Kerim Balcı: “Yaşanan olaylardan sadece ordular ve hükümetler değil, halklar da dersler çıkardı”

Zaman gazetesi yazarı ve Turkish Review genel yayın yönetmeni Kerim Balcı, Mavi Marmara öncesindeki dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerinden yola çıkarak ilişkilerin geleceği konusunda Şalom için önemli değerlendirmeler yaptı

Gündem
28 Mart 2013 Perşembe

İki ülke arasındaki ilişkilerin 2009 Gazze operasyonu öncesine döneceğini düşünüyor musunuz?

Türkiye-İsrail ilişkilerinin Dökme Kurşun Operasyonu öncesine dönmesi uzun zaman alacak. İşin doğrusu dönmesi de gerekmiyor. 2009 öncesi ilişkilerimizi ben “normal-dışı iyi” olarak tanımlıyorum. Türkiye ile İsrail’in yer yer sıkıntılı ilişkiler yaşamaları normaldir. Açıklanması gereken 2009 öncesinde, özellikle de 1993-1999 arasındaki iyi ilişkilerin ulaşmış olduğu seviyedir. Türkiye-İsrail ilişkileri İsrail’in başta Filistinliler olmak üzere komşusu olan Arap ülkelerle olan ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. 1993 sonrasında Türkiye kendi kamuoyunun hassasiyetlerini hiçe sayarak İsrail ile önce askeri alandan başlayan, daha sonra turizm ve ticaret alanına yayılan ikili iyi ilişkiler geliştirdi. Bunlar sağlam bir tabana dayanmadıkları için kırılgan ilişkilerdi.

Türkiye-İsrail ilişkileri, bu ilişkileri metres ilişkisine benzeten David Ben Gurion’dan beri bir evlilik ilişkisine benzetilerek ele alınır. Bu evlilikte Türkiye’nin kırmızı çizgileri dikkate alınmıyordu. Başkaları buna bozulma diyor ama ben normalleşme diyorum. İlişkiler Bülent Ecevit’in sert çıkışlarıyla birlikte normalleşmeye başladı. Kavga etmeyen karı koca normal bir çift değildir. Ne var ki boşanırlarsa da artık çift değillerdir.Sağlıklı ilişki, tarafların kırmızı çizgileri aşıldığında gerilimin kontrollü olarak tırmandırıldığı, ama hiçbir zaman boşanma davası açma çizgisine gelinmediği bir ilişkidir.

Türkiye-İsrail ilişkileri 1999-2009 arasındaki on yılda normalleştiler. Ülkeler birbirlerine kızıyorlardı ve fakat ilişkiler askıya alınmıyordu. Ne var ki uluslararası ilişkinin nikahı diyebileceğimiz sivil toplumlar arası ilişki neredeyse yok seviyesindeydi. Yani iki ülke arasında bir partner ilişkisi vardı; nikah ilişkisi değil. Bu sebeple Mavi Marmara olayı yaşandığında bir karşı direnç ortaya konulamadı. Orada ilişki sağlıksız bir şekilde askıya alındı. Ama bazen boşanma girişimleri tarafların birbirlerinin kırmızı çizgilerine daha saygılı bir şekilde bir araya gelmelerine de vesile olabilir. Türkiye-İsrail ilişkilerinin bundan sonra daha sağlıklı olacağına inanıyorum; daha iyi değil belki ama daha tahmin edilebilir.

Yaşanan olaylardan sadece ordular ve hükümetler değil, halklar da dersler çıkardı. İşadamları da dersler çıkardı. Öncelikle siyasi krizlerin artık ekonomik krizleri tetiklemediğini gördük. Büyükelçiler geri çekildiklerinde bile karşılıklı ticaret artmaya devam etti. İkincisi, turizmin halklar arası ilişki anlamında yeterli olmadığını da gördük. Eskiden üniversiteler arasında işbirliği anlaşmaları vardı ama sivil toplum kuruluşları arasında ilişki yok seviyesindeydi. Dahası olan ilişkiler de hep ikili ilişkilerdi. Bir kriz yaşandığında köprülerin atılmasına engel olacak üçlü angajmanlar yoktu. Söz gelimi Türk ve İsrailli tarım mühendisleri birlikte Afrika’da tarım arazisi zenginleştirmesi çalışması yapmıyorlardı. Eğer bu yapılıyor olsaydı, siyasi ilişkilerdeki bir kriz, üçüncü ülke hesaba katılmaksızın sivil topluma yansımazdı. Sanıyorum her iki ülkede de bu durum idrak edilmiş durumda ve bundan sonra ilişkilerin bu eksik ayağı tesis edilecek.

