İzak Baron´dan Ağa Takılanlar

• Afrika ve Ortadoğu’da aşırı dinci İslami hareketlerin güçlendiği bir ortamda İsrail’in güvenliği açısından Türkiye ile sağlanacak bir diyalog hayati önemde. Şu sıralarda iki ülke diplomatları özür ve tazminatın formülü üzerinde çalışıyor. Bu konuda İsrail’de konuştuğum kritik isimlerden pek çok sinyal aldım. Netanyahu’nun atacağı ilk önemli dış politika adımı Türkiye’nin ‘özür ve tazminat taleplerini’ kabul etmek olacak. Netanyahu, bu yolla Başbakan Erdoğan’ın Gazze konusundaki baskısını da bir oranda hafifletebilmeyi umuyor. HAKAN ÇELİK/POSTA

İzak BARON Diğer
6 Şubat 2013 Çarşamba

A Ğ A      T A K I L A N L A R

 

 

  • Komşunuz olan bir devlet bir başka devletin saldırısına karşılık vermedi diye kızmak, iki devlet arasındaki şiddet neden tırmanmıyor diye hayıflanmak vurduğu yerden ses getiren dış politikamıza pek yaraşır.

 

 

Erdoğan’ın ecdadına yakışır güçlü kollarıyla kâh Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılmaya çekilir kâh Çin-ü Maçin’e uzanırken ok biraz dengesini yitirdi galiba. İsrail’in Suriye’nin bir askeri tesisini bombalaması hususunda Ahmet Davutoğlu ne demiş diye merak ettim. Gerim gerim gerilen yayın çıkardığı gergin ses şu şekilde belirmiş: “Niye İsrail uçakları Beşar Esad’ın sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl taşı bile atmıyor? (...) İsrail’le Esad’ın arasında gizli bir anlaşma mı var?”

Komşunuz olan bir devlet bir başka devletin saldırısına karşılık vermedi diye kızmak, iki devlet arasındaki şiddet neden tırmanmıyor diye hayıflanmak vurduğu yerden ses getiren dış politikamıza pek yaraşır.

 

Özgür Mumcu

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1119809&Yazar=OZGUR-MUMCU&CategoryID=98

 

Ve her Arap gibi İsrail düşmanlığı ortak paydaları... Bu vatanseverler, İsrail bombaladığında sevinç çığlıkları mı atmıştır yoksa üzülmüşler midir? Yoksa adı konmamış da olsa, İsrail ile aynı safta yer almak, yurtseverliklerinde derin bir yaraya mı neden olmuştur?

 

YURDUNU, milletini büyük bir tutkuyla seven, bu uğurda her türlü özveriye katlanan kimseye yurtsever ya da vatansever deniliyor. Türk Dil Kurumu böyle özetlemiş. Üzerine kitaplar yazılır. Barış ve huzurun sürdüğü dönemlerinde bu kavram asla ayrıştırıcı değildir. Hemen herkes anlaşır. Çatışma ve sıkıntılı siyasi dönemlerde ise yine herkes vatanseverdir ama bu kavram üzerinden insanlar bölünür. Ülkeni büyük tutkuyla sevmekten herkes başka bir şey anlamaya başlar. Herkes vatanı için bir hayal kurar ve bu hayalin nasıl gerçekleşeceğine dair bir fikir sahibidir. Sanır ki o fikir için savaşmak ve o ülküye göre hareket etmek vatanseverliktir.

Diyebilirsiniz ki bu sularda niye dolaşıyorsun? Ne oldu?

Olanı söyleyeyim, İsrail uçakları, Suriye'de bir yerleri bombalayınca bu ülkede birbirine girmiş insanların, olayı vatanseverlik bağlamında nasıl değerlendirdiğini merak ettim.

Suriye'deki babadan oğluna geçen rejimin bir an önce yıkılıp gitmesi için silahlı mücadele veren muhalifler, hiç kuşkusuz kendilerini vatansever görüyordur. Zaten özgürlük savaşçıları diye adlandırıyorlar kendilerini. Ve her Arap gibi İsrail düşmanlığı ortak paydaları... Bu vatanseverler, İsrail bombaladığında sevinç çığlıkları mı atmıştır yoksa üzülmüşler midir? Yoksa adı konmamış da olsa, İsrail ile aynı safta yer almak, yurtseverliklerinde derin bir yaraya mı neden olmuştur?

İktidar yanlıları ise asıl kendilerinin yurtsever olduğunu ileri sürüyordur kuşkusuz. Özgürlük savaşçılarının Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, ABD ve Batı ülkeleri tarafından desteklenmesine dikkat çekip ülkelerini koruma adına vuruyorlar, savaşıyorlar, ölüyorlar. Ama İsrail'in tepelerinde uçak uçurup istediği yeri bombalamış olmasına, tepki bile veremeyecek bir iktidarın oluşu onların da ruhlarında derin yarıklar oluşturmuş olmalı.

Yani herkes vatansever ama birbirini öldürüyor. Herkes Müslüman ama birbirlerine kıyıyor. Hepsi, sorarsanız özgürlükçü ama birbirlerini yakaladıkları an, yargısız infaz kapsamında kafalarına sıkıyorlar

 

Yavuz Semerci

http://www.haberturk.com/yazarlar/yavuz-semerci/816917-vatanseverlik-kacmaktir

 

Netanyahu’nun atacağı ilk önemli dış politika adımı Türkiye’nin ‘özür ve tazminat taleplerini’ kabul etmek olacak.

