ikincikat’ta yeniler ve yenilenen eskiler

Bu yıl ikincikat’a epey geç uğrayabildim. Repertuarlarındaki eski oyunların hepsini görmüş, ‘Yalnızlar Kulübü’ne ise Tiyatro Festivali’ndeki prömiyerinde gitmiştim. ‘Barselo’nun sergilendiği günlerse benim film analizi atölyelerimle çakışıyordu. Sonunda bir boşluğu değerlendirip ‘ Barselo’yu izleyebildim.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
6 Şubat 2013 Çarşamba

 

‘Barselo’, geçen mevsimin en çarpıcı tiyatro olaylarından bol ödüllü  ‘Aut’un iki yazarından biri olan Alper Kul’un beşinci oyunu. 1975 yılında doğan Alper Kul, MSM’de başladığı oyunculuk eğitimini Indiana Üniversitesi’nde tamamlamış. Broadway geçmişinde sahnelenen en uzun tek kişilik oyun olan ‘Caveman (Mağara Adamı)’nı Türkiye’de ilk kez sahneye taşımış ve  rolü bir sezon boyunca oynadıktan sonra, ikinci sezonda  Şevket Çoruh’a devretmiş. 

 

 

Şehir Tiyatroları, DOT, IUSB, BKM gibi tiyatrolarda oyunculuk yapmış, filmlerde ve televizyon dizilerinde rol almış. Son zamanlarda ‘Sümela’nın Şifresi-Temel’ ve ‘Moskova’nın Şifresi-Temel’ filmlerinde oynadığı Temel karakteri ile gündemde.

‘Barselo’, genç bir çocuğun ‘abiler’ tarafından, ilk cinsel deneyimini yaşamak üzere bir otogarın bodrumundaki bar randevu evi arası mekâna getirilmesiyle başlıyor. ‘Aut’ta ‘kapı bekleyenler’ üzerinden küçük insanların dünyasını mercek altına almış olan Alper Kul, burada da lümpen kesimin değer yargılarını, özellikle erkeklik kavramı üzerinden, didik didik ediyor. Erkekler dünyasında geçen ‘Aut’dan farklı olarak üç kadın karakterin yer aldığı ‘Barselo’da kadınların hep edilgen oluşu, toplumun erkek-egemen karakterini daha da öne çıkarıyor.

Erkekliğin apış arasında arandığı, kadının ‘mal’ olarak görüldüğü (eskiden bu mallar yıkılan Sovyetlerden gelirdi; şimdilik Suriye’den geliyor ama kaynağı ne olursa olsun, saygın ve güvenli bir yaşam umudu ile Türkiye’ye kaçak gelen kadınların neredeyse ortak kaderi ‘seks işçiliği’), ‘erkek olma’ ile ‘becerme’nin bir tutulduğu, hatta bu ‘iş’ ne kadar hoyratça yapılırsa o kadar ‘erkekçe’ yapıldığına inanıldığı bir ortamda, saf ve duygusal bir Anadolu delikanlısının erkek olabilme şansı var mıdır?

Çocukluğunda yaşadığı tecavüzün etkisiyle iyice çekingen olan, onu bir kurtarıcı olarak gören kadını s..mektense sevmeyi tercih eden ve kadınını korumak için hayatı pahasına bile olsa savaşmayı göz alan Lapa, etrafındaki ‘ağır abilerden’ çok daha erkektir ama böylesi bir can pazarında bu ikilinin herhangi bir kurtuluş umudu var mıdır?

‘Aut’taki kadar kan gövdeyi götürmese de, özünde her an duyumsanan şiddetle, sadece metin olarak değil, sahneleme olarak da sezonun en etkileyici işlerinden biri olan ‘Barselo’ yerli in-yer-face’lerin en sert oyunları arasında yerini alıyor. 

 ‘Aut’u da yönetmiş olan Eyüp Emre Uçaray yine ‘Aut’da yardımcı yönetmenliğini yapmış olan  Heves Duygu Tüzün’le beraber, küçük çıkarlar için insanların bozuk para gibi harcanabildiği bu acımasız dünyayı  başarı ile sahneye koyuyor. Bu başarıda Hakan Atalay, İsmail Karagöz, Musab Ekici, Güner Zeki Göker, Elit Çam, Aslı Menaz ve Canan Atalay’dan oluşan oyuncu kadrosunun büyük payı var. İlk kez izlediğim Musab Ekici’nin iç burkucu Lapa yorumu çok etkileyici. Mekân değişikliklerinin birkaç ışık ve bir metal sandıkla halledilişi de çok akıllıca.

Benim gibi meraklılar için küçük bir not: Oyun sonrasında Heves’e ‘barselo’nun anlamını sordum. ‘barselo’nun sahibi Pepe lakaplı karakterin adının Selâhattin olduğunu ve Alper Kul’un Selâhattin›in barı anlamına BAR-SELO adını kullandığını böylece öğrendim. Bilgilerinize.

Geçen yıl Anthony Neilson’un ‘The Wonderful World Of Dissocia’ adlı oyununuDisosya Harikalar Dünyası’ adıyla Sahne Hal’de yönetmiş olan Sami Berat Marçalı, bu sezon oyunu ‘Disosya’ olarak asıl ait olduğu yerde, ikincikat’ta sahneye koyuyor.

