MURPHY

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
27 Şubat 2013 Çarşamba

Siz yazımı ne gün okuyorsunuz bilmiyorum ama bugün Pazar.

Hafta arası da olsa, gelin birkaç dakika Pazar keyfi yapalım, bakalım gülümsetebilecek miyim sizleri.

Bir saatlik bir iş toplantısı için perşembe sabahı gittiğim İstanbul’dan biraz evvel döndüm canım İzmir’ime!

Bu kadar mı özler insan yaşadığı şehri?

Ben özlerim.

Nereye gidersem gideyim, deliler gibi özlerim İzmir’imi!..

Bu özlemde, Murphy’nin payını yadsıyamam.

Her defasında İzmir lehine çalıştırır kanunlarını.

Her attığım adımda ‘anti’ tarafa geçmem için onlarca şey yapar.

Kimse duymaz bilmez ama o sürekli mesajlar gönderir bana.

“Dön. Dön de dön… İlle de dön!..”

***

Pazartesi’den planlanmış perşembe saat 13’te Borsa Lokantası’nda bir iş yemeğim var. Fırsattan istifade, hafta sonunu İstanbul’da geçirelim, oğlanla, torunlarla biraz özlem giderelim dedik hanımla. Perşembe sabahın köründe kalktık. Benim gibi sabah 04’lerde yatmıyorsanız 07:00’de kalkmanın dayanılmaz azabını bilemezsiniz tabii!... Bütün gün sürer... 10 uçağı ile gidiyoruz İstanbul’a. Gayet uygun!.. 11’de varır, 12’de Nişantaşı’nda olurum, biraz dolanır 10 dakika önce randevuma giderim. Biraz rötar olsa bile tamponlayacak zamanım olur. Harika!

8’de evden çıktık. Erken gidelim dedik. Terminale girdik, karşımızda 4-5 tane polis kontrol sırası. Uzun falan da değiller. 6-7 kişilik sıralar. Baktık en soldakinde 4 kişi var… Tabii oraya yöneldik. Murphy beynimin bir kenarından sırıtıyor ama görmezden geliyorum onu. Önümüzde Japon turistler. Bizden bir evvelki takıldı polis kontrole. Ne yapsa düüüt çalıyor. Az daha anadan üryan bırakacaklar kadını… Düüüüt!.. Beğenmediğimiz 6-7 kişilik sıralara bizden sonra girenler içeride kahvelerini höpürdetiyorlar. Biz düüüüt!.. Daha gitmeden mesaj veriyor aklınca bizimki; “Gitme... Dön...”

***

Nihayet sıramız geldi.. Geçtik… Biniş kartlarımızı alıp kapıya yöneldik. Tekrar polis kontrol… Bir daha baştan!.. Notebook’umu çantamdan çıkardım… Pardösümü… Saatimi... Kemerimi… Bozuk paralarımı… Telefonumu. Tamam mı? Tamam… Geçtim!.. İnanılmaz!.. Hele o etraftayken!.. Plastik leğenlerdeki eşyalarımı alıp yerleştirmeye başladım. Bir taraftan da “gördün mü bak nasıl geçtim?” diyorum içimden ona.

Ya hanım? Hanım yok ortalıkta. Baktım görevli bayanla sohbet ediyor. Yanaştım. Çantanın içindeki kutuda ne var?” diye soruyor görevli bayan. “BÖREK” diyor bizim hanım. “Oğluma, torunlarıma götürüyorum” diyor o anaç tavrı ile. “Bir bakayım” diyor görevli bayan ve ilave ediyor Üstten baksam yeter.” Hanım açıyor kutuyu, gösteriyor bayana… “Ispanaklı” diye eklemeyi de ihmal etmiyor. Allahtan börekler buzluktan çıkmış. Çiğ yani… İstanbul’da pişecekler. Pişmiş olsalar var ya!.. O kutu açıldığında yayılacak kokuya dayanmak mümkün değil… Birer tavşan kanı çay, yanlarına da yarımşar haşlanmış yumurta… Oracıkta sıfırlanırlardı vallaha. Kırıntı bile kalmazdı oğluma, torunlarıma. Murphy de bayram ederdi.