 

İsrailliler, İran’ın nükleer programını, doğrudan ‘kendi güvenliklerine tehdit’ olarak görüyor ve mutlaka ‘durdurulması gerektiğine’ inanıyor. ABD, 6 Şubat tarihinden itibaren İran’a nakit akışını tamamen kesmeyi planlıyor. Bu hamleyle iyice köşeye sıkışacak olan İran’ın ne yapacağını kestirmek güç. İran gibi boyunu aşan bir meseleyle yıllardır boğuşmak zorunda kalan İsrail, artık karşısında Türkiye’yi bir düşman gibi görmek istemiyor. Geçen süreçte Ankara-Tel Aviv ilişkilerinin kötü seyretmesi İsrail’e pahalıya patladı. Politik sıkıntılar ve ekonomik kayıpların ötesinde İsrail, bölgede daha fazla izole oldu.

Afrika ve Ortadoğu’da aşırı dinci İslami hareketlerin güçlendiği bir ortamda İsrail’in güvenliği açısından Türkiye ile sağlanacak bir diyalog hayati önemde. Şu sıralarda iki ülke diplomatları özür ve tazminatın formülü üzerinde çalışıyor. Bu konuda İsrail’de konuştuğum kritik isimlerden pek çok sinyal aldım. Netanyahu’nun atacağı ilk önemli dış politika adımı Türkiye’nin ‘özür ve tazminat taleplerini’ kabul etmek olacak. Netanyahu, bu yolla Başbakan Erdoğan’ın Gazze konusundaki baskısını da bir oranda hafifletebilmeyi umuyor.

 

Hakan Çelik

http://www.posta.com.tr/siyaset/YazarHaberDetay/Israil-Turkiye-den-ozur-dileyecek.htm?ArticleID=158795

 

Korku siyasetinden yorulan İsrail’in bir kanadı normalleşme yollarını ararken diğer kanadı daha marjinal tercihlerle aşırı sağ istikametinde ilerliyor.

 

İsrail’de seçim barajı sadece yüzde 2. Ülke parlamentosu Knesset’e girmek bu kadar kolay olunca seçim sonrası iktidar oyunlarında parti enflasyonu yaşanıyor. Son seçimde parlamentonun yarısı yenilendi. Tüm İsrail’in bir bölge olarak değerlendirildiği seçimlerde aşırı polarize olan parti sistemi, koalisyonları, uzun süren pazarlıkları ve küçük partilerin kilit roller üslenmesi nedeni ile hak ettiklerinin çok üzerinde belirleyici roller oynadığı süreçleri getiriyor.

Seçim barajının bu denli düşük olmasından istifade edip büyük bir çıkış yakalayarak ipi göğüsleyen ikinci parti olan (Yesh Atid) Bir Gelecek Var partisi 19 sandalye kazanarak “İsrail siyasetinde bundan sonra ben de varım” dedi. Bir sene önce siyasete atılma kararı alan partinin lideri, eski gazeteci ve televizyoncu Yair Lapid oldukça popüler ve ilgi ile takip edilen bir isim. İki devletli çözümü ve Ortodoks Museviler dâhil olmak üzere herkes için zorunlu askerliği savunan Lapid, sadece sağ partilerin içinde olduğu bir koalisyona destek vermeyeceğini açıklamıştı. Aşırı uçtaki dindar Musevilerin sosyal bütçelerden aldıkları yardımları da kısıtlayacağını vadeden Lapid, iktisadi vaatleri ve barış planı ile oy toplamayı başardı. Yair Lapid, radikalleşen İsrail’de makul bir söylem ve programla siyaset yapmaya çalışan, sosyal medyayı diğer tüm adaylardan çok daha etkin kullanan yeni bir siyasi alternatif. Laik, merkez sol ve müzakere yanlısı bu ismi uzun süre İsrail siyasetinde etkin bir aktör olarak gözlemleyebiliriz.

Genel seçimlerin en çok konuşulan konuları ekonomi, İran’ın atom programı ve Filistinlilerin mücadelesiydi. Seçimlerden sonra ise uzunca bir süre bu tablodan nasıl bir hükümet doğar kombinasyonları ve doğacak hükümetin istikameti konuşulacak. Dünyanın farklı bölgelerinden gelen Musevilerin kurduğu çok kültürlü bu yapının parlamentosu aşırı kutuplaşmış uzlaşılmaz bir tablo sergiliyor. Neredeyse İsraillilerin köken itibari ile geldikleri ülke sayısı kadar parlamentolarında farklı yapı bulunuyor. Filistin ve İran konularından müstakil olarak baktığımızda yeniden yapılanan Ortadoğu’nun sulh içinde şekillendirilmesi için ne gerekiyorsa bu tabloda o yok. İsrail seçimleri bölge politikalarını ve Arap Baharı sürecini nasıl etkiler sorusunun çok olumlu bir cevabı bulunmuyor. Korku siyasetinden yorulan İsrail’in bir kanadı normalleşme yollarını ararken diğer kanadı daha marjinal tercihlerle aşırı sağ istikametinde ilerliyor.

 

Selim Savaş Genç

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/yazar-34714-israil-yeni-bir-siyasi-yelpazeye-oy-verdi.html

 

Fransızlar’ın yüzde 39’u “Yahudiler iş hayatında çok fazla güce sahipler” cümlesine “Evet öyle” cevabını vermiş

 

Hitler’in altı milyon Yahudi’yi gaz odalarında yok etmesini hatırlatmak için konulmuş bir günde, Rupert Murdoch’un gazetesi, Netanyahu üzerinden “Siz de Filistinliler’e aynısını yapıyorsunuz” mesajını vermiş düpedüz...

