Yahudi’nin ayak izi: Antisemitizm

Yahudi düşmanlığı son dönemlerde yine prim yapıyor. Bu zaman zaman içten içe ancak hatırı sayılı kereler alenen gerçekleşiyor. Tarih boyunca halk yığınlarının benliğine şu veya bu şekilde nakşedilmiş imgelerin antisemitizmi besleyen hammaddeler olduğu yadsınamaz.

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
1 Mayıs 2013 Çarşamba

Yahudi düşmanlığı son dönemlerde yine prim yapıyor. Bu zaman zaman içten içe ancak hatırı sayılı kereler alenen gerçekleşiyor. Tarih boyunca halk yığınlarının benliğine şu veya bu şekilde nakşedilmiş imgelerin antisemitizmi besleyen hammaddeler olduğu yadsınamaz. Bir de Yahudi devleti kimliği ile İsrail’in yürüttüğü siyaset etkili oluyor. Sorulsa izah edilemeyecek ya da derli toplu bir dayanağa sahip olmadığı açık bu husumetin nefret seviyesine gelmesi, bu nefretin medyada, sokaklarda, sanal ortamda, tereddütsüz ve son derece rahat bir şekilde dillendiriliyor olması çok üzücü...

Tarih boyunca antisemitizmin gelişimini tasnif edecek olursak değişik zaman dilimlerinde kaynağı farklı yorumlara varabiliriz: Örneğin, İsa’dan önceki devir ile Roma İmparatoru Konstantin’in Hıristiyanlığı kabul etmesi ertesinde yaşanan Yahudi düşmanlığını aynı kefeye koymak olası değil. Bunlardan birincisi “Tek Tanrı” fikri çevresinde anlam bulurken ikincisinin kaynağında İsa’nın öldürülmesine aracılık edilmesi var.  Bu anlamda Roma’nın Hıristiyanlaşması, beraberinde katlanarak artan bir Yahudi düşmanlığını da getirir. İmparatorluğun kontrolü altında bulunan geniş topraklarda Yahudilere karşı baskı artar. Bir adım öte, Ortaçağın başlarından itibaren, Yahudilerin İsa’yı kurban ettikleri ve özel bayramlarında – Pesah’ta örneğin – bunu tören ve dualarında kutladıkları yalanı, yani ‘Kan İftiraları’ konusu veya ‘iğneli fıçı’ konusu antisemitizmin doruk noktalarından biri olmuştur.

Tarih Batı Roma İmparatorluğu’nun çökmesi ile Ortaçağ’ın başladığını söyler. Din istibdadı altında geçecek bu neredeyse bin yıllık dönemi Avrupa adına yorumlayanların üzerinde mutabık kalacakları üç sözcük kilise, feodalite ve korku olacaktır şüphesiz. Aynı dönemde ve aynı coğrafyada Yahudi yaşantısını tanımlayan üç sözcük ise kuvvetle muhtemeldir ki baskı, kovulma ve ölüm olacaktır…

Vatikan antisemit miydi? Dönemin, Katolik Krallıkları antisemit miydiler? Yoksa kendini gördükleri şekilde, onlar yalnızca Yahudi dinine mi karşıydılar? Antisemit olmakla, bir din çerçevesinde Yahudiliğe karşı olmak arasında fark var mıdır?

Tarih, aydınlanma döneminin hemen ardından Dreyfüs Olayı’nı yazmışken, Doğu Avrupa ve Rusya’da yaşanan pogromlara tanıklık etmişken, Siyon Önderlerinin Protokolleri üzerinden popülist Yahudi düşmanlığı - o dönemlerde - yeni serpilen yazılı basının manşetlerinde yerini almışken, Şoa bir mit olarak değil bir gerçek olarak kolektif Yahudi hafızasına kazılmışken, benzer soruları bugün de sormak olası: Şu veya bu ülke siyaseten antisemit midir? Radikal İslam’da düşünsel / eylemsel bir antisemitizme rastlamak olası mıdır?  Nefret söylemini kullananlar Yahudilere mi karşıdırlar, yoksa iddia ettikleri gibi salt İsrail’in politikalarına mı tepki duymaktadırlar? Antisemitizm, Yahudi halkının etrafına toptan bir duvar mı örmeye hizmet eder?

İnsan kitlelerinin birbirlerine olan bakışlarını genelleştirmek bu anlamda Yahudi düşmanlığının hedefini kitlesel olarak göstermek doğru değil.  Hitler bunu böyle yapmıştı. Avrupa Yahudiliğinin üçte ikisinin hayatını alan yaklaşımının Alman halkına nelere mal olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek. Esasen bu kendi başına bir çalışma konusudur.

Bu bağlamda, İsrail’in varlığı üzerinden veya uyguladığı politikalar üzerinden Yahudi düşmanlığı yapmak ve bu düşmanlığının odağına tüm Yahudi halkını koymak izah edilemeyecek bir durumdur. Ancak biliniyor ki güncel antisemitizmin göbeğinde İsrail duruyor. Kendisine düşman olan birçok çevre, kendi varlığı üzerinden Yahudi halkına nefret saçıyor. Ve gitgide olaylar çığırından çıkıyor, bir din düşmanlığına, bütünsel bir nefrete doğru gidiyor. Sap ile samanın birbirinden ayrılması güçleşiyor.

Devletlerin, hemen her konuda, kendi çıkarları çerçevesinde geliştirdikleri siyasetler vardır. Bunlara karşı olmak, dayanağı ne olursa olsun, onun halkına düşman olmayı gerektirmez. Kaldı ki, demokratik bir toplum kimliği ile İsrail halkının, kendi devletinin siyasetini tamamen desteklediğini düşünmek, en azından saflık olur. Bunun için bazı STK’ların söylediklerine kulak vermek, gazetecilerin yazdıklarına göz atmak gerekir. Bunların Filistin konusuna bakışını irdelemek,  yerleşimler konusuna, iki devletli çözüm süreci konusuna, Hamas – El Fetih ilişkilerine ve barış görüşmelerinde kimin muhatap alınacağı konusuna yaklaşımlarını anlamak gerekir.

O zaman görülecektir ki ortalama İsrailli’nin bu konuda söyleyecek çok şeyi var. Hatta diasporada yaşayan ortalama Yahudi’nin de bu konuda söyleyecek şeyi olduğu noktasına varılacaktır. Bu konuda Patrick Tyler’in kaleme aldığı ‘Fortress Israel – İsrail Kalesi’  ile Charles D. Freilich’in geçtiğimiz aylarda çıkan  ‘Sion’s Dilemna – Siyonun İkilemi’  başlıklı kitaplarını önermek olası. Zaman zaman güncel İsrail politikalarına eleştirel yaklaşan, bazen temel argümanlarda birbirlerinden derin bir şekilde ayrılan ancak her durumda klasikleşmiş görüşlerden farklılık gösteren bu sesleri duymadan, ileri gitmemek gerek. Keza iç siyaset dinamiklerinin ve bunları harekete geçiren etkenlerin de farkında olmak şart. Son tahlilde, atlamamak gerekir ki politikaya yön veren önemli unsurlardan biri etki / tepki mekanizmasıdır.