacağına inanıyor. Türkiye’de İsrail karşıtı bir söylem geliştireceğinden endişe ediyor. Ama tüm bunlara rağmen doğrudan bu ziyarete karşı İsrail hükümetinden bir açıklama yapmaktan kaçınıyor. İtirazını dolaylı yollardan iletiyor. “Erdoğan’ın kararına kesinlikle müdahale etmeyeceğiz. Türkiye’nin Hamas’la olan ilişkisine başından beri karşı çıkıyoruz. Filistinlilere yardım için en iyi yolun Hamas’ın desteklenmesi olduğuna inanmıyoruz” diyor İsrailli üst düzey yetkili.

Evet, İsrail kazanımlarını, ilişkilerini korumaya çalışıyor. Türkiye’den özür dilenmesinin ardında da bu var, Başbakan Erdoğan’ın planlanan Gazze ziyareti sert açıklama yapılmamasının da. İsrail farklı yollarla ikili ilişkileri geliştirmeye çalışıyor. İsrailli kaynaklar, bunun için, Irak ve Suriye’deki gerginlik dolayısıyla sıkıntıya giren Türk-Arap ticaretinde Tel Aviv köprü olmayı önerdiğini anlatıyor. İsrailli kaynaklara göre Türk özel girişimcileri ile Ürdünlü yetkililer İsrail üzerinden ticareti hızlandırmış durumda. Bir süredir haftada üç kez Hayfa Limanı üzerinden Türkiye’den Ürdün’e mal akışı sağlanıyor.

Geçmişte Türkiye ile İsrail’i birbirine bağlayan askeri ilişkiler artık yok. Bu noktada geri dönüş de beklenmiyor. Önümüzdeki dönemde yerini ticaret ve enerji konularına bırakacak gibi görünüyor. İsrailli yetkili de bunu doğruluyor. İsrail, Filistin meselesinin Ankara-Tel Aviv ilişkilerini daha fazla “zehirlemesini” istemiyor. “Ortadoğu değişiyor. Sadece İsrail için değil Türkiye için de değişiyor. Konuşacak çok önemli konularımız var. Bu konu ne kadar çabuk kapanırsa o kadar iyi olur. Suriye meselesi yıllar sürebilir bu nedenle bu konulara odaklanmamız gerekiyor” diyor İsrailli diplomat.

Ama son yıllarda yaşananlar gösteriyor ki Türkiye Filistin ve Hamas konusundaki duruşunu değiştirmeyecek. Bu da iki ülke ilişkilerinde her an patlamaya hazır bir bomba etkisi yapıyor. Ankara Hamas’ın dışarıda bırakılmasının da sorunlara katkı sağlamadığını İsrail’e anlatmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan’ın gezisinden çıkacak netice sadece Filistin sorununu değil Türk-İsrail ilişkilerinin seyrini de etkileyecek.

Bora Bayraktar

http://tr.euronews.com/2013/05/02/israil-erdogan-in-gazze-ziyaretine-ses-cikarmayacak/

 

  • ARAP BİRLİĞİ 2002'DE KABUL EDİLEN 1967 SINIRLARINA DÖNMESİ KARŞILIĞINDA İSRAİL'İN TANINMASI PRENSİBİNDEN -Kİ BU ÇOK BÜYÜK BİR TAVİZ SAYILIYORDU- VAZGEÇEREK, ONUN YERİNE SINIRLARDA TAKAS YAPABİLECEĞİNİ AÇIKLADI. BU TEKLİFİN ARDINDAN EN SON SORULACAK SORUYU HEMEN SORMANIN VAKTİDİR: KUDÜS'Ü NE KARŞILIĞINDA TAKAS EDECEKSİNİZ?

Tüm bu varsayımlar bir yana, geçtiğimiz günlerde Arap Birliği adına Katar'ın yaptığı açıklama Filistin-İsrail mücadelesinin seyri konusunda değişen fazla bir şey olmadığını adeta ihtar ediyor. Arap Birliği 2002'de kabul edilen 1967 sınırlarına dönmesi karşılığında İsrail'in tanınması prensibinden -ki bu çok büyük bir taviz sayılıyordu- vazgeçerek, onun yerine sınırlarda takas yapabileceğini açıkladı. Bu teklifin ardından en son sorulacak soruyu hemen sormanın vaktidir: Kudüs'ü ne karşılığında takas edeceksiniz?