Murdoch, İsrail’in son Gazze saldırısı sırasında da, “Patronları Yahudi olan medya organları her krizde neden İsrail-karşıtı tavır alıyor?” diye sormuştu...

Şimdi de Filistin-yanlısı karikatür çıktı Murdoch’un gazetesinde; hem de ‘Holokost’u hatırlama günü’nde...

Fransa’nın ‘Market-Watch’ adlı araştırma kurumunun Fransızlar’ın İsrail ve Yahudiler konusundaki kanaatleriyle ilgili anketinin sonuçları da, Dünya Siyonist Örgütü (World Zionist Organization) tarafından ‘Holokost’u hatırlama günü’nün hemen öncesinde yayımlandı.

Buna göre, ankete cevap veren Fransızlar’ın yüzde 39’u “Yahudiler iş hayatında çok fazla güce sahipler” cümlesine “Evet öyle” cevabını vermiş. Yüzde 47’si, “Yahudiler kendi ülkelerinden çok İsrail’e sadıklar” görüşünü dillendirmiş. Buna karşılık, Yahudiler hakkında olumsuz görüş bildiren yalnızca yüzde dört olmuş; yüzde 43’ün görüşü ‘olumlu’ imiş...

 

Taha Kıvanç

http://haber.stargazete.com/yazar/mazlum-kim-olursa-olsun/yazi-723287

 

Bir gün ağzımdan ''Korkak Yahudi'' lafı çıktı... Çıktığı anda ben utandım kelimelerimden. Sahi nereden duymuştum o yaşta, kimden öğrenmiştim?

 

 

Hayatımda hiç ayrımcılık yapmadım...

Sanırım...

Küçükken ezberlediğim ''Yağmur yağıyor seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor'' tekerlemesi sayılmaz değil mi? Çok sonradan anladım ben o kızın kim olduğunu, hiç düşünmemiştim bile...

Bir gün ağzımdan ''Korkak Yahudi'' lafı çıktı... Çıktığı anda ben utandım kelimelerimden. Sahi nereden duymuştum o yaşta, kimden öğrenmiştim?

Diyorum ya... Sanırım, ben hiç ayrımcılık yapmadım.

Peki bana karşı ayrımcılık yapıldı mı?

Yoo! Bilmiyorum o hissi, çok şükür.

Kötü davranan oldu orası ayrı, ismimle dalga geçen de oldu, ''Ağlıyor bak kız değil mi?'' diye aşağılayan da... Çok sürmedi! Hep üste çıktım, ayağa kalktım. Düşman bellenmedim. Kimse arkamdan kimliğimle, dinimle, nereden geldiğimle ilgili konuşmadı. Yüzüme karşı istenmiyorsun diyen de olmadı. Hayatımda hiçbir zaman girdiğim mekâna, ortama ait olmadığımı düşünmedim. Düşünmedim, çünkü böyle yetişmedim, yetiştirilmedim. Kendimi iyi hissetmem için bütün şartlar hazırdı. Nasıl bir şans bu düşünsenize?.. Nasıl bir lüks!

O yüzden kusura bakmayın ama...

Benim gibi Türklerin ''hassasiyetleri'' beni zerre kadar ilgilendirmiyor!

Hatta açık söyleyeyim midemi bulandırıyor!

Bu memleketteki son vatandaş benim gibi kimliğinden, dininden, kökeninden, cinsel kimliğinden ötürü rahat ve huzurlu hissedene kadar bu böyle arkadaş!

O yüzden bırakacaksınız bu ''Peki ya Türklerin hassasiyetleri'' ayaklarını...

Açıkça soracaksınız kendinize, hayatımda hiç ayrımcılık yaptım mı diye...

Önce... Yaptınız mı? Sonra... Size yapıldı mı?

Ondan sonra oturur konuşuruz!

 

Balçiçek İlter

http://www.haberturk.com/yazarlar/balcicek-ilter/816914-once-durust-olun

 

Zaten hiçbir mevsim şartından etkilenmeyen Türkiye-İsrail ilişkilerinin ikinci baharı, bölgeye de Mısır’la birlikte Hamas’ı iki devletli çözüm sürecine hazırlamak şeklinde “Ortadoğu barışı” açısından eşsiz meyveler verebilir.

 

 

Gerek Türkiye’nin gerekse İsrail’in Davos’taki “one minute” çıkışıyla gerilen ve Mavi Marmara’daki 9 Türk vatandaşının öldürülmesiyle ağır bir yara alan ilişkileri aradan geçen dört seneye rağmen tamir etmekte acele etmemelerinin şu sebeplere dayandığı söylenebilir.

 

1- Gerginliğin siyasi düzeyde ve medyatik boyutta kalması, niteliksel olarak ilişkilere zarar vermemesi,

 

2- İsrail’le yaşanan medyatik-siyasi krizin “Arap Baharı” sürecinde bölgede Türkiye’ye eşsiz bir kamu diplomasisi imkanı yaratması,

 

3- Amerika’nın “Arap Baharı” sürecinde Türkiye’nin rol model olma hevesini desteklemesi ve İsrail’le yaşadığı medyatik-siyasi gerginliğin Ankara’nın bölgedeki imajını parlattığının farkında olması,

 

4- Lieberman’ın koalisyon hükümetindeki anahtar konumu ve İsrail’deki koalisyon hükümetinin kırılganlığı,

 

Hem Türkiye’yi, hem İsrail’i, hem de ortak müttefik ABD’yi, 2012 yılına kadar krizin çözümü yönünde ciddi bir çaba içerisine girmekten alı koyan bu etkenlerde yaşanacak değişimlerin 2013 yılından itibaren iki tarafı yeni bir başlangıç yapmaya zorlaması mümkün gözüküyor.

