Kim deli?

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
27 Şubat 2013 Çarşamba

Kim deli? Aklına iradesiyle hükmedemeyenler diyelim… İhtiyatsız davranıp normalin dışında tepkiler verenler… Aşırı ruh hallerini dönüşümlü olarak yaşayanlar… Örneğin hak etmeyenlere avaz avaz bağırıp sonra da aşırı pişmanlık göstererek denge bulmaya çalışanlar… Orwell’e göre ‘tek kişilik azınlık’ olma hali… Tıbbi bir terim değil halk arası bir yakıştırma. Hiçbir doktor deli kelimesini kullanmaz bana kalırsa. Gençlikte insanların daha çok tutulduğu bir hal. Ama gençlikte delilik adı altında yapılan çoğu şey aslında yüreğin aklın önüne geçmesi. Öyle ki kalıcı bir şey olmadığını o insanların büyümüş haline bakarak görüyoruz. O gençlik yıllarında yapılan deliliklerde satır aralarında herkes kendi gölgesini görür, ama bir şey demez. Melankoli ve hafif depresif olma hali insanda yaratıcılığı körükler. Çoğu sanat şaheseri o ruh halindeki insanlardan çıkar. Normal kalıplardaki insanların üreticiliği biraz kösteklenir hayat tarafından istemsizce… Delilik bir şeyi fazla fazla düşünmektir belki…

‘Veronica Ölmek İstiyor’ diye bir kitap okumuştum. Bir ruh hastalıkları kliniğinde normal hayattaki yaşamın benzeri yaşanıyordu. Burada da insanlar gruplaşıyor, çevrelerine duvarlar örüyor ve kendilerine ‘tuhaf’ gelen şeyleri yadırgıyorlardı. Veronica adlı kadına tekrar yaşama arzusu kazandırmak için doktoru gizlice hafif dozda kalp krizi geçirten bir ilaç veriyordu. Veronica kalp krizlerini ölümün habercisi olarak algılayarak kalan günlerini daha yoğun yaşamaya yöneliyordu. Bu sayede benliğini saran ölüm isteği yavaş yavaş dağılıyordu. Yaşadığı her yeni günü mucize olarak görmek için insanın delirmesi gerek önce belki...

Delilikle ilgili bu beyin fırtınasına düşmeme neden olan film, ‘Umut Işığım’… Filmdeki genç adam yaşadığı ciddi bir travma sonrası 8 ay rehabilitasyon merkezinde kalır.  Genç adamın manik depresiflerde görülen aşırı umut dolu bir gelecek hayali vardır: düzgün bir adam olup, karısını geri kazanmak. Merkezde vakit geçirdiği için artık tescilli deli olmuştur. Ancak gerçek hayatta etrafını saran insan tiplemeleri, aslında herkesin en az onun kadar deli olduğunu çok güzel anlatıyordu. Babası, maç başlarken kumandaları düzenliyordu, psikologu futbol maçlarına boyanarak gidiyordu, yakın arkadaşı hayatından bezmişti. Arkadaşı aracılığı ile tanıştığı Tiffany ise hepsinden daha deli görünüyordu… Ancak filmdeki karakterlerin normal ve deli olanları arasındaki ince çizgi beni düşündürdü. Sınırın iki tarafında da olabilecek kadar diğer tarafın özellikleri var her insanda. Yani rahatlıkla sokaktaki çoğu insanı bir rehabilitasyon merkezine yatırabilirsiniz, aynı şekilde merkezlerdeki çoğu insanı normal hayata geri koyabilirsiniz.

Bence normal görünen kendine ve başkalarına zarar vermeyen insanlar ara ara bir yerlerden bir şimşek çakıp alevlenirse bunu gençliklerinden kalan bir deliliğin dışa vurumu olarak görüp hoş görmek gerek… Her şeyi düzgün yapıp içten içe kaynayan insanlardan daha sağlıklı bir yapıda olduklarına inanıyorum. Zira ufak dışa vurumlar büyük patlamalardan daha zararsız sonuçlar doğurur… Her hareketi bastırmaya çalışmak daha klinik durumlara yol açabilir…