Bu yaklaşımın doğru, geçerli yahut mevcut durumda da seçeneklerin arasında en iyisi olup olmadığını bu yazıda tartışamayacağım. İsrail'in varlığını reddedip 1948'de işgal edilen toprakları geri alma koşullarıyla başlayıp varlığını tanımaya, daha sonra 1967 sınırlarına razı olmaya, mültecilerin geri dönüşünü konuşmamaya varan sürecin adım adım nereye doğru evrildiğini hatırlatmakla yetineceğim.

Tarihsel olarak bakıldığında 1967'de yaşanan büyük felakete kadar Filistinlilerde şu düşüncenin hakim olduğu söylenebilir: İsrail'i çepeçevre saran Arap ülkelerinin orduları bir gün İsrail'i yenip Filistinlileri özgürlüklerine kavuşturacaklar. 67 Savaşı şunu gösterdi ki, Arap ülkelerinin ne İsrail'le gerçekten savaşmaya niyetleri var ne de onları kurtaracak güçleri...

Bu durumda ikinci aşama olarak kendi imkanları ile kendi mücadelelerini verme stratejisini geliştirdiler. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün silaha sarılıp mücadeleye başlaması ve Filistinlilerden büyük destek görmesi bu anlayışın ürünüdür.

Birinci intifada ise, devasa bir yapılanmaya dönüşen FKÖ'nün dışarıdan gerilla savaşı vererek bir karış toprağı dahi işgalden kurtaramadığı gerçeğine karşı içerden bir başkaldırıdır. Arap milliyetçiliğinin ideolojik ivme sağladığı FKÖ'nün Arap ülkelerinin yedeğinde verilen mücadele yerine, sivil, kitlesel ve içerden bir isyan hareketi intifadayı şekillendirdi. Bu dönem Arap milliyetçiliğinin yerine İslami hareketlerin öncülük ettiği direnişe dönüşecektir.

Tam bu süreçte soğuk savaşın bittiği, Birinci Körfez savaşının kaotik ortamında, artık dışarıdan değil içerde başlayan isyanı engellemek için FKÖ ile barış sürecini kabul etti İsrail. Arapların en parçalanmış olduğu anda Arafat'la İsrail'in varlığını kabul etme önşartıyla barış masasına oturdu. Sonuç malum; İsrail uluslararası sistemde meşruluk kazandı, karşılığında Arafat ve ekibinin Filistin'e dönmesinin dışında reel hiçbir taviz vermedi. Ne mülteci sorunu, ne Kudüs'ün statüsü, ne de 1967 sınırlarına çekilerek Filistin devletinin kurulması…

Tam aksine Yahudi yerleşimleri her geçen gün daha da arttı, artık geri dönülemeyecek noktaya geldi. Filistin kendi içinde Gazze ve Batı Şeria olarak, fiilen ve siyaseten parçalandı. Utanç duvarı, Kudüs'ün ve Batı Şeria'nın yerleşimcilerle kuşatılıp demografik olarak parçalanması elde kalan somut, net gerçekler. Siyonist işgal her geçen gün daha da kökleşti, çözümsüzlük stratejisini uygulayarak zaman kazandı. Ve pek çok konuda işgalden geri dönülemeyeceği realite haline geldi

Arap Birliği'nin sürece takasla başlaması şu soruyu tekrar sormamızı gerektiriyor: Kudüs'ü ne karşılığında takas edeceksiniz?

Akif Emre

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/kudusu-ne-karsiliginda-takas-edeceksiniz/37506

 

  • BENDEN FETVA ÇIKTI TÜRKİYE’YE DÖNÜLEBİLİR

50 yaşlarımı çoktan aştığım için eski vatan nostaljilerimin kabardığı bu yaşta, bir de Fransa'dan yönlendirme (Avram'ın eş'i Fransız) Kapadokya mesajı geldi, eşimin kız kardeşinden ve kocasından geldi: Kapadokya mesajı. Ve beraberce 7 günlüğüne Türkiye’ye gittik.

Antalya iki gün+Kapadokya üç gün+Antalya 2 gün.

Önce uçak iki elin parmaklarından az cudyo (Yahudi) ama aşağı yukarı dolu, uçağın çoğunun İsrailli Arapların ve Dürzilerin oluşturduğu bir uçuş.

Aynı şekilde bu 7 gün boyunca hiçbir yerde İbranice sesler işitmedik, böylelikle diyebilirim ki, İsrailliler dönmediler, zaten esnaflar da Antalya’da teyit ediyorlar dönmediklerini. (Henüz)

Antalya son gittiğimden beri çok büyümüş 1.5 milyonluk bir şehir, çok şükür ufak bir marjla CHP’lilerin elinde ama 23 Nisan’da yeterince ay yıldızlı bayrak görmedim balkonlarda, çok lüks ve çok fakir bir arada bu şehir içinde.

