Just be you, sadece kendiniz olun

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
10 Nisan 2013 Çarşamba

Şimdi okuyacağınız yazı bir noktadan başlayıp diğer bir noktaya varan bir düşüncenin yazıya dökülmüş halidir.

Tabletten gazete okumanın bana getirdiği beyin uyuşmasından endişe duyarak başladı bu düşünce. Tablette kâh yana kâh aşağı doğru sürükleyerek capcanlı fotoğraflara albüm gibi bakarken buldum kendimi. Haberlerin çarpıcı başlıklarından ötesini okumaya çaba harcamak bir yana merak bile etmediğimi fark ettim. Uzun haber okumak konusunda beynimde bir gerileme, isteksizlik var artık. Klasik anlamda bir gazete okumanın ise artık başlı başına bir gayret gerektirdiğini düşünmekteyim.  Hatta büyük iştahla başladığım Brooklyn Follies adlı Paul Auster romanı ile de uzun süredir bakışıyoruz… Başlıkların daha büyük, fotoğrafların daha renkli, sloganların daha kısa ve saldırgan olduğu bugünlerde anlama aşamasını bir kenara bırakıp doğrudan anlamlandırmaya çalışır hale gelmişim. Serdar Turgut’un bir haftadır diline doladığı aptallık salgınına tutuldum desem yeridir… Her şeyi anlamlandırmak için aklımıza yerleştirecek kalıplar bulduğumuzu yazmış. Katılıyorum. Uzun ezberli derslerden geçmek için hayali senaryolar, haritalar ve yemekler düşündüğümüz lise yılları gibi… Ancak bu tür kalıpların rahatlatıcı olması bir yana, inançlara dönüşmesi de kaçınılmaz. Akıla bağlı gerçek yerine inanca bağlı gerçekler beynimizde yer ediyor. Ve kalıplı düşünen beyinlere hitap edebilenler üzerimizde güç uygulamaya başlıyorlar…

Yeni tarz yaşamda bu güç illa politik güç değil, yaşam koçları, beslenme uzmanları, din âlimleri, ilişki uzmanları ve hatta yürüyüş danışmanları bile kalıplarla öğrenmeye gönüllü ve fazlasını artık arzulamayan insanlara kalıplı bilgi sunmakla bu gücü uyguluyorlar. Kendileri o kalıbın dışında bir şeyleri rastlantılar sonucu öğrendikleri için hiçbir çaba sarf etmeye isteği olmayan insanlara kendilerini işin uzmanı olarak tanıtarak yol buluyorlar. Bilmemek mutluluktur kavramının hayata uyarlanması gibi. Az okumak ve az araştırmak insanlardaki anlama kaygısını yok ediyor. Bu işi iyi bilen bana yol göstersin diyerek bir adım öndekine sığınıyoruz.

Bu durumda özgür irademizden vazgeçmiş oluyoruz. Başkalarının bizi olmayan yeteneklerimiz doğrultusunda geliştirmeye çalışmasına izin veriyoruz. 70 Pencere kapsamında Ulus Oditoryumu’nda dinlediğim konuşmacı David Aaron’un bir tavsiyesini burada dile getirerek beynimizi aptallık salgınından arınmasına çalışacağım. Belli karakter özellikleri (iyi ve kötü) ve belli bir zekâyla bu dünyaya geldik. Hayatta özgür irade var mı sorusuna cevap ararken tek şeyi aklınızda tutun dedi: ‘ Özgür irade sadece olduğunuz kişiyi kabul etmek ve olmadığınız bir takım şeyleri olmaya çalışmamaktır.’ Kendinizin yeteneklerini bilin ve onları gün ışığına çıkaracak çabayı sarf edin. Zira bu evrene her birey bir hizmette bulunmak için gelmiş olmalı. Onu bulun ve ona çabalayın.’ Doğrusu da bu bence, bize verilen boyalardan ne tür bir resim yapacağımız bizim kararımız. Bunu dış etkenlerden ve inanç kalıplardan arındırıp bulmaya çalışmak ve düşünce tembeli olmamak gerek…