***

Neyse uçağımıza bindik. Ooh!... Zamanında da kalkacak gibi. Kalktı da. Başımı koltuğa yasladım… Bir rehavet, bir rehavet sormayın. İçim geçiyor. Koridorun diğer sıra başındaki genç koltuğunu yatırmış uyuyor. Aa ne güzel fikir… Ben de koltuğumu yatırsam. Düğmeyi aradım. Bir değil iki tane var. Hem de yanyana. İşaret falan da yok. “O Piti Piti Karamela Sepeti” yapıp birini seçtim. Kıpırdamıyor yerinden. İstediğin kadar bas esnemiyor bile. Uğraşma bu değil dedim kendi kendime… O yine sırıtıyor bir köşeden. Aynı güçle diğerine bastım.. Çattt… Düğme gömüldü koltuk da boşaldı!.. Ulan Murphy!..

Hemen arkasından kahvaltı geldi… Kim çaktırır?.. Kaykıla kaykıla yedim sandviçimi!.. Bizimki oradan sırıtıyor bir şeyler mırıldanıyor ama anlamıyorum, anlamak istemiyorum. Biraz sonra hoparlörden hostesin “…kemerlerinizin bağlı, koltuklarınızın dik ve pencerelerinizin …” anonsunu duyunca anladım!.. “Koltuklarınızın dik!..” Katıla katıla gülüyor!.. Nasıl yani? Dik işte DİK!.. Sezdirmeden koltuğun sırtını elimle çekiverdim öne doğru. Geldi. Dirseğimin biri ile de sıkı sıkı tuttum. İndik çok şükür!..

***

Saat 11:10. Oğlan arıyor. “Baba indiniz mi?İndik oğlum.” “Metin’i gönderdim sizi alsın diye. Önce annemi Kemer’e eve bırakın sonra seni Borsa’ya götürsün, tamam mı?.. “Tamam oğlum!...”

Valizi alıp arabaya bindik!. Saat 11:20. Yola koyulduk. Biraz trafik var!.. Tıngır mıngır gidiyoruz. Saat 11:30. Bebekler arabada neden uyurlar? Anlıyorum galiba. O uçaktaki rehavet yine geldi. Birazcık gözlerimi kapatayım... Kendimden geçmişim. Zırrr!.. Telefon!.. İrkildim. “Merhaba Rafael!.. Saat 13:00 ben Borsa Restorandayım. Sen yakınlarda mısın?” “Ben mi? Neredeyiz?” Hanım cevap veriyor. “Daha eve varmadık!..” “Ne? Saat 13 biz daha eve varmadık mı?” “5 dakikamız kaldı” diyor Metin müjde verir gibi. “Yollarda tadilat var abi, ondan sıkışık biraz trafik!..” “Biraz?!!. Borsa Restoran’a ne kadarda gideriz?” “Bu trafikle bir saat sürer.” “Şeey ben bir saat kadar gecikeceğim galiba?” Sessizlik... Eminim duydu ama verecek cevap arıyor… “Elimden geldiğince çabuk geleceğim diyorum teskin etmek istercesine. “Siz yemeğe başlayın, ben bir saate kalmaz geliyorum!..” Murphy kopmuş vaziyette yine!..

***

Cuma günü İstanbul ofisimizdeyim. Biraz iş, biraz sohbet, bu arada size anlatmıyorum ama Murphy yapmadığını bırakmıyor. Adam bile etmiyorum onu!.. Sakin olmaya çalışıyorum. Akşamüstü İzmir’den küçük oğlum, gelinim ve küçük torunum da gelecekler. Akşama hep birlikte Şabat yapacağız!.. Onun için her şeye rağmen keyfim yerinde. Senede birkaç kereden fazla nasip olmuyor ailecek Şabat yapmak. Biz de erkenden eve gidip akşamın tadını çıkarmayı düşünüyoruz.