Sivil toplum diyalogu tüccarların diyalogu gibi ölçülebilen bir ilişki değildir. Su yüzüne çıkmaz. Bu sebeple üç yıl sonra “gördüğünüz üzere artık ilişkilerimiz çok daha iyi” diyemiyebiliriz. Ama çok daha sağlıklı olacaklarından eminim.

Eskiden Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler ortak düşmanlara ve iki ülkenin de Ortadoğu’da yalnızlaşmış olmalarına bina edilmişti. Her iki ülke de terörden mustaripti ve her iki ülke de diktatörlükler arasında demokrasi vahası durumundaydılar. Yani zoraki bir evlilik yaşanıyordu. Şimdi ise güvenlik ortamı başkalaştı. İsrail de Türkiye de eskiden güçlü komşularından korkarlardı. Bu sebeple ordular arası işbirliği önemliydi. Şimdi ise zayıf komşulardan endişe ediyor iki ülke de. Göçten, kaostan, kontrolsüz rejim değişikliklerinden, merkezi devletlerin yok olmasından, kitle imha silahlarının yayılmasından endişe ediyorlar. Bu şartlarda ordulardan çok istihbarat birimleri arasında işbirliği önem kazanır. Mevcut şartlarda ilişkilerin, ister istihbarat paylaşımı seviyesinde, ister uzun vadeli projeler geliştirme seviyesinde olsun daha bir gönüllü olacağını tahmin ediyorum.

İsrail tarihini bilenler kalıcı barışları ancak en şahin liderlerin yaptıklarını bilirler. Binyamin Netanyahu da, Recep Tayyip Erdoğan da ilişkileri geliştirdiklerinde kendi tabanları tarafından hainlikle suçlanamayacak kadar sert söylemli liderler. Toplumlar, sert liderler yumuşadıklarında onları takip etme eğilimindedirler. Bu sebeple ümitvarım.

Elbette Türkiye’nin Gazze ablukası ile alakalı öne sürdüğü uygulama şartları İsrail’in kolay kolay yerine getirebilecekleri şeyler değil. Dahası bu şartlar kontrol edilebilir şeyler de değiller. Bunların bir yüz kurtarma çabası olduğunu zannediyorum. Netanyahu da özrünü, yaşanmış olan olaylarla alakalı bir kanaat değişimine değil de Suriye’deki şartların değişimine bağlarken benzer bir hamle yapıyordu. Siyasilere bu kadar manevra alanı sağlamak gerekir bence.

 

Halklar arasındaki ilişkinin nasıl olacağını tahmin ediyorsunuz? Sizce turizm eski seviyelerine ulaşabilecek mi?

Türk-Yahudi ilişkileri Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihi ve kültürel arka planını oluşturur. Bu açıdan bakıldığında tarihi altmış yılı biraz geçmiş iki ülke ilişkilerinden değil, bin yılı aşkın bir ortak yaşam ilişkisinden bahsediyoruz. Bu ilişkinin tarihini modern Batı demokrasisinin şartlarıyla tartarsak haksızlık ederiz. İki ulus, yer yer acılar da içeren, ama ağırlıklı olarak barışçıl ilişkiler geliştirmişlerdir. Türkler ve İsrailliler zaman içinde Akdenizlileşmiş milletlerdir. Ortak bir kültürün havasını kokluyoruz. İsrail’in güçlü bir mutfağı yok ama iyi yemek yiyen insanları var. Damak tatlarımız uyuşuyor. Müzik zevklerimiz uyuşuyor. Tek kelime bilmeden Türk dizilerini seyredip hüngür hüngür ağlayan İsrailliler tanıdım ben. Bunlar sağlıklı bir halklar arası ilişki için çok değerli veriler.

Turizm seviyesinin eski rakamlara ulaşması yeterli değil. İsrail’den Türkiye’ye geliş hem çok kolay, hem de çok ucuz. Buna karşılık Türkler İsrail ve Filistin’i rahatlıkla gezemiyorlar. Vize almak çok zor. Havaalanındaki kötü muamele bir defa İsrail’e giden insanları bir daha gitmemeye yemin ettirecek boyutlara ulaşabiliyor. İsrail, hazır ilişkiler bir toparlanmaya girmişken bu güvenlik uygulamaları gevşetebilirse, turizmin Akdeniz ve İstanbul turizmi olmaktan çıkıp, din ve kültür turizmi boyutları da kazanabileceğini düşünüyorum.

İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Türkiye’de İsrail’e çok kızgın insanlar var. Doğrusu İsrail çok kızılacak şeyler de yapıyor. Ama çoğunluk kızgınlıklar haklı sebeplere değil, haksız hurafelere dayanıyor. Söz gelimi Aksa Camii’ne Müslümanların rahatlıkla girip ibadet edebildiklerini gören Türklerin kızgınlıkları yatışacaktır. İsrail parlamentosunda mescit olduğunu bilenler, dindar Arapların İsrail’de seçimlere girip milletvekili çıkardıklarını bilenler olaylara farklı bir pencereden bakacaklardır. Kızgınlık, işgal olduğu müddetçe bitmez, devam eder. Ama doğru bilgiye dayanan kızgınlık, doğru politikalar üretmeyi sağlar. Yanlış bilgiye dayanan kızgınlık ise ancak antisemitizm üretir.

 

İki ülke uluslararası arenada hangi alanda işbirliği yapacak?

İki ülke arasında uluslararası ilişkilerde işbirliği alanlarının mühim olanlarıyla acil olanları örtüşmüyor. Acil olan işbirliği alanları Suriye’nin kaosa sürüklenmeksizin ve ülkedeki kitle imha silahları terör örgütlerinin eline geçmeksizin sağlıklı bir şekilde dönüştürülmesi ve tabi İran’ın nükleer silah edinmesine engel olunması. Ama bunlar en mühim konular değil. Asıl mühim konular dev bir sorun olarak büyümekte olan Selefi Cihatçı hareketin İslam dünyasında yayılmasına set olmak; bu çerçevede Hamas’ın bir an önce İsrail’le masaya oturmasını sağlamak ve Ürdün’ün dağılmasına engel olmak.

Elinde nükleer silahlar olan bir İran her iki ülke için tehdit olmakla birlikte Lübnan’dan, Suriye, Irak, Bahreyn, Güney Arabistan ve Yemen üzerinden Şii hilalini tamamlamış olan ve dünya petrolünün yüzde seksenine hükmeden bir İran da o kadar tehlikelidir. Nükleer tesisler her zaman bombalanabilir. Ama petrol kuyuları bombalanamaz. Türkiye ve İsrail, İran ve Şii yayılmacılığı konusunda aynı politikayı benimsemek zorunda değiller, ama aynı neticeyi verecek farklı politikalar konusunda uzlaşmak zorundalar.

İki ülkenin gelecekteki işbirliği alanlarını ortak tehditlerden çok ortak sorumluluk alanlarında aramalıyız diye düşünüyorum. Kimse AB’nin geçirmekte olduğu finansal krizin Türkiye ve İsrail ekonomileri üzerine yapabileceği negatif etkiyi küçümsememeli. Yahudilik ve İslam faizsiz bankacılık konusunda ittifak etmeye en yatkın iki din, İsrail ve Türkiye bu konularda küresel krize ortak çözümler üretme potansiyeline ve tecrübesine sahipler. Bu bir ortak sorumluluk alanı mesela…

Batı dünyasında artan bir İslamofobi var. İslamofobi, genel bir yabancı düşmanlığının dışavurumu. Yahudiler, bütün yabancı düşmanlıklarının eninde sonunda kendilerini vurduğunu iyi bilirler. İslamofobi ile mücadele, asırlarca antisemitizmle mücadele etmek zorunda kalmış olan Yahudiler için hem etik bir sorumluluk, hem de İsrail’in çıkarlarını korumak anlamında bir gereklilik. Türkiye İslamofobi ile mücadele etmeye çalışıyor ama İsrail’in tecrübesine ve lobi gücüne ihtiyacı var. Bu da bir başka işbirliği alanı. Acil değilmiş gibi görünüyor ama şunun altını çizelim: Hiçbir nükleer savaş altı milyon insan öldürmedi tarihte. Batıda patlayacak bir yabancı düşmanlığının çağrışımları nükleer bir İran’dan çok daha ürpertici…

Filistin konusu da artık bir uluslararası ilişkiler konusu. Filistin Devleti BM’de resmi olarak tanındı. Bu devletin müreffeh ve barışçıl bir devlet olması, kendi demokrasisini geliştirmesi, El Fetih ile Hamas arasındaki iç çatışmanın giderilmesi Türkiye için bir sorumluluk, İsrail için bir zorunluluk. Bu alanda da iki ülkenin işbirliği yapabileceğini düşünüyorum. Karı koca, yemeği birlikte yaparsak, yemekteki fazla tuz kimseyi rahatsız etmez. İsrail yemeğe sürekli biber katıyor; Türkiye de “Yandım Allah” diyor. Bunlar tekrar etmemeli…