Serbest ticaret ve barış

Sami AJİ Köşe Yazısı
13 Şubat 2013 Çarşamba

“Tanrılar isteselerdi, bütün ürünleri dünyanın her bölgesine eşit şekilde dağıtırlardı.  Ama bunu yapmadılar; ihsanlarını, dünyanın farklı yerlerine, en iyi şekilde yetişecek mamuller olarak verdiler. Bu suretle insanlar hem birbirlerine muhtaç olacaklar, hem de sosyal ilişkiler kurarak ticareti devreye sokacaklar. Neticede hem zenginleşecekler hem bu yöntemle tüm insanlık, dünyanın tüm nimetlerinden, nerede üretilirse üretilsin, eşit olarak istifade edecekler. “

Yukarıdaki paragrafı ilk defa okuduğum zaman, sanki büyük bir şirketin CEO’ sunu veya medeni bir ülkenin sorumlu yöneticisini dinliyormuş gibi hissetim kendimi… Ama değil.

Bu sözlerin sahibi,  M.S. 4. yüzyılda yaşamış ünlü bir düşünür, Libanius’tur.  Libanius, Antakya’da doğmuş, ‘Atina Hür Düşünce Okulunda’ eğitimini tamamlamış, daha sonra Constantinopolis’e gelerek, zamanın imparatoru Julianus’un hem arkadaşı hem de danışmanı olmuş… Birkaç yıl sonra gözden düşerek İzmit’e gidip yaşamını orada sürdürmeye devam eder. Son yıllarında doğduğu şehre, Antakya’ya, dönerek, orada vefat etti.   (Yani ünlü filozof Anadolu topraklarının yetiştirdiği büyük değerlerdendir.)

 “ve bu sayede, hem ülkeler zenginleşecek hem, insanlar birbirlerini daha iyi tanıyacaklar ve barış çok daha kolay sağlanacak.”  Libanius’ün bu sözleri serbest ticaret ilkesine manevi bir güç katıp adeta tanrısal bir emri dile getirmiyor mu?

Tanrıların verdiği ürün dendiği zaman akla hemen, buğday, arpa, meyve gibi zirai ürünler gelir.   Ne ilginçtir ki günümüzde ‘serbest ticaret’ mesajını sanayi ve finans sektörü çok güzel bir şekilde algılamış ve globalizasyon mantığı ile kendi içlerinde etkin ve canlı bir diyalog kurarak bilgi, teknoloji paylaşımını önyargısız olarak gerçekleştirmişler,  ticaretle, hem büyümüşler hem de halklarının zenginleşmesine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Örnekler sonsuzdur:  Call Center’lerden başlayın CERN projesine ve nice diğer projeler… Hatta Dubai gibi bir şehrin başarısının dahi aynı yaklaşımın bir sonucu olduğunu iddia edebilirim…

 Ancak bazı ülkeler, bu ilkeyi görmezden gelerek,  maliyeti ne olursa olsun, mutlaka ve sadece yerel malları ile bir ürün yaratmakta ısrar ederler. İşte bu memleketler kıt kaynaklarının ve ekonomik güçlerinin israf edildiğinin farkına varmamaktalar. Fark ettikleri zaman ise artık çok geç olmuştur: çünkü bilgi ve tecrübelerini takas edebilenler çok daha süratli bir şekilde ilerlemişler ve onlar ise geri kalmışlardır.

 Tarım ve gıda sektörü, henüz,  Libanius’un tavsiyesine pek önem vermez görünmektedir. 

Maalesef bağnazlık, siyasi liderlerin bu sektörü önemli bir oy potansiyeli görmeleri, ilim adamları dâhil olmak üzere, üreticilerin bazı mahsullerini STRATEJİK ilan etmeleri ve yeni teknolojilere sırt çevirmeleri, gümrük vergileri veya bu ürünlerin ihracatına ödenen gerçek ve mantık dışı destekler, serbest ticaretin önünü tıkamakta… İmzalanan tüm uluslararası sözleşmelere rağmen çoğu ülkeler kural dışı mânialar koyarak ihracat ve ithalatı yani serbest dolaşımı engellemekte… Ve son analizde zararı tüketici çekmekte, üstelik devlet bütçelerine miyarlarca dolar yük binmekte.

 Bırakın barışı gerçekleştirmeyi, sırf birbirlerine karşı uyguladıkları engeller yüzünden neredeyse ülkeler savaş durumuna kadar gelmekteler.

Tarım sektöründe aşılması gereken bir engel de bazı ülkelerin hala gıda bakımından ‘kendi başlarına yeterli’ bir ülke konumunda olduklarını sanmaları veya bu hedefe yönelmek istemeleridir…  Hâlbuki Libanius, bunun “tanrılar tarafından istenmediğini” söylüyor.

 Esasen, günümüzde,  tarım ilmi ve teknolojisinin ulaştığı seviye kendi başına yeterli olma hırsı yerine “gıda güvenliğini sağlamış bir ülke” olmanın gereğini açıkça ortaya koymakta… Ve bu güvenliğe ancak ve ancak şeffaf bir ticaret anlayışı ile ulaşılabilir.

Ama dünya toprakları devamlı artan bir nüfusu beslemeğe yeterli olabilir mi?

Bugün dünyamız tarım toprakları mevcut bilgi ve teknoloji ile çok rahat bir şekilde, değil 7 milyar 10 milyar nüfusu kolayca besleyebilir: yeter ki dürüst, samimi, önyargısız ve mantıki bir yaklaşım sergilensin. Nitekim tüm gelişmiş ülkelerin siyasileri bu görüşlerini Birleşmiş Milletler Toplantılarında dile getirdiler.  Örneğin, Shimon Peres 2010 yılı eylül ayında yaptığı konuşmada şöyle seslenmişti: “tek bir İsrail çiftçisi 120 kişiyi besleyebilmekte ...(1)ve bu sahada bilgi ve birikimlerimizi tüm dünya ülkeleri ile dürüstçe paylaşmaya hazırız… “

Kişisel gözlemime göre, bu ve benzeri davetleri, maalesef, en muhtaç ülkeler reddetmişler veya ret mecburiyetinde bırakılmışlar.  Ancak ümitsizliğe kapılmak için de bir sebep yok; son 4 senede yaşanan olaylardan sonra, artık her ülkenin tarımdan sorumlu kişileri sık sık bir araya gelmekte ve tarımda yeni bir dünya düzeninin nasıl kurulacağını tartışmakta.

Yazımı  “ Cargill Incorporated’in (2) Başkan Yardımcısı Scott Portnoy’un 14 Mayıs 2001 de ABD Temsilciler Meclisi’nin alt komisyonuna sunduğu raporunun en sonunda kullandığı kelimelerle bitiriyorum:   “Ticaret refahı arttırır ve refah insanları birbirlerine yakınlaştırır”.

 

Not (1)  ülkemizde bu rakam takriben 12 kişidir (kayıtlı çitçi sayısına göre hesaplanmıştır.)

Not (2) Cargill bugün dünyanın en büyük tarım şirketi olarak tanınır.