Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi...

Bugün de ölmedim, dün de ölmedim; peki, yarın ölecek miyim? ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’, Bugün’ün dünden farksız olduğu bir coğrafyada, varoluşunun tehdit olarak algılandığı bir ‘trans’ın anılarını epik bir anlatımla seyirciyle paylaştığı bir saatlik bir performans

Erdoğan MİTRANİ Sanat
6 Mart 2013 Çarşamba

Altıdan Sonra Tiyatro, Aralık ayından beri, her ay yeni bir oyunun prömiyerinin yapıldığı ve Türkiye’nin en üretken yerli oyun yazarlarının bir araya geldiği bir projeye girişti. Sanat Yönetmenliğini Yiğit Sertdemir’in yaptığı ‘6 Üstü Oyun’ adlı bu projede,  Ayşe Bayramoğlu, Civan Canova, Ebru Nihan Celkan, Mirza Metin, Yeşim Özsoy Gülan ve Yiğit Sertdemir’in, ‘Bugün’ teması altında yazdıkları altı tek kişilik oyun, duayen oyuncular tarafından sahnelenecek.

‘6 Üstü Oyun’ların ilki Ebru Nihan Celkan’ın yazdığı ve Sumru Yavrucuk’un hem yönetip hem de oynadığı, ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’.

Ebru Nihan Celkan, 1979 Adana doğumlu genç bir yazar. Uludağ Üniversitesi’nde Çalışma Ekonomisi okumuş. 2004’de İstanbul Üniversitesi’nde MBA programını tamamlamış. 2005 yılında Sadri Alışık Tiyatrosunda oyunculuk eğitimi almış; 2007 – 2008 yılları arasında Stüdyo Oyuncuları bünyesinde performatif oyun yazımı ve performatif oyunculuk kuramı üzerinde çalışmalar yapmış. Çoğunlukla günümüz Türkiye’sinin sorunlarına ve bu sorunların genç kuşaklar üzerindeki etkilerine eğilen oyunları genç tiyatrocularımızın repertuarına  sık sık giriyor.

Celkan, Volt Tiyatro’da sahnelenen ‘Tilt’ de günümüz yaşamından birkaç kesit alarak öykülerin hepsinin ‘tilt’ olduğu ana odaklanmış; sıfırnoktaiki’deki ‘17.31’de iş dünyasının neredeyse bir iç savaş alanına dönüşmesini ve kurumsal’ın gündelik yaşamı dışlayan ve yok sayan yapısını, şiddeti normalleştiren, kendi kurallarını koyan ahlâk anlayışını eleştirmiş. Geçen yıl derin devlet, erkeklik ve kahramanlık kavramlarını sorgulayan ve sorgulatan ‘Tetikçi’ sini sahneleyen Bulut Tiyatro, bu sezon da yazarın askerlik ve savaş deneyiminin birey ve toplum üzerindeki etkilerini tartışmaya açtığı ‘Nerede Kalmıştık?’oyununu sahneye koymuş.

Asker bir babanın farklı oğlu

‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’, Bugün’ün dünden farksız olduğu bir coğrafyada, varoluşunun tehdit olarak algılandığı bir ‘trans’ın anılarını epik bir anlatımla seyirciyle paylaştığı bir saatlik bir performans. 

Öyküsü bildik aslında: Umut, asker bir babanın ‘erkek bedeninde kadın ruhu taşıyan’ oğlu. Oğul cinsel kimliğini araştırırken onun ‘ibne’liğini fark eden babası tarafından hunharca dövülür ve evden kaçar. Bedenini içindeki kadına benzetmeye çalıştığında itilir, toplum tarafından kabul edilmez, ötekileştirilir, aşağılanır,  iş bulamaz ve  seks işçiliği dışında bütün kapılar yüzüne kapanır.

Toplumsal ahlâkın dışladığı, dövülürken hiç kimsenin acımadığı, öldürülürse “dünyadan bir pislik daha kurtuldu” denilen bir  travesti için, kimsenin ölmediği bir gün, her zaman özel bir gündür. Umut bir yandan izleyiciye çocukluk düşlerini ve hayal kırıklıklarını anlatırken, bir yandan da hem etrafı hem de kendisiyle dalga geçebilen keskin mizah duygusuyla yaşadığı gerçekleri paylaşır.

Umut, “ Erkek değilim, karım yok; kadın değilim, kocam yok.” dediğinde, kendisi için kullandığı terminoloji gibi, iki arada bir derede kalmaktadır. Ona kendisini nasıl gördüğü sorulduğunda büyük bir olasılıkla ‘travesti’ değil, ‘transseksüel’in bu kısaltılmış şekli olan  ‘trans’ diyecektir. Ancak fizyolojik olarak Umut  ne tam olarak “ kadın giysileri giyip süslenen”  bir travesti, ne de  “hormon tedavisi görüp cinsiyet değiştirmiş” olan bir transseksüeldir. “Kestirmedim, ayol. Kestirir miyim? O benim…” dediği cinsel organını her şeyden önce ‘meslekî âle’ ve ‘geçim kaynağı’ olduğu için muhafaza etmek zorundadır. Çünkü  devamlı müşterilerinden ‘mazbut’ aile babası Orhan ağabey ve onun gibi pek çok ‘erkek’, Umut’la seviştiklerinde hep ‘pasif’  konumda kalmayı yeğlemektedir.