Körfez’deki Arap ortakları ve Batılı müttefikleriyle Suriye’yi kan gölüne çeviren vekalet savaşının en önemi tarafı haline gelen ve Türkiye’yi NATO toprağı ilan ederek Suriye’ye NATO müdahalesi için olağanüstü bir çaba sarf eden Erdoğan yönetiminin Arap Baharı’ndaki rol model rolü giderek aşınıyor.

Tunus ve Mısır devrimleri sırasında “halklardan yana, diktatörlere karşı” bir görüntü veren Ankara’nın devrimlerden sonra seçimleri kazanan belli bir grubu desteklemeye başlaması, bu aşınmayı hızlandırıyor.

Öte yandan Arap Baharı’nda rol model olarak Mısır’ın öne çıkmaya başlaması, yukarıda 2. ve 3. maddelere belirtilen etkenlerin değişebileceğini gösteriyor.

İsrail’de yeni hükümeti kurma görevi Netanyahu-Lieberman ikilisine verilse de, 120 sandalyeli Knesset’te sağcı ve solcu partilere 60’ar sandalye kazandıran son seçimlerin oluşturduğu parlamento aritmetiği, Yair Lapid’e, Lieberman’ı etkisizleştirecek bir rol verebilir.

Yukarıda sıralanan 1. sebebin aslında etkisiz elaman olduğu dikkate alınırsa diğer üç maddede belirtilen sebeplerde yaşanacak bu değişikliklerin 2013 yılı itibariyle Türkiye-İsrail ilişkilerine yeniden bahar havası getirmesi beklenebilir.

Zaten hiçbir mevsim şartından etkilenmeyen Türkiye-İsrail ilişkilerinin ikinci baharı, bölgeye de Mısır’la birlikte Hamas’ı iki devletli çözüm sürecine hazırlamak şeklinde “Ortadoğu barışı” açısından eşsiz meyveler verebilir.

Şimdiye kadar krizi kendinden faydalı görüldüğü için tamiri ertelenen Türkiye-İsrail ilişkilerinin yaşayacağı ikinci baharın, “Bahara” uyanan Araplara model oluşturacağından kuşku yok.

 

Alptekin Dursunoğlu

http://www.ydh.com.tr/YD349_turkiye-israil-iliskilerinde-ikinci-bahara-dogru.html

 

Suriye isyanında Baas rejiminin ve arkasında duranların arzulayacağı şeylerin başında İsrail'in sürece müdahil olması gelmektedir.

 

 

Yukarıdaki kronolojiden sadece bir tek sonuç çıkabilir. Suriye'nin sessizliğinden, İsrail'in yorum bile yapmamasından, İran ve Hizbullah'ın retorik düzeyinde bile ne El-Kibar vakıasını ne de Muğniye'yi (hatta bu listeye İran açısından 1 Ağustos 2008'de İsrail tarafından Tartus'ta öldürülen Esad ailesinin 'yakın dostu' General Muhammed Süleyman'ı da ekleyebiliriz) fazlaca gündeme almamalarının arkasında İsrail- Suriye konforlu düşmanlığını aramak yanlış olmayacaktır. Başka bir ifade ile bombalama ve suikast marifetiyle İsrail'le müzakerenin önünün açılmasını görüyoruz. Müzakerenin önündeki iki 'şarttan' birini (Kimyasal tesisleri) İsrail, diğerini (İmad Muğniye) ise Suriye'nin ortadan kaldırdığı iddia edilebilir.

30 Ocak Çarşamba günü de, tıpkı 6 Eylül 2007'de olduğu gibi, kimsenin tam olarak anlamlandıramadığı bir İsrail saldırısı Suriye gündemine düşüverdi. Yine Hizbullahlı, İsrailli, kimyasallı, füzeli bir 'hikâyeler yığını' önümüzde durmaktadır. Saldırının niye yapıldığı, niçin yapıldığı ve zamanlamasına dair sorulara verilen cevaplardan somut bir tablo çıkmamaktadır. Aktörlerin 2007 sessizliği 2013'e de taşındığından, cevaplardan daha fazla sorular zihinleri meşgul etmektedir.

Suriye isyanında Baas rejiminin ve arkasında duranların arzulayacağı şeylerin başında İsrail'in sürece müdahil olması gelmektedir. İsrail'in Hamas'ın terk ettiği Suriye'ye doğrudan müdahale etmesi uzak bir ihtimal olmakla beraber; Hizbullah'la yaşayacağı muhtemel bir çatışma, 'direniş ekseninin' yaşadığı meşruiyet krizine kanlı destek olabilir. Baas rejiminin yıllardır de facto güvenlik sağladığı konforlu düşmanı İsrail'in 2007'ye benzer bir şekilde farklı maceralara girmesi için uygun bir atmosferde bulunmamaktadır. 2007 saldırısı ve suikastlarını Gazze katliamı ve müzakerelerin çöküşü izlemiştir. 2013 saldırısını aynı mantık örgüsü içinde kurgulayan İsrail, 2012 Gazze yenilgisini telafi etmeye çalışabilir. Görünen o ki, İsrail'in Camp David Düzeninin çöktüğünü anlaması hiç de kolay olmayacak!

 

Taha Özhan

http://www.sabah.com.tr/Perspektif/Yazarlar/ozhan/2013/02/02/konforlu-dusmanlik-israil-ve-suriye

 

İnsanlar arasında kültürel farklılıklar ve yüzeysel fiziksel farklılıklar vardır, o kadar. Irk farkı yoktur, ne Türkler Yahudilerin ne de Yahudiler Türklerin ecdadıdır.