‘Disosya’, 6 yaşında babası tarafından tecavüze uğramış olduğunu bütün ailenin bildiği ancak  üstünü örterek  unutmuş gibi yaptığı ve unutturduğu Lisa›da 30 yaşlarında ortaya çıkan   Disosyatif Bozukluk’tan söz eden ve  Lisa’nın kafasında bir dünya yaratıp gerçek yaşamda her zorlandığında o farklı dünyaya  sığınmasını ‘Alice Harikalar Diyarı’nda’ ile ‘Oz Büyücüsünün dramatik bir karışımı olarak ele alan metinde hiç değişiklik yok, oyuncular da  neredeyse aynı ama, sanki karşımızda çok farklı bir oyun var.

İlk prodüksiyonda Lisa’yı canlandıran Pınar Çağlar Gençtürk, daha da derinlemesine bir yorumla yine olağanüstü. Onun acılı ve kırılgan dünyasının yarattığı 20 küsur karakteri 

kılıktan kılığa girerek, farklı kostümlerle olsun, beden dilleri ve oyunculuklarıyla olsun, büyük bir inandırıcılıkla Güçlü Yalçıner, Özgür Özgencer, Özge Keskin, Aziz Caner İnan, İpek Banu Kılar, Murat Mahmutyazıcıoğlu ve Tolga İskit canlandırıyor.

Ancak, şarkılı danslı bir sahne trafiğinin kusursuz yönetiminden, gerçek bir karakteri canlandırırken daha gerçekçi, Disosya’daki bir karakteri canlandırırken de daha stilize oyunculuklarla gerçek-düşsel karşıtlığının farklı tonlamalarla verilmesine bu zorlu prodüksiyonun asıl  kahramanı Oz Büyücüsü  Sami Berat Marçalı. Dekor ve mekân düzenlemesini de üstlenen yönetmen, fuayede çok etkileyici bir ön oyunla izleyiciyi Disosya’ya hazırladıktan sonra, oyun alanında Lisa’nın hastane yatağı ile başbaşa bırakıyor. Lisa’nın düşlediği Disosya’yı, Meltem Tolan’ın minimal ama gerçeküstü kostümleri ve Ushan Çakır’ın iki farklı renk ve tondaki ışıklandırma ile iki ayrı dünyayı başarı ile ayrıştıran ışık tasarımı eşliğinde sadece oyunculuklar yaratıyor.

İkincikat, tiyatronun 5.kuruluş yıldönümü nedeniyle izleyiciler arasında bir anket yaparak tekrar sahnelenmesini en çok istedikleri oyunu sormuştu. Bu anket sonucunda seçilen ‘Korku Tüneli’ bu yılın başından beri, yönetmeninden oyuncularına ilk sahnelendiği ekiple tekrar oynanıyor.

Philip Ridley’in 1991’de yazmış olduğu bu ilk uzun oyunu, özgün adıyla ‘The Pitchfork Disney’i ilk sahneye koyduğunda yönetmeni Sami Berat Marçalı 22 yaşındaymış.

İzleyiciyi mekâna girerken bir korku tünelinden geçirerek, çocuksu bir hayal dünyasında yaşayan iki ikiz kardeşin, Presley ve Haley’in dünyasına, oyunun büyük bir kısmında uyumakta olan Haley’in görmekte olduğu rüyaya, ya da  Presley’in kâbusuna hapseden Marçalı, 25 yaşında yeniden ele aldığında biraz farklı bir bakış açısı getirmiş. Presley ile Haley’in oyunun başındaki uzun sahnesini daha tempolu ve daha gerçekçi olarak yorumlanması, her an düşle gerçek arasında bir sırat köprüsünde oynanması gereken oyunun düşsel tarafını törpüleyeceğine daha da belirginleştirmiş. Başta Murat Mahmutyazıcıoğlu olmak üzere, Banu Çiçek Barutçugil, , Ushan Çakır ve Eyüp Emre Uçaray’ın oyunculukları müthiş.

Oyun sonrası ekiple sohbet ederken, ilk gösterime göre daha rahat, daha güvenli bir performans sergilediğini söylediğimde Murat Mahmutyazıcıoğlu “galiba artık oyunu daha da iyi anlıyoruz” dedi. Banu olsun, otuzlu yaşlarına girmiş olan Murat olsun oyunda olmaları gereken 28 yaştan çok daha genç duruyorlar. Umarım, ‘Korku Tüneli’ni, her defasında yeni alt metinler keşfederek ve biz izleyicilere keşfettirerek yıllarca oynamaya devam ederler.

Geçen yılın en önemli iki oyunu, ‘Aut’ ve ‘Limonata’  da pazartesi geceleri ikincikat’ta ‘Korku Tüneli’ ile dönüşümlü olarak sahnelenmeye devam ediyor. Ayrıca, Sami Berat Marçalı’nın yazıdığı, dekor ve ışık tasarımından yönetmenliğine her şeyiyle kendisine ait bir çalışma olan ‘Yalnızlar Kulübü’ de tiyatro festivalinden bu yana ‘kapalı gişe’ oynuyor.

Uzun lafın kısası, bu yıl ikincikat’ın en başarılı sezonu. Yeniler, yenilenenler ve de ilk yorumlarıyla devam eden oyunların hepsi üst düzeyde. ‘Yolunuz düşerse kaçırmayın’ diyemiyorum. Artık ikincikat’ta kapıda bilet bulmak o kadar kolay değil. Lütfen yerinizi önceden alın!

Hepinize iyi seyirler.