Toplumun farklıya,

ötekiye bakışı

Burada toplumsal ahlâkın ikiyüzlülüğünün farklı bir göstergesiyle karşılaşıyoruz. ‘Orhan abi’ Ebru Nihan Celkan’ın hayal dünyasının ürünü olabilir ama - bunu travestilerle ilgili birkaç belgesel yapmış olan eski bir öğrencimden de duymuştum - gerçekten de ‘trans’ların müşterilerinin 3te 2si onlarla pasif olarak ilişkiye giriyor. Büyük bir olasılıkla kendi eşcinselliğini kendine bile itiraf edemeyen bu ‘namuslu’ ve ‘normal’ adamlar, dış görünüşü ile ‘kadın’ olarak kabul ettikleri travestilerle bastırdıkları cinselliği yaşadıklarında, bunun  ‘normal’ bir ilişki olduğuna inanmaktadırlar.

Oyunu iki-üç hafta önce izlediğimde, ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’nin, metin olarak bildiğimiz bir konuyu yeni buluşlar ve sürprizler olmadan anlattığını, ancak toplumumuzun giderek kutuplaştığı, farklıya, ötekiye sadece anlayışsızlıkla değil, kin ve nefret duygusuyla bakıldığı bir dönemde böyle bir konuya parmak bastığı için önemli olduğunu düşünmüştüm. Yazıyı yazdığım şu son günlerde, gazetelerde  tüylerim ürpererek okuduğum bir olay, bu metnin  neredeyse  kehânet boyutlarına eriştiğini gösterdi: Baba, öyle cahil filan değil, eğitimli biri; Muhafız Alayı’ndan emekli olmuş bir albay. Oğul eşcinsel; tesadüfe bakın, onun da adı Umut! Önce dayak ve tehdit, ardından ailenin “akıl sağlığının yerinde olmaması, uyuşturucu madde bağımlılığı, sarhoşluk ve kötü yaşam tarzı” gerekçeleri ile oğullarına vasi tâyini için mahkemeye başvurması ve genç adamın “madde bağımlılığı” iddiası sebebiyle hastane hastane gezdirilmesi... Bitmedi!  Ne yazık ki gerçek, kurmacadan daha da korkunç boyutlara erişebiliyor. 2013 başlarında savcılığa başvurarak, babası tarafından silahla tehdit edildiği için suç duyurusunda bulunan ve koruma kararı aldırmış olan delikanlının ve beraber yaşadığı sevgilisinin madde bağımlısı olmadıkları ortaya çıkınca, babası, amcası ve kuzeni iki gencin yaşadığı evi  silâh zoruyla basarak sevgiliyi dövdükten sonra Umut’u kaçırıyor. Avukatının verdiği bilgiye göre, hayatının tehlikede olmasından korkulan Umut henüz bulunamadığı gibi, savcılık şüpheliler hakkında yakalama kararı da almış değil...

Hepinize iyi seyirler.

 

Sumru Yavrucuk’un olağanüstü tiyatro şöleni

Biz gerçek hayattaki Umut’un sağ salim kurtulacağını umut ederek oyundaki Umut’a dönelim. Oyunun dramatürji çalışmasını da Onur Coşkun’la beraber yapmış olan Sumru Yavrucuk, Başak Özdoğan’ın başarı ile oluşturduğu mekâna adım atar atmaz Umut’un öyküsünü olağanüstü bir tiyatro şölenine dönüştürüyor.

Tiyatroda olsun sinema ve televizyonda olsun çok geniş bir oyunculuk yelpazesine sahip olan Sumru Yavrucuk’un yönetmen olarak da çok başarılı çalışmaları var. ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’gibi oyunculuğun çok kontrollu olarak ve çok hassas bir dengede tutulması gereken bir oyunda yorumcunun aynı zamanda yönetmen olmasının, özellikle oyunculuk dozunu ayarlarken işi daha da fazla zorlaştırdığı kanısındayım. Yavrucuk, yönetmen ve dramaturg olarak bu zorlu işin altından büyük bir başarıyla kalkıyor.

Uzunca bir süredir tiyatrodan uzak kalan oyuncu Sumru Yavrucuk ise, o fantastik perüğü, az biraz botoksu ve takma dişleriyle, Beyoğlu’nda dolaşırken sık sık karşımıza çıkanlardan çok daha fazla ‘erkekten dönme’ izlenimi veriyor.  Kusursuz oyunculuğu,  kalınlaştırdığı sesi ve müthiş beden dili (oyun broşüründe beden dili kullanımı için İlyas Odman’a bir teşekkür var), bu ilk izlenimi kat kat pekiştiriyor. Seyirci doğal olarak bu oyuna, onun gibi sayısız ödül sahibi, çok deneyimli ve çok yetenekli bir oyuncudan çok iyi bir performans umarak geliyor. Ve Sumru Yavrucuk  her türlü beklentinin çok çok üzerinde bir yorumla çıkıyor izleyicisinin karşısına. Umut’un güçlü, görünürde şen şakrak, kimi zaman cazgır, kimi zaman saldırgan kabuğunun altındaki o yalnızlığı, o hüzünü , o umutsuzluğu öyle bir aktarıyor ki, oyun bittiğinde seyirciler dakikalar boyunca ayakta alkışlamaya doyamıyor.

Oyunun müthiş finali aynı zamanda oyuncunun ve oyunculuğun ne olduğuna dair bir tiyatro dersi. Umut’un birkaç dakikada ve ‘my way’in nefis bir Türkçe yorumu eşliğinde gözümüzün önünde değişime uğrayarak Sumru Yavrucuk’a dönüşmesi kolay unutulur gibi değil.

‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’  bu mevsimin mutlaka görülmesi gereken oyunlarından. Neredeyse ilk gösterisinden beri kapalı gişe oynuyor ama, sanırım ki şimdilik Mart ayının ikinci yarısında yer bulmak mümkün.