Avukatlık mesleğinde bir duayen YUDA REYNA

Avukatlık mesleğinde 60 yılını geride bırakmış, bu süreye başvuru niteliğinde beş adet kitap kazandırmış, Hahambaşılık Hukukçular Komisyonu üyelerinden Av. Yuda Reyna ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik…

Ester YANNİER Toplum
3 Nisan 2013 Çarşamba

Çanakkale’de doğdum. Dedelerimin dedeleri bile Çanakkalelidir. 1934 yılında altı yaşındayken memlekette Yahudiler aleyhine Trakya’da olaylar başladı. Edirne, Tekirdağ, Çorlu derken Çanakkale’ye gelindi; evlerimizi bastılar, dükkânlarımızı ellerimizden almaya kalktılar. Ev eşyalarını kırıp kadınlara kötü muamele etmeye başladılar ve “gidin buradan” diyerek bizleri kovdular. Böylece ilk kez o küçük yaşımda ayrımcılığı tatmış oldum. Bugün yetişkin bir insan olarak ayrımcılıkla uğraşıyorum. Babam en küçüğümüz kundak çocuğu olan beşimizi arkasına bakmadan İstanbul’a getirdi. Burada Sirkeci Sinagogu çevresinde bir eve yerleştik. Çanakkale’deki evimizin aksine bu evin ne suyu ne de elektriği bağlanmıştı. Mecburen taşındık. Suyu mahallenin sakaları tenekelerle taşırlardı. Zenginlikten fakirliğe geldik diyebilirim...

17 sene bu evde yaşadım, gaz lambasıyla ders çalıştım ve evden avukat cübbesiyle çıktım. Ortaokulu Cağaloğlu erkek Ortaokulunda okuduktan sonra, - o yıllarda kız ve erkek okulları ayrıydı-İstanbul Erkek Lisesi’nde okudum. O yıllarda çok tanınan bu okulda sınıfta tek Yahudi bendim ve okulu pekiyi derece ile bitirdim.

Annemin ailesi Uruguay Montevideo yaşıyordu. Varlıklı bir aile idi. Henüz iki yaşındayken bizi yaşamak üzere oraya davet etmişlerdi. Bir ay süren gemi yolculuğuyla Montevideo’ya gittik. Birkaç ay orada yaşadık. Ancak babam oranın hayatına uyum sağlayamadığından geri döndük. Bu yolculuktan elimde bir fotoğraf kaldı.

 İstanbul’da yaşamınız nasıldı?

İlkokuldan avukat çıkıncaya kadar yarım gün okula gittim, yarım gün çalıştım. Aksi halde okumam mümkün eğildi. Çünkü ailemin maddi durumu müsait değildi. Hem aileme bazı yardımlarım oluyordu, hem de yük olmuyordum… Lisede öğlenden sonraları mütalaa denilen derslerimiz olurdu, bu dersten muaf olmak için dilekçe vermiştim. En çok çalıştığım saha parfümeri idi. Uzun yıllar Marputçularda toptancıların yanında çalıştım. Numunelerle Anadolu’ya da giderek mal sattım. Yarım gün okul yarım gün iş… Başka şansım yoktu aksi takdirde okuyamazdım. Annem beni çok destekledi…

 1934 Trakya Olayları sırasında oralardan göç edenler İstanbul’da genelde Sirkeci ve çevresine geliyordu. Orada nasıl bir hayat sürdünüz…

Sirkeci’de sinagogun etrafında kenetlendik. Bayramlarda sinagog dış kapılarına kadar dolar taşardı. Düğünler de yaşadık, cenazeler de… Oturanlar hep mütevazı insanlardı, mal mülkünü geride bırakarak İstanbul’a gelenlerdi. Maddi olanakları fazla olanlar Galata tarafına geçti. Zor günler geçirdik…

 Sınıfta tek Yahudi olmanız size herhangi bir zorluk yarattı mı?

Çalışkan olunca kimse ters düşmemeye çalışır. Ortaokulda Edebiyat dersinde öğretmen sözlüye kaldırdı tüm soruları yanıtladım. Öğretmen sınıfa döndü ve “ 5 vereceğim ne dersiniz? “ diye sordu. Herkes “ evet” diye yanıtlayınca, “ Tamam, 5 vereceğim ama adını Hüdai olarak değiştirecek” dedi.

 Avukatlığı nasıl seçtiniz?