 

 

Birkaç gün önce de Hürriyet’te okuduğum bir başka haber yüreğimi kıpır kıpır ettirdi.

“Yahudilerin ecdadı aslında Türkler mi” manşetini okuyunca heyecandan bayılayazdım.

Mehter marşını mırıldanarak hemen annemi aradım, “Biz de Türk’müşüz, yaşasın!” diye bağırdım.

Büyüyünce çocuklarım olursa, gönül rahatlığıyla “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diyebilecekler artık. İstiklal Marşı’nı söylerken, “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye bağırırken kendimi sahtekâr gibi hissetmeyeceğim artık.

Mutluluğun verdiği baş dönmesi hafifler hafiflemez manşetin altındaki “haberi” okudum.

Şöyle diyor: “Genbilim uzmanı Eran Elhaik’in araştırmasına göre Aşkenaz Yahudilerinin asıl kökeni, Hazar bölgesine yerleşen Türk boyları. Elhaik’e göre bu nüfusun bir kısmı 8’inci yüzyılda Yahudiliğe geçti ve ‘Hazar Tezi’ni oluşturan göç yollarını kullanarak Avrupa kıtasına doğru ilerledi.”

Doğrusu, biraz hayal kırıklığına uğradım.

Haber maber yok! Hazarların bir boyunun 8. yüzyılda Yahudiliği kabul ettiği çook uzun zamandır biliniyor. Dinî nedenlerle değil, kuzeyden Hıristiyan, güneyden Müslüman güçlerin baskısı altında kalınca, yutulmamak, ayrı ve rahat kalabilmek için geçmişler Yahudiliğe. Bana sorsalar, “Yapmayın, ileride başınız belaya girer” derdim, ama sormadılar.

Burada ilginç olan, Yahudilerin ecdadının Türk olması filan değil elbet. Herkes gibi Yahudilerin de karmakarışık olması. Etiyopya’daki siyah Falaşa halkı da Yahudi olduğuna göre, “Yahudiler aslında siyahtır” sonucunu çıkarabilir miyiz? Yoksa “ırk” kavramı anlamsızdır, tarih boyunca insan toplulukları sürekli göç etmiş, birbirleriyle karışmıştır, herkesten farklı ayrı bir “ırk” yoktur sonucunu mu çıkarmalıyız?

İnsanlar arasında kültürel farklılıklar ve yüzeysel fiziksel farklılıklar vardır, o kadar. Irk farkı yoktur, ne Türkler Yahudilerin ne de Yahudiler Türklerin ecdadıdır.

 

Roni Margulies

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=13541&roni_margulies-yahudilerin_ecdadi_aslinda_turkler_mi

 

İsrail’in yaptığı İran’la yüzleşme gününe, yakın tehditleri bertaraf ede ede yaklaşmak.

İsrailli siyasetçiler Suriye ile politika belirlerken bir sonraki asıl büyük hedefi yani İran’ı hesaba katıyor. İran’a uzanan operasyonda Suriye’nin dişleri sökülürken İsrail önce Hamas, ardından Hizbullah’ın silah stoklarını tüketme planları yapıyor. Kasımda Gazze’ye 8 günlük Bulut Sütunu Operasyonu daha büyük bir operasyon için peşrev niteliğindeydi. İsrail bu saldırıyla hem Hamas’ın silah stoklarını eritme, hem savunma sistemi Demir Kubbe’yi deneyip eksikliklerini giderme amacı güttü. Bölge yeniden şekillenirken İsrail kalkıştığı her saldırıyla herkesin hesaba katmak zorunda olduğu bir güç olduğunu, kendi geleceğini temin için hukuk tanımaz her türlü macerayı göze aldığını hatırlatıyor. Tabii bundan şu aşamada İran’a saldırıyı göze alabildiği sonucu da çıkmaz. İsrail, ABD’den yeşil ışık almadan İran’a saldıramaz. Yeni bir cephe açmaktan kaçınan, bırakın İran’ı Suriye’ye müdahale fikrine bile çok mesafeli duran Obama yönetiminin bu şartlarda İsrail’e geçit verme olasılığı yok. İsrail’in yaptığı İran’la yüzleşme gününe, yakın tehditleri bertaraf ede ede yaklaşmak. Suriye’ye vururken bir yandan da “Suriye’ye saldırı bana saldırıdır” diyen İran’ın ciddiyetini ve bölgesel tepkileri ölçüyor, olası riskleri açığa çıkartıyor, İran’ın nükleer tesislerine tek başına saldırma seçeneğinin olabilirliğini test etmeye çalışıyor. Yani bir nevi İran yolunda ‘mayın’ temizliyor.

 

Fehim Taştekin

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1119613&Yazar=FEHIM-TASTEKIN&CategoryID=100

 

Üçüncü Kural: "Ortadoğu barışına en büyük engel İsraildir lafı yalandır

 

Herhalde dünyanın bu hoş olmayan bölgesindeki git gide kötüleşen bu oyunda bazı yeni kurallar var:

Birinci Kural: "Dünyanın güçlü devletlerini arka bahçemizden def edebiliriz" demek hayal kurmaktır

İkinci kural: "Arka bahçemizde güçlü devletler olmasa müslümanlar rahat yaşayacaklar" demek daha da saçma bir hayal kurmaktır.

Üçüncü Kural: "Ortadoğu barışına en büyük engel İsraildir lafı yalandır

Dördüncü kural: "Ortadoğuda sadece İsrail Müslümanları öldürü" lafı daha da büyük bir yalandır

Beşincş kural: "İslam mezhepleri arasında soğuk savaştaqn silahlı çatışmaya kadar olaylar" olduğu bir gerçektir, ve

Altıncı kural: " Emperyalist batı şeytanını" arka bahçenden kovarsan istediğin zaman onları düşmanlarını bombalamaları için çağıramazsın" daha da büyük bir gerçektir.

