Silivri nireeee, Küba nire!

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
20 Mart 2013 Çarşamba

Şimdi geldik son bölüme; telaşa kapılmayınız veya beyhude sevinmeyiniz, henüz sizleri bırakmadım, sadece Küba ile ilgili son bölümdeyiz…

Kelaynak nüfusundan hallice olan Küba Yahudi Cemaati bizleri “Küba Sefaradik Sentır” (KSS) da misafiir etmişti son bölümde, bu bölümle birlikte ‘Küba’ dosyasını kapatıyoruz… Hayırlara vesile olsun.

Konuya kaldığımız yerden devam edelim: Yahudi cemaat ile Kastroların arası çok iyi imiş. Bunun göstergesi olarak 1978 de Fidel, daha sonra 2010’ da kardeşi Raul, Hanuka Bayramı’nda kutlamalara katılmışlar. (Her 32 senede bir ziyaret aralarının iyi olduğunu gösteriyor demek)

Börekli-tas ve limonata için ara verdiğimiz sohbetimize devam ediyoruz. Hava sıcak mı sıcak, klimaları açıyoruz… Cemaat üyeleri KSS binasında cemaatin sorunlarını çözmek ve ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmak amacı ile ayda bir kez toplanmaya gayret ediyorlar. Genelde her konudan konuşulsa da yardım konuları ile çok meşgul olmak zorunda kaldıklarını anlatıyor Davit. (KSS in müzmin hazanı (bakınız bir önceki yazı) Genç nüfusun giderek azaldığı bir ortamda, yaşları 70’i aşmış insanlara yardım etmeye çalışıyorlarmış.“Ayda 15 dolar vermeye gayret ediyoruz” diyor Davit. Bu yardımı kendileri toplamayı başaramadıkları için, dönem dönem uluslararası sağlık kuruluşlarından destek istiyorlarmış. 15 dolar deyip geçmeyin, bir mühendisin veya bir doktorun 15- 20 dolar arası maaş aldığı bir ülkeden bahsediyoruz. 15 dolar ‘çok iyi’ para. Yaklaşık 100 -120 kişiye düzenli yardım yapmaya çalışıyorlarmış. Küba’da sağlık hizmetleri, en iyi çalışan, devlet tarafından karşılanan, üst seviyede hizmet almanın mümkün olduğu bir kurum. Ancak hammaddesi ve patentleri dışarıda olan ‘ilaç’ para ile. Para desen aslanın ağzını terk edeli çok olmuş, sindirim sisteminin derinliklerinde. Dolayısı ile yardım şart. Genelde yaşlı kimselere yapılan bu yardım ilaç alımı için harcanmak zorunda kalınıyormuş. Bir de çok yaşlı ve kimsesi olmayan 40-50 kadar kişiye yemek yardımı yapılıyor. Bunlar her gün evlerinden alınarak bu merkeze getiririliyor, hem evlerinden çıkarak sosyalleşmeleri, hem isteyenlere el işi, nakış, seramik, resim, isteyenlere dans terapi başka bir guruba da çeşitli konularda öğretici dersler veriliyor. Bu sayede hem bir iş ile ilgilenmeleri hem de düzenli yemek yemeleri sağlandığı gibi hayatlarına bir amaç ve anlam kazandırılıyor.

Davidiko devam ediyor; Küba’daki Yahudilerin geneli petrol teknisyeni, mühendislik gibi bilgi birikimi ve beceri gerektiren işlerde çalışıyorlarmış. Onlar da dünyanın her tarafına yayılmış Yahudilerde olduğu gibi bulundukları ülkeye uyum sağlamışlar, Küba’nın komünist düzenine adapte olmuşlar. Özel şirketlerde çalışmak ancak yaşamak için daha çok para kazanmak, daha zengin bir yaşam sürmek için olmadığını iletiyor. Geçmiş zaman olur ki Türkiye’den Küba’ya gelen pek çok aile olmuş. Eğer doğru duyduysam; Irvi, Maya, Adato, Mitrani... gibi aileler gelmiş ve yerleşmişler.

Para olur ise seyahat imkânlarının da olduğundan bahsediyor. Ancak seyahat için gerekli parayı biriktirmek... “İşte sorun burada…” diyor. Küba’da antisemitizm yok diye ilave ediyor, ne şimdi var ne de geçmişte oldu. Fidel hükümetinde Yahudiler ile ilgilenen bir birim var. Devrim gerçekleştiğinde suç oranı ve huzursuzluk o kadar büyük bir düzeyde imiş ki devrimin olduğuna sevinmişler. Ülkede var olan en eski sinagog 1914’ de eski Küba’da açılmış. Bugünkü Yahudi nüfusu aşırı dindar bir kimliğe sahip değil ve hallerinden son derece memnunlar. Aşırı uçlara gitmek istemediklerini özellikle belirtiyor. Dinî günler ve bayramlarda yaşlı nüfus olmalarının bir takım etkilerini görüyorlar; mesela Kipur’da katılım çok zayıf oluyormuş. Yaşlı nüfus oruç tutabilenlerin sayısını da bir hayli düşürmüş. Ama Roş Aşana, Purim ve Hanuka Bayramları’nda gelebilen herkes sinagogda oluyormuş. Cuma akşamları 50-80 kişi arası toplanmaları mümkün oluyormuş. Kaşerut konusuna gelince; Kaşerut, et bulmanın zor olduğu bu ülkede gerçekten zor bir konu. Koşer kasap var ama sorun eti bulmakta... İsteyenler evlerinde sağladıkları koşullar ile kendi imkânları dâhilinde ‘kaşeruta’ bakmaya gayret ediyorlar...

Yavaş yavaş sohbetimizin sonuna geliyoruz. Koridorlarda yürürken duvarda asılı olan çok eski fotolar hakkında bilgiler alıyoruz; birinde eski Küba’da bir sokakta Yahudilerin aşağı yukarı her birinin bir iş yeri olduğunu belgeleyen tabelalar ile dopdolu bir sokak göze çarpıyor. Bir foto daha var, tarihe şahitlik yapıyor; benim çok ilgincime gitti; Silivrili Türk Yahudileri geçmiş zaman olur ki, buraya gelip yerleştiklerinde toplu bir fotoğraf çektirmişler. Kim bilir neler olmuş? Neler yaşanmış? O fotoğraftan sonra… Neler ümit etmişler, neleri terk etmişler, neler bulmuşlar… Duygular bizi ele geçirmeden devam ediyoruz çıkışa doğru…

Son olarak; Küba’da ki cemaatin çok zor maddi koşullar altında yaşadığını ve ancak bağışlar ile ayakta kalabildiğini söylüyor. Daha doğrusu, tekrar ediyor. Yani anlayana ‘ince saz’ , anlamayana davul zurna az diyor... Üzerimize düşeni yapıyoruz… Ayrılıyoruz binadan. Kim bilir bir daha ne zaman gideriz, gider miyiz? Davit’in yerine yeni hazan ne zaman gelir? … Korkarım ki; yakın gelecekte bir gün, yeniden Küba’yı ziyaret ettiğimizde artık ‘müze’ haline gelmiş olan KSS i ziyaret eder, geçmişte yaşayan Yahudi nüfusundan bahsedildiğini duyarız… Tıpkı dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi...

Yaşam sürdükçe; sevgiyle kalın.