Sene 1947. O yıllarda hepimiz doktor olacağız diye hayaller kurardık. Üniversiteye kaydolduk. Ancak o yıl çok büyük talep olunca fende başarılı olanları aldılar, edebiyat bölümünden olanları ertesi seneye bıraktılar. Edebiyat mezunu olmam tıbbiyeye girmeme engel oldu. İkinci tercihim olan hukuka geçtim. İlk sene şöyle böyle seçti, ikinci sınıfta tıbbiyeyi tamamen unutmuştum… Hiç pişman olmadım… Mesleğimden çok memnunum…

 Başvuru niteliği taşıyan beş kitabınız var…

Hukuk alanında beş kitabım var. Hepsinin karşılıklarını aldım. Kitaplar sayesinde hem tanındım hem de davalar aldım. İlk kitabım 1959 yılında ‘Kira Mevzuatı ve Tatbikatı’ idi. O dönem için kira çok önemliydi çünkü kiralar dondurulmuştu. Zam yapılamıyordu, bir tahliye davası büyük olaylara neden oluyordu. Daha sonra icra ve iflas işleriyle uğraştığımdan Konkordato Hukuku adlı ikinci kitabım yayınlandı. Kitapları yazmak için ciddi araştırmalar yapılması gerekiyordu, bu da bizleri geliştiriyordu. Bir arkadaşımla beraber Gıda Maddeleri Mevzuatı kitabını çıkarttım. Bununla tüketiciyi koruma haklarını ortaya koyduk…

15 yıl Neve Şalom Vakfı’nda çalıştım. Başkan vekilliğine kadar yükseldiysem de başkanlığı yoğun iş tempom yüzünden kabul etmedim. Erol Dilek ile başladım, Elyo Behar, İzak Fis gibi başkanlarla çalıştım. Neve Şalom’da çalışmak bana vakıfların sorunlarını gösterdi. Her avukat vakıfların sorunları hakkında genel bir bilgiye sahiptir. Ancak 15 sene içinde çalıştığımdan ustalaştım diyebilirim. Problemleri gidermeye çalıştık, vakıflardan yazılar geldi onları cevapladık. Vakıf nedir bizzat yaşadım… Dolaysıyla Cemaat Vakıfları ve Sorunları kitabını çıkarttım. O yıllarda vakıfların çok sorunları vardı. Arkadaşlarım kitabın başlığında yer alan ‘sorunları ‘ifadesinden endişe duydularsa da pek bir tepki gelmedi. Aksine kitap çok olumlu sonuçlar getirdi. Agos gazetesine söyleşi verdim, Mardin’den Süryani cemaati danıştı. Avrupa Birliği’nin her yıl Türkiye’ye gönderdiği Türkiye delegasyonu tüm azınlık cemaatlerinin temsilcileriyle görüşür bilgi alırdı. Kimi cemaat temsilcileri dönemin hükümetlerine vakıflara yönelik sorunlarını dile getirirdi. Delegasyon yetkilileri bunu hükümet yetkililerine iletirdi. Çıkan yeni kanunlar neticesinde kitabı yenilemek gerekti. Cemaatimizden gelen baskılarla Hahambaşılık Hukukçularından Av. Ester Zonana ile birlikte Son Yasal Düzenlemelere Göre Cemaat Vakıfları’nı çıkarttık. Bu kitap da yargı merciinin başvuru kaynakları arasında yer alıyor.

 Vakıflar sorunları hakkında neler anlatacaksınız?

Vakıfların sorunları 1936’da başladı. Osmanlı Hükümdarlığı yıkıldıktan sonra Türkiye hemen genel olarak vakıflara el attı. Cemaat vakıfları için bir kanun çıkartarak vakıfların ellerinde bulunan malları için beyanname istedi. Türk Musevi Cemaati vakıflarının çoğu beyanname verdi. Vermeyen İzmir Vakfı oldu. İzmir Cemaati’nin tüzel kişiliğini geri kazanması için son yıllara kadar uğraştık.

1936 yılı kanunu 1974 yılına kadar devam etti; arada vakıflar yeni mallar da edindiler. 1974 yılında ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yeni bir karar alarak ‘vakıfların tüzüğünde ne yazılıysa ancak o kadar mal sahibi olabilirler. 1936’daki beyannamede ne verildiyse o kadar kabul edilecek.’ Bu karar tüm cemaatlerde şok etkisi yarattı. Bütün mallar için davalar açıldı ve hepsi Vakıflar Genel İdaresinin uhdesine geçirildi. AKP hükümeti başa geçene kadar büyük sıkıntılar yaşandı. Vakıflar hayatımızda 2002-2003 yılında çok büyük bir olay yaşadık. Hükümet, vakıflara yönelik beklenmedik bir hareket yaptı. AK Parti’nin başarısı olarak nitelendiriyorum. Yetkililer vakıfların varlıklarını geri vermeyi kabul etti. Belgelerin sunulması için bir sene süre verdi. Tüm vakıflar eski -yeni ne kadar belge niteliği taşıyan veri varsa topladı ve malların iadesi başladı. Bu tempo birkaç sene devam etti, yine bazı sorunlar yaşandı, hükümet alınan kararın kapsamını genişleterek bu girişimini sürdürdü.

Hükümet yetkililerinin vakıflara haksızlık yapıldığını düşünerek çıkardığı kararla bu günlere ulaştık. Bu kararı alanları alkışlıyorum…

 Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı?

Artık kitap yazamam, ancak İstanbul Baro Dergisi’ne makaleler yazmaya devam ediyorum. Dileğim cemaatimizden birilerin de gönül verdiği bu meslekte kalıcı eserler bıraksın…

Bugün 85 yaşını yaşayan Av Yuda Reyna’yı ileri görüşlülüğünden ötürü kutlarken, ailesiyle sağlıklı ve uzun bir ömür dilerim.