 

Burak Bekdil

http://www.hasturktv.com/yahudilik/5707.htm

Saldırı sonrası Rusya ve İran’dan gelen itirazların sadece siyasi düzeyde kalması ve İsrail’e yönelik -en azından bölgedeki vekilleri aracılığıyla- fiili bir tepkiye dönüşmemesi halinde bu saldırının sadece İsrail’i değil, sürdürülen vekalet savaşının diğer “asıllarını” da yeni saldırılar için cesaretlendirebilir.

 

 

İsrail’in Şam’daki bilimsel araştırma merkezine yönelik saldırısı hedefin kendinden çok Suriye ve bölgeye yönelik etkileri bakımından önemliyse İsrail’in bu saldırıyla muhtemelen şunları hedeflediği söylenebilir?

 

1- Suriye’deki her türlü değişimde en ciddiye alınması gereken bölgesel aktörün kendisi olduğu mesajının verilmesi.

 

2- Şam’ın muhtemel bir dış müdahale karşısında ne kadar korunaksız olduğunun Şam’a karşı güç birliği etmiş “Dostlara” gösterilmesi.

 

3- Suriye’ye yönelik muhtemel bir dış müdahale karşısında bölgenin ve Şam’ın müttefiklerinin tepkilerinin ölçülmesi.

 

4- Ülkenin artık korunaksız olduğu mesajının verilerek Suriye Ordusunun kurumsal olarak saf değiştirmeye ikna edilmesi.

 

Saldırı sonrası Rusya ve İran’dan gelen itirazların sadece siyasi düzeyde kalması ve İsrail’e yönelik -en azından bölgedeki vekilleri aracılığıyla- fiili bir tepkiye dönüşmemesi halinde bu saldırının sadece İsrail’i değil, sürdürülen vekalet savaşının diğer “asıllarını” da yeni saldırılar için cesaretlendirebilir.

 

Alptekin Dursunoğlu

http://www.ydh.com.tr/YD350_israilin-sam-saldirisinin-stratejik-hedefleri.html

 

Hem reel politik sınırları hem psikolojik sınırları gözeterek siyaset yürütmeyi tercih eden Erdoğan, kamuoyu nezdinde İsrail ile kavga ederek dinamizmini diri tutmaya çalışırken, somut ekonomik ilişkiler ve güvenlik denklemlerinde aynı safta durmayı tercih ederek iktidarda kalmanın kanallarını açık tutmaktadır.

 

 

İsrail vurmaya devam ettikçe kısa vadede kaybeden Suriye, Hizbullah ya da İran gibi gözükse de orta ve uzun vadede asıl kayba uğrayan taraf Türkiye olacaktır. Bu coğrafyada ayakta kalabilmenin yolunun İsrail ile sahici bir kavga içine girmemekten geçtiğine inanan siyasetçiler, İsrail ile aynı safta gözükmenin faturasını da göze almak zorundadırlar. Hem reel politik sınırları hem psikolojik sınırları gözeterek siyaset yürütmeyi tercih eden Erdoğan, kamuoyu nezdinde İsrail ile kavga ederek dinamizmini diri tutmaya çalışırken, somut ekonomik ilişkiler ve güvenlik denklemlerinde aynı safta durmayı tercih ederek iktidarda kalmanın kanallarını açık tutmaktadır.

Bu politika İsrail vurdukça sallanacak ve zamanla tüm ikna ediciliğini kaybedecektir.

Bu fotoğrafa bir de İran, Hizbullah ve Suriye’nin misilleme yapma ihtimalini eklerseniz, herkesi idare etme stratejisinin kısa sürede çökeceğini tahmin edebilirsiniz.

Türkiye’ye yerleştirilen Patriotlar’ın devreye girmesi ile eş zamanlı İsrail saldırılarının doğrudan ilişkisinin olup olmadığı bile çok önemli değildir aslında. Mesele kendini “darı” sanan adamın dediği gibi tavukların neye inandığıdır.

Katar, Suudi Arabistan gibi partnerlere güvenerek yürütülecek politikaların, hala tümüyle erimeyen Erdoğan kredisinin İran’daki karşılığı açısından ifade ettiği anlam nedir? İran’ın Erdoğan’a duyduğu kişisel güvenin sınırlarını zorlamaya gücü yeten ve böyle davranmaya niyet etmiş bir İsrail’i durdurmaya kim yeltenebilir sizce?

 

Ayhan Bilgen

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=13551&ayhan_bilgen-israil_vurdukca

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail’in attığı bu bombalar için de gözyaşı dökecek mi acaba?

 

 

Çok merak ediyorum:

 

-  BAŞBAKAN Erdoğan yine “one minute” diyecek mi acaba?

 

-  Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail’in attığı bu bombalar için de gözyaşı dökecek mi acaba?

 

-  “Esad yönetimi devrilsin” diye her türden kampanyanın motivasyonu içine giren hükümete yakın İslamcılar, “Kahrolsun İsrail” diyecek mi acaba?

 

-  Hükümete yakın dış politika analizcileri, “Patriotlar ile İsrail’in hiçbir ilgisi yoktur” şeklinde analizler patlatmaya devam edecekler mi acaba?

 

-  Müslüman yürekler nerede atacak acaba: Şam’da mı, Tel Aviv’de mi?

