Şükür ya Rabbim şükürler olsun sana

Eddi ANTER Köşe Yazısı
1 Mayıs 2013 Çarşamba

Sürekli şikâyet eder bir haldeyiz şükredecek o kadar çok şey varken. En önemli açıklamaysa insanız ne olsun demek. Yani insan olmak özellik değil özürdür zihniyetine sığınmak. Kulağımda güçlü bir ses “sebepsiz yere ağlarsan Ben sana ağlaman için yeterince sebep veririm” diye yankılanıyor. Her gün bu ses benimle konuşuyor ve bana elimde olanları görmem için bir hatırlatmada bulunuyor. Ben ne mi yapıyorum? Her gün bunu unutan rolünü üstleniyorum. Ne O ne ben pes ediyoruz. Öğrenmek ne kadar da zor değil mi? Anlayabilmek ne kadar da çok çaba gerektiriyor.  Anladığını algılamak da bir başka ikilem. Benim algıladığım seninki ile aynı değil. Onun bunun anladığı bana bir şey ifade etmiyor. Ve hayat bu şekilde devam ediyor. Bizler de böyle yaşamayı sürdürüyoruz. Ne ben senden ne sen benden öğrenmeden ilerlediğimizi zannedip yer ve zaman işgal ediyoruz. Eski nesiller geldi gitti, şimdiki nesil burada hayatı deneyimliyor ve gelecek nesillere bir şey bırakamayacak. Bıraktığını sandıklarını anlayan olmayacak. Anladığını düşünenlerse algılamakta zorluk çekecekler. Hayat da bu işte! Kişiye özel...

Birine bir iyilik yaptığımı zannedip karşımdakinin bunu yanlış anladığına pek çok kez tanık oldum hayatımda. Aynı şekilde doğru davrandığımı düşündüğüm birçok sefer de karşımdaki kişi bunu kötülük olarak algıladı. Yani doğru ve yanlış ile iyi ve kötülük bile izafidir. Bunların teraziye nasıl konulacağı ve tartılacağını kararını kim verecek acaba? Merci Tek. O benim yüreğimden ne geçtiğini bilendir. Her ne yapıyorsam yapayım niyetimin ne olduğunu gören, duyan, bilendir O.

Asrın vebası depresyon

Asrın vebası nedir diye düşünüyordum. Depresyon olduğuna karar verdim. Sürekli olumsuz düşünmek, yarını görememek, umutsuzluk hisleriyle boğuşup, çaresizliğin içinde kendini bulmak hali... Mutsuz, karamsar, huzursuz olmak yani. Depresyon için onlarca insan yapımı ilaç var ve işe yarıyor ancak depresyon bundan bir şey öğrenmiyor. Yine basit bir soğuk algınlığı gibi geri geliyor. Bu sefer daha güçlü ve daha belden aşağı vurarak... Depresyonun en basit anlamda, yalnız kendine güvenmek ve teslim olamamak olduğuna kanaat getirdim. Başıma istemediğim her ne geliyorsa buna şahit olmak beni üzüyor. Gösterdiğim çabayla değişimi yapamayınca pes ediyor ve bu karanlığın içine düşüyorum. Hâlbuki başıma her ne gelirse gelsin benim iyiliğim içindir diye öğrettiler. Nedense ihtiyacım olduğunda bunu hatırlamıyorum. Aklım buna engel oluyor. Nefsime yeniliyorum. Yazık ki nefesimi nefsim uğruna tüketiyorum. Hâlbuki beni düşünen biri var. O benim için neyin en iyi olduğunu bilen ve bunu benim hayatıma sokandır. Aklım bunu almak istemiyor çünkü bu işine geliyor. Kontrolü bırakmak, teslimiyet onun varoluşuna aykırı...

İnsanlar eşit mi?