Örneğin Romanlar yani Çingenelerin yaşadığı hakiki bölüm şehrin merkezinde.

Turistler bütün Dünyadan ama sezon tam full değil henüz.

Babam ve Türkiyeye gideceğimi duyanlar, “Mira por tsedaka ke no avlez en ebreyo” (Aman sadakan olsun İbranice konuşma diye tembih ettiler) ama her yerde “abi sen nerelisin Türkçen çok güzel” diyenlere, eski Istanbullu, İsrail’de yaşıyorum dedim ve o zaman tepki, “ya sizin orasında hep savaş var ve bizi politika ilgilendirmiyor, turistleri bekliyoruz” dediler.

...

Bu seyahat boyunca nostaljilerim bir taraftan hafifledi ve bir taraftan azdı ve öncelikle Türkçe sohbetlerin keyfi yüzünden ve her konuda herkesle, estava Akil adamı (Akil adam konumundaydım). Benden fetva çıktı; Türkiye’ye dönülebilir.

Avram Mizrahi

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/6221.htm

 

  • KUDÜS SOKAKLARINDA KONUŞTUĞUMUZ BİR İSRAİLLİ ÖRNEĞİN, “DEVLET SAHİBİ OLMAMANIN NE MANAYA GELDİĞİNİ ANLAMAK İÇİN DEVLETİNİZİ YİTİRMENİZ GEREKİR” DİYOR

1975’te kurulmuş Ofra, bölgedeki ilk yerleşim. 800 aile, 4 binden fazla insan yaşıyor. Ahali dindar, ortalama 4-5 çocuk var. Sakinlerinin yüzde 80’i burada doğmuş. Devletten güvenlik desteği dışında herhangi bir destek almadıklarını söylüyorlar. Ofra’nın hahamı, yani yerleşimin hem ileri geleni hem ruhani yol göstericisi Abraham Gissev, Batı Şeria terimine itiraz ediyor. Ona göre bu terim ‘siyasi’. Onun tanımıyla Judea ve Samaria’daki varlıkları Eski Ahit’e göre yaşayanlar için ‘bütün rüyalarının gerçekleşmesi’. Hem Yahudilik hem de Filistinlilerin 1948’de BM’nin paylaşım planını kabul etmemiş olmasını ‘meşruiyetlerinin’ temeli olarak görüyor. “Bağımsızlık savaşı’nda hayatta kalmış olmamız bir mucizeydi. Çöldeki kum taneleri misaliydik, Land of Eretz’e yani İsrail toprağına geri dönebildik. Burada hiç bir zaman bağımsız bir Arap devleti kurulmadı, hiç bir ulus Kudüs’ü başkent yapmadı” diyor. Bu topraklardan sürülüp giden ve geri dönme hakları verilmeyen Filistinliler sorulunca, “Ortadoğu’nun dört bir yanı mültecilerle dolu. Tüm Avrupa’da savaş sorası milyonlarca insan yer değiştirmek zorunda kaldı” yanıtını veriyor. Ofra ile Tel Aviv arasında bir fark görmese de dindar kimliği ‘ulusçu’ kimliğine baskın geliyor. Filistinlilerle gelecekte iki devletli bir çözüm bulunsa bile Ofra’dan gitmek istemiyor, hatta Filistin pasaportu taşımaya ve olası Filistin devleti içinde ‘azınlık’ olmaya bile razı. “İsrail’de 1 milyondan fazla Arap vatandaşlık sahibi. Batı Şeria’da yaşayan Yahudiler niye burada kalmasınlar?” Haham Gisev, kurulacak Filistin devletinin ‘İsrail’in güvenliğini’ tehlikeye düşürmesine de gönlü razı değil elbette, fakat bir noktadan sonra tek devlet-miş, iki devlet-miş çok da fark etmiyor. Hatta gülerek merhum Kaddafi’nin ‘İsrafil’ mefhumuna atıf yapıyor...

Elbette bu görüşlerin İsraillilerin tümünü temsil ettiğini söylemek zor. Kudüs sokaklarında konuştuğumuz bir İsrailli örneğin, “Devlet sahibi olmamanın ne manaya geldiğini anlamak için devletinizi yitirmeniz gerekir” diyor. Pek çok İsrailli, işgal altındaki yerleşimlerde yaşayanları onaylamıyor. Fakat onaylamamalarına karşın Tel Aviv yahut Kudüs’teki pahalı yerlere güçleri yetmediğinden yerleşimlerde oturmak zorunda kaldıklarını söyleyenler de eksik değil.