 

Ahmet Hakan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22493853.asp

 

Netanyahu’nun seçimden hemen sonra o bilindik İran tehdidi söylemine sarılması ve geçtiğimiz günlerde Suriye’de rejimin elinde bulunan ama Hizbullah’ın eline geçmesinden endişe ettikleri üstün teknoloji ürünü silahlara yönelik iki hava saldırısının düzenlenmesi biraz da bu ikinci seçenek penceresinden okunmalı.

 

 

Yeş Atid’in yerine getirmeyi ümit ettiği reformlar dindar cemaatlerle seküler çoğunluk arasında yıllardır var olan ama kimsenin telaffuz etmeye cesaret edemediği çatışma alanına parmak basıyor. Kalkışılması durumunda dindar cemaatleri, kalkışılıp da başarılamaması durumunda seküler toplumu rahatsız edecek olan bu reformlar İsrail Devleti’nin kuruluş dinamiklerini sarsabilecek bir potansiyele sahip. Böylesi zorlu bir testi partisi üçte bir oranında küçülerek iktidarda kalmış olan Netanyahu’nun aşabilmesi zor görülüyor.

Netanyahu’nun önünde iki seçenek var. Likud-Beytenu ile Lapid’in Yeş Atid ve Naftali Bennett’in Bayit Yehudi partilerinden oluşacak dar bir koalisyon kurmak ve dindar partileri koalisyon dışında bırakıp taleplerine kulak tıkamak ilk seçenek. İkinci seçenek ise Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği partilerinin de dahil olduğu bir koalisyona Lapid’i ikna etmek. Lapid’in herkese askerlik vaadinden vazgeçmesi anlamına gelen bu seçeneğin hayata geçirilebilmesi ülkenin iç meseleleri konuşmaktan vazgeçmesini sağlayacak bir dış tehdit algısı oluşmasına bağlı. Netanyahu’nun seçimden hemen sonra o bilindik İran tehdidi söylemine sarılması ve geçtiğimiz günlerde Suriye’de rejimin elinde bulunan ama Hizbullah’ın eline geçmesinden endişe ettikleri üstün teknoloji ürünü silahlara yönelik iki hava saldırısının düzenlenmesi biraz da bu ikinci seçenek penceresinden okunmalı.

Elbette bu Suriye’nin kitle imha silahlarının yanlış ellere geçmesi ihtimalinin küçümsenmesi anlamına gelmiyor. Ama böylesi bir saldırının iç politikaya bakan yansımaları olacağı da muhakkak.

 

Kerim Balcı

http://www.zaman.com.tr/kerim-balci/secimin-kazanani-netanyahu-kaybedeni-israil_2048143.html

 

İsrail, son saldırısıyla Esad’a hem Arap milliyetçiliğini uyandırmak, hem de -daha geniş olan- İslam dünyasını yanına çekmek için ikinci bir fırsat sundu

 

 

Son iki yıldır süren iç çatışmada sessiz kalan İsrail bugün Suriye’yi neden bombaladı?

Üstelik bir gün önce Suriye muhalefetinden “Esad’la diyaloğa açığız” açıklaması gelmişken...

Ankara’da yapılan analizlerin ortak noktaları şöyle: “İsrail’in resmen açıklamadığı, ancak İsrail adına servis edilen ‘Esad, elindeki ağır silahları ve kimyasal silahları Lübnan Hizbullahı’na veriyor’ bilgisi doğru kabul edilirse; operasyon İsrail için bir kazançtır. Ancak saldırının ‘tek hedefi ve sonucu’ olacak kadar basit değildir.

Şöyle ki; Suriye, mezhep bağlantısıyla İran ve Şii dünyası, siyasi olarak da Rusya ve Çin’den destek alıyor. Fakat Arap dünyası kendisine karşı Türkiye ile birlikte hareket ediyor. Esad, ‘Arap milliyetçiliği’ni harekete geçirmek için önce Türkiye’yi üzerine çekmek istedi. Türk uçağını vurdu, Şanlıurfa’ya top mermisi düşürdü, ancak bunu başaramadı. İsrail, son saldırısıyla Esad’a hem Arap milliyetçiliğini uyandırmak, hem de -daha geniş olan- İslam dünyasını yanına çekmek için ikinci bir fırsat sundu. Çünkü İsrail, savaş durumunda da olsa Esad yönetiminde bir Suriye’yi kendisi için ‘güvence’ görüyor.”

 

Mustafa Kartoğlu

http://haber.stargazete.com/yazar/israil-suriyeye-bomba-mi-atti-can-simidi-mi/yazi-724105

 

Lapid'in başarısı daha önce tahmin edildiğinin aksine bir sağ-aşırı sağ koalisyonunun kurulmasını engelledi

 

 

Bu esnada siyaseten yıpranmamış, genç ve toplumun tümünün veya bir kısmının hassas noktalarına dokunan iki popülist lider siyasete soyundu. TV programcısı ve köşe yazarı olan, daha siyasete atılmadan önce yapılan anketlerde başarılı olacağı müjdelenen, Yair Lapid toplumun temel taşı orta direğe seslenerek, önemli bir kısmı altı doldurulmamış vaatlerle de olsa yükselişe geçti. TV görünürlülüğü, gelir kaynakları, popülist söylemleri ve güçlü seküler mesajları Lapid'i 22 Ocak seçimlerinin gerçek galibi yaptı. Kazandığı 19 sandalyeyle kendisini "kral yapıcı" konuma yerleştiren Lapid, koalisyon kurma çalışmalarında en güçlü ele sahip aktörü konumunda. Diğer taraftan kendisini İsrail'de yükselen aşırı sağın lideri konumuna getirmeye çalışan Hi-tech milyoneri ve yerleşimci lobisinin starlarından Naftali Bennett, ateşkes sonrası dönemde ve yerleşimci rüzgârını arkasına alarak Yahudi Evi partisiyle Likud'dan "aşırı sağ" seçmenini koparmayı başararak Lapid ile birlikte seçimin en dikkat çeken figürü oldu. Bu başarısıyla Filistin'le müzakere sürecini tıkama, yeni yerleşimlerin inşası ve Batı Şeria'nın bir kısmını ilhak planlarını gündeme taşıma fırsatı buldu.