İnsanlar eşit midir? Kesinlikle hayır. Kadınla erkek eşit midir? Tabii ki değil. Bir erkekle bir başka erkek bile eşit değildir, farklıdır. Ancak ruhlar eşittir sadece dünyaya farklı bedenler içinde gelip değişik hayat deneyimlerini yaşarlar. Eşit hak sahibi olmakla eşit olmak birbirine girmesin lütfen. Beni üzen bir şey seni de üzebilir. Aynı şekilde seni mutlu eden bir şey beni de mutlu edebilir. Ancak beni depresyona sokacak olaylar sana çok hafif gelebilir veya bir başkasını depresyona sokacak olan biteni ben kaldıramayabilirim. Bunun çözümü nedir? Bundan nasıl kurtulabiliriz? Akıl sağlığı endüstrisi ilaç ve terapi yöntemleriyle dört nala koşuyor ve coşuyor Amerika’da. Herkes belli bir düzen içinde terapiye gidip derdini anlatıyor ve karşısındaki profesyonelden çözüm bekliyor. Bu kişi size ne yapacağınızı kesinlikle söylemiyor sadece sizin kendinize yardım etmeniz için yardımcı oluyor. Hepsi bu! Beni benden iyi kim tanıyabilir? Kim beni benden daha iyi okur ben kendimi okuyamazsam acaba? Buna rağmen beni hiç tanımayan bir yabancıya gidip, istediğim, seçtiğim bilgi ve deneyimlerimi anlatıp onun bana yol göstermesini beklemek ne kadar da akıllıca? Yollar karmaşıktır ve çok sayıdadır ancak varılacak durak Tek’tir.  Eninde sonunda ulaşılacak Bir Hakikat var. Yazık ki insanoğlu en basit gerçeği kabullenmek yerine en zor ve karmaşık yalanlara inanmayı seçiyor. Aynen öyle yapıyor. Ve bu bir seçimdir. Hayatın akışı değildir.

Beklentilerin olması, gerçeğin ortaya çıkışı ve kırılan gerçek (hayal kırıklığı olarak bilinir ancak kıran gerçeğin taşınılmaz ağırlığıdır)  ile üzülmek, can acısı, her tür duygusal, zihinsel, davranışsal veya bedensel olguları seçen benim. Sadece ağrı veya sancı fiziksel ise onun çözümü başka olabilir... İlaç, fizik tedavi, ameliyat alternatifleri var. Gerçi tüm hastalıkları bedene davet eden yine kendimiziz ancak bu konuyu başka bir yazıda ele alırım. Peki, bütün bu üzüntü, keder, dert, endişeyi seçen ben isem neden onları da aynı şekilde defedemiyorum. Niye bu olumsuz düşünceler beni ele geçiriyor? Niçin ben onların beni yönetmesine göz yumuyorum? Buna nasıl izin veriyorum?

Küçük çocuklar okula başladığında kendi ev ve aile ortamından çıkıp yeni ve daha büyük bir dünya ile tanışırlar. Bu dünyada olan biteni gözlemlerken nedense hep ellerinde olmayana odaklanırlar. Kendi evleri daha büyük olsa bile arkadaşının odasının boyuna takar, kendi dolabı giyecek doluyken arkadaşının gittiği seyahate imrenir. Bu sürer gider. Elimizde olanı görmek bir meziyettir. Bu O’nun bana bahşettiği hayatı takdir etmek yoludur. Bende olmayanı görmekse komşunun malına göz dikmektir. Ben O’ndan daha iyisini biliyorum demektir. Bu arzu ve isteklerin sonu yoktur elbet. Sadece adamı üzer, kemirerek bitirmeye ve nihayetinde depresyona sürükler. Büyük planı göremiyoruz, gördüğümüzü sandığımızda anlayamıyoruz. Yapılması gereken bize bahşedilen hayatı en iyi şekilde yaşamak... Elimde olanları görmek ve bunun için şükredebilmek. Ne kadar da zor değil mi boyun eğmek, kabullenip teslim olabilmek? Bu yüzden hep bir başkasına benzemeye çaba gösteren ve nihayetinde kendisi olamayan insanlar var. Doğaya bakın. Hiç köpek olmaya çalışan bir kediye denk geldiniz mi?

Geçenlerde İstanbul’dayken hayatımın dersini bir taksi şoförü verdi bana. Arabasına binen bir yolcu hastaneye gitmek istemiş. Vardıklarında şoföre park edip ona eşlik etmesini söylemiş. Acil kapısından girip bir odadan diğerine geçerken şoför endişe içinde “Aradığınız kişiyi belki de danışmaya sorsanız daha iyi olur” demiş. Müşteri de cevaplamış:” Belli birini aramıyorum. Tüm paramı, işimi kaybettim. Evime dönüp ailemin yüzüne bakacak cesaretim yok, umutlarımı yitirmek üzereyim. Buraya sadece elimde ne var onu görüp şükretmek için geldim.” Bu hayat dersi değilse nedir? Allah’ım bana elimde olanları görme yeteneği bahşet lütfen ve Sana yeterince şükretmeyi unuttuğum her gün için beni affet ne olur... Öğrenciyim; halen öğreniyorum ancak kaz kafama bir türlü girmek bilmiyor!