Van Leer Enstitüsü’nde İsrail’in ‘demokratik olup olmadığını’ ve ‘iki devletli çözüm olasılıklarını’ enine boyuna konuşurken sahadaki durumun tezahürlerini görüyoruz. Konuşmacılar sloganlara başvurmuyorlar, resmin tüm yüzleriyle görünmesine çabalıyorlar, karşı tarafın tezlerini aktarmayı ihmal etmiyorlar. Van Leer Enstitüsü’nden Prof. Itzhak Galnoor, İsrail halkının yüzde 90’ının demokrasiyi, yüzde 85’inin ifade özgürlüğünü, yüzde 70’inin eşit hakları desteklediğini aktarıyor. İsrailli Arapların demokratik seçimlere katılımı sorulduğunda ise yüzde 68’sinin ‘Hayır’ dediğini, bunu destekleyenlerin oranının yüzde 32’de kaldığını belirtiyor.

Ceyda Karan

http://t24.com.tr/yazi/kutsal-kentten-gorunen-manzara/6645

 

  • HAZİRAN 2011'DE TÜRKİYE İLE İSRAİL ARASINDA VARILAN MUTABAKAT TASLAĞINA BAKARSANIZ, BUGÜN ÜZERİNDE ANLAŞILAN METNİN AYNISI OLDUĞUNU GÖRÜRSÜNÜZ. AMA O ZAMAN "TÜRKLER SAMİMİ DEĞİL, ERDOĞAN'A GÜVENEMEZSİNİZ, BÖLGE DEĞİŞİYOR VE BU BİZİM ALEYHİMİZE" İNANCI HÂKİMDİ. İKİ YIL SONRA İSRAİL'DE KAMUOYUNUN GÖRÜŞÜ DEĞİŞTİ

Bölge çok büyük bir değişimden geçti ve bu değişim özrün gerçekleşmesini sağladı. Tabii İsrail'de de değişimlerin olması kaçınılmazdı. Mavi Marmara olayı olduğu ve Palme Raporu çıktığı zaman İsrail Ortadoğu'da olanlara, Arap Baharı'na tepki gösteriyordu. Çünkü İslam'ın yükselmesi, Müslüman Kardeşler'in güçlenmesi, devrilmekte olan liderlerle imzalanmış barış anlaşmalarının geleceği gibi konular İsrail'de çok büyük bir endişe yaratıyordu. Bu durum siyasette şöyle bir görüşe yol açtı: "İsrail yeni Ortadoğu ile işbirliği yapamaz". Bu nedenle  Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya gibi yeni ortaklar aranmaya başladı. Ancak Haziran 2011'de Türkiye ile İsrail arasında varılan mutabakat taslağına bakarsanız, bugün üzerinde anlaşılan metnin aynısı olduğunu görürsünüz. Ama o zaman "Türkler samimi değil, Erdoğan'a güvenemezsiniz, bölge değişiyor ve bu bizim aleyhimize" inancı hâkimdi. İki yıl sonra İsrail'de kamuoyunun görüşü değişti.

...

Şu anki İsrail hükümeti iki devletli çözüm konusunda adım atacak bir hükümet değil. Çünkü bu muhafazakar, ideolojik, sağ bir hükümet. 80'lerdeki gibi dini perspektiften çözüme ayak diremiyorlar ama daha çok güvenlikle ilgili endişeleri var. Filistin hükümetine verilen her türlü imtiyazın İsrail'in güvenliğine tehdit olduğunu düşünüyorlar. "Eğer toprak verirsek, Hamas Gazze'yi olduğu gibi Batı Şeria'yı da ele geçirecek ve bize saldırmaya devam edecek" diye görüyor Netanyahu. Diğer taraftan, eğer Filistinlilerle hiçbir barış görüşmesi olmazsa, Netanyahu hem içeriden hem de uluslararası toplumdan gelen baskılara maruz kalıyor. Filistinliler için de aynı şey geçerli. Bu nedenle her iki taraf da stratejik olarak birbiriyle konuşuyor ama hedef anlaşmaya varmak değil.