Saat 16:00!.. Toparlanıp çıkmak üzereyiz. Zırrr telefon… Metalik bir ses “Burası Suzan Algranati’nin evi. Hırsız alarmı çalıyor…/ Burası Suzan…” “Ne? Hırsız alarmı mı?” Bir an donup kalıyorum. Tühh!.. Hep de İzmir dışında iken olur böyle şeyler. Allahtan temkinliyizdir. Bizim evin bir yedek anahtarı gelinde, onların evinin bir anahtarı da bizdedir!.. Şimdi arar, gidip bi bakıvermesini söyleriz!.. Bu arada Murphy var ya!.. Sevinçten delirmiş vaziyette!.. Zıp zıp zıplıyor!... “Kimi arayacaksın? İstanbul’a gelen gelini mi?!..” Telefon durmuyor… Kapatınca tekrar çalıyor.. “Burası Suzan Algranati’nin evi. Hırsız alarmı çalıyor…/ Burası Suzan…”  İki telefon arasındaki boşluktan istifade hanım arıyor. ”Rafael, kapıcı telefonda. Bizim evden dumanlar çıkıyormuş!..”

***

Merak etmeyin!.. Herşeye rağmen hallettik. Nasıl mı? Gelin kardeşini aradı. Kardeşi, çocukları ile bulunduğu Purim partisini bırakıp gelinin evine gitti ve bizim evin anahtarını İzmir ofisten gönderdiğim görevliye verdi… Görevli eve gitti ama “yanlış anahtar” olduğu için kapıyı açamadı. Bu arada gökler yarılmış yağmur yağıyordu. Purim kutlamalarına geri dönen kardeşi bir daha ablasının evine gitti.  Doğru anahtarı aldı. Eve gidip telefonla bize naklen yayın yaparak eve girdi. Her şey yerli yerinde!.. Hiçbir vukuat yok!.. Duman dedikleri şey de seyahat modunda bıraktığım kombinin bacasından çıkarak yağmura karışan cılız buhar!.. Alarm nasıl mı çaldı? Kesin onun işidir!

Her şeye rağmen süper bir Şabat yaptık! Murphy’nin, hanımın kendi çeyizinden getirdiği kolalı brode Lino örtünün üzerine şarap dolu Kiduş kadehini dökmesi bile bozamadı keyfimizi? Kâğıt peçetelere emdirip ‘ona inat’ kadehimizi bir daha doldurduk! Daha da gür bir sesle söyledik… Lehayim!..

***

Bu son!...

Cumartesi akşamı 45 yıllık dostlarımız Etiler’de şık bir İtalyan Lokantasına yemeğe davet ettiler bizleri. Süper bir geceydi. Çok keyif aldık. 23’ü biraz geçe çıktık. Vedalaşıp bir taksiye bindik. Hanım da ben de birer salise ara ile “Göktürk’e lütfen” dedik şoföre. Cep telefonumu alıp mesajlarıma baktım. Sonra da sudoku oynamaya başladım. Hanım da telefonda konuşuyor. Telefonu kapatınca “Aaa bak ne güzel ışıklandırmışlar yolları” dedi! Bir bakarım! Yeşil, kırmızı, mavi ışıklar! Altımız deniz! Köprünün üzerindeyiz!.. Ahh Murphy ahhh!... “Oğlum nereye götürüyorsun sen bizi?” Verdiği cevabı hatırlamıyorum!.. “Oğlum ikimiz de sana Göktürk’e gideceğiz demedik mi?” “Yanlış anladım kusura bakma abi!..” “Önemli değil ilk müsait yerden dön” demekle yetindim.

Kabahatin onda değil Murphy’de olduğunu söylese miydim?

Hoş buldum İzmir’im!

Sen de git bir mum yak Murphy!