Nimrod Goren

http://www.aksam.com.tr/roportaj/turkiye-ile-israil-90lardaki-gibi-ask-yasamayacak/haber-202884

 

  • BİRAZ KIŞKIRTICI AMA CAN ALICI SORU ŞU: "SURİYE’Yİ HALLETMENİN KARŞILIĞINDA İSRAİL’E DÜŞLEDİĞİ ‘SÜNNİ EKSEN’DE YER AÇILIR MI?" OLURSA FANTASTİK OLUR! ŞİMDİYE DEK İTİRAF EDİLMEYEN ÖRTÜLÜ İSRAİL-ARAP FİİLİ ORTAKLIĞI ALENİLEŞMİŞ OLUR

ABD’nin yeşil ışığıyla gelen saldırının amacı Suriye’ye sarsıcı bir darbe indirmek değilse o zaman biraz da İsrail’in fırsatçılığı üzerinde durmak gerekiyor. İsrail savaş sebebi olan bir harekâta kalkışırken gayet rahat. Zira Netanyahu 5 günlük Çin seferine çıkmakta beis görmedi. Demek misilleme beklemiyor. Bu rahatlığı 3 şeye borçlu: ABD’nin sarsılmaz güvenlik garantisi, bölgedeki düşmanlarının içinden geçtikleri zor süreçler ve Esad’a düşman kesilen Sünni blokla çıkarlarının örtüşmesi. Bir kere ABD açısından İsrail saldırısıyla yeni bir cephe açılması riski fazla değil. İsrail, Suriye ve Hizbullah’la teknik olarak savaşta ve salvolar önemsizleştirilebiliyor. Geçmiş saldırılara da Şam misilleme yapmadı. Hizbullah’tan bir misilleme gelme olasılığı daha yüksek ama Lübnan’ın seçim sürecinde olması nedeniyle Şii örgütün eli kolu bağlı. 2006’daki gibi Lübnan’ı ateşe atacak bir hamlenin Hizbullah açısından bedeli bu kez ağır olabilir. İsrail’le yeni bir savaş Suriye’nin etkisiyle mezhep çatışmasının nüksettiği Lübnan’ı parçalayabilir. İsrail’in asıl düşmanı İran da haziran seçimleriyle meşgul. İranlıların önceliği 2009’daki gibi bir ‘yeşil dalga’ya kapılmadan gemiyi sağ salim yüzdürmek.

Bir diğer rahatlatıcı etken Suriye kriziyle Sünni blokun İsrail’le yolunun kesişmesi. Sunday Times’a konuşan İsrailli bir yetkiliye göre İsrail, İran’a karşı Türkiye, Ürdün, Arabistan ve Birleşik Arap Emirliği’nin (BAE) yanında ‘ılımlı hilal’e katılmak istiyor. İsrail, Arabistan ve BAE’deki radarlara erişime karşılık savunma sistemlerini paylaşmayı ve Ürdün’ü Arrow ile korumayı öneriyor. Arap Birliği’nin Arap Barış Planı’nı toprak takasını içerecek şekilde değiştirmeyi kabul ettiğini de buna ekleyin.

Biraz kışkırtıcı ama can alıcı soru şu: "Suriye’yi halletmenin karşılığında İsrail’e düşlediği ‘Sünni eksen’de yer açılır mı?"

Olursa fantastik olur! Şimdiye dek İtiraf edilmeyen örtülü İsrail-Arap fiili ortaklığı alenileşmiş olur.

Fehim Taştekin

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/israilin_sam_harekati_ve_ilimli_hilal_dusu-1132342

 

  • Netten okumalar

 

  • İSRAİL’İN SURİYE’YE YENİ SALDIRISININ KODLARI – HÜSEYİN VODİNALI

http://www.odatv.com/n.php?n=israilin-suriyeye-yeni-saldirisinin-kodlari--0405131200

 

  • MUSEVİLERİN ZENGİN MUTFAĞI – SAHRAP SOYSAL

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23194273.asp

 

  • İSRAİL SİYASETİNDE TEMİZLİK HAREKETİ – KERİM BALCI

http://www.zaman.com.tr/kerim-balci/israil-siyasetinde-temizlik-hareketi_2085363.html

 

  • BİR BESTEKÂR: YİNON MUALLEM – HİLMİ YAVUZ

http://www.zaman.com.tr/hilmi-yavuz/bir-bestekar-ynon-muallem_2084548.html

 

  • İSRAİL’DEN GİRİŞİMCİLİK ADINA NE ÖĞRENEBİLİRİZ?

http://blog.212ltd.com/2013/04/30/israilden-girisimcilik-adina-ne-ogrenebiliriz/

 

  • İSRAİL VE ÇİN: DERİN VE GENİŞ İLİŞKİLER – FİKRET ERTAN

http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/israil-ve-cin-derin-ve-genis-iliskiler_2086320.html

 

  • Netten izleyin

 

  • ISTANBUL TEL AVİV - YİNON MUALLEM & RAST WİTH MEHTAP DEMİR

http://www.youtube.com/watch?v=DuFYQDY67zk&feature=youtu.be