Lapid'in başarısı daha önce tahmin edildiğinin aksine bir sağ-aşırı sağ koalisyonunun kurulmasını engelledi. Kâğıt üzerinde başka alternatifler olsa da yeni meclis aritmetiği, Netanyahu'nun Lapid ile ortak hareket ederek, üçüncü ve hatta dördüncü koalisyon ortağını bulması gerekliliğini ortaya koymakta. Koalisyonun diğer ortaklarının kim olacağı sorusuna bağlı olarak da yeni hükümetin gündemi ve kırılgan noktaları şekillenecek.

Her ihtimalde İsrail'in yeni hükümeti Tal Yasası'ndan ekonomik problemlere, Filistinle müzakerelerden derinleşen izolasyona kadar birçok sorun beklemektedir.

 

Ufuk Ulutaş

http://www.sabah.com.tr/Perspektif/Yazarlar/ulutas/2013/01/26/israil-neyi-secti

 

Biz de Türkiye’yi güçlü görmek istiyoruz ama büyüklük söylemle olmaz.

 

 

Herkesi tehdit ediyoruz. Arkası gelmiyor. Esad’a “Halep’e girersen vururuz!” dedik. Girdi, vuramadık. Hatta o bizi vurdu. Uçağımızı düşürdü. Karşılık veremedik. Sadece Suriye’ye değil, birçok ülkeye hak ettiği cevabı veremedik. Rumlar Doğu Akdeniz’de gaz aramaya koyuldu, engelleyemedik. Mavi Marmara gemisi hükümetin izni olmasa gidemezdi. Hatta AKP vekilleri de gidecekti gemiyle. Sonuçta 9 vatandaşımız öldü. Günah değil mi? Nasıl karşılık verildi? Hiç. Filistin davasına ne katkısı oldu? Sıfır. Kısacası yüksek söylem, sıfır eylem! Biz de Türkiye’yi güçlü görmek istiyoruz ama büyüklük söylemle olmaz.

 

Osman Korutürk

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-34707-sifir-sorunun-zemini-yoktu.html

 

"Tüm dünya 'Gazze' denilince bize yiyecek içecekler ve sağlık malzemeleri gönderiyorlar; bunu insanlar yaralanmış hayvanlar için de yapabilirler. Oysa siz bize insan olarak değer verdiğinizi gösterdiniz; müziğinizle geldiniz bize"

 

ÜNLÜ Yahudi müzisyen Daniel Barenboim Gazze ile ilgili bir anısını CNN'de Amanpour'a anlattı ben çok etkilendim bu yüzden size de aktarmak istedim.

Barenboim, Filistinli Marksist aktivist, teorisyen Edward Said ile birlikte bir akademi kurmuş. Burada İsrailli Filistinli gençler birlikte müzik yapıyorlar müziğin evrensel diliyle birbirleriyle konuşup anlaşıyorlar.

Orkestra Gazze'de de konser vermiş. Son derece başarılı olan ve ilgi gören konserden sonra Filistinliler ünlü müzisyenin yanına gelmişler sohbet etmişler.

"Siz bize çok önemli bir hediye verdiniz" demişler. Barenboim "Neden özellikle ben, size bu kadar özel gelen ne yapmış olabilirim" diye sormuş.

Onlar da, "Tüm dünya 'Gazze' denilince bize yiyecek içecekler ve sağlık malzemeleri gönderiyorlar; bunu insanlar yaralanmış hayvanlar için de yapabilirler. Oysa siz bize insan olarak değer verdiğinizi gösterdiniz; müziğinizle geldiniz bize" demişler.

Bu insani tavırdan ve söylemden hayli etklilendim...

 

Serdar Turgut

http://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut-2025/816651-yine-misir

 

 

Ben uzman değilim ama Suriye karşıtı politikaların yürütülmesinde ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar-İsrail’in işbirliği yaptığını ve zaten İsrail’in Ortadoğu’da Türkiye’ye haber vermeden ve izin almadan hava harekâtı yapmasının imkânsız olduğunu biliyorum!  

 

 

Yurt Gazetesi Los Angeles Times Gazetesi’nden iktibas ederek İsrailli bir Suriye uzmanının İsrail’in saldırısından ABD ve Türkiye’nin önceden haberdar edilme ihtimalinin yüksek olduğunu söylediğini yazdı.

Ben uzman değilim ama Suriye karşıtı politikaların yürütülmesinde ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar-İsrail’in işbirliği yaptığını ve zaten İsrail’in Ortadoğu’da Türkiye’ye haber vermeden ve izin almadan hava harekâtı yapmasının imkânsız olduğunu biliyorum!  

Hatırlayın, takriben 5 sene evvel de İsrail Suriye’ye yine havadan ve Türkiye üzerinden saldırmıştı.

6-7 Eylül 2007 gecesi İsrail uçakları Antakya üzerinden Suriye’ye girmişti. Uçaklardan düşen bazı teçhizatın üzerinde İbranice yazılar olduğunu resmi ağızlar susarak da olsa kabul etmişti.

Ben bildiğimi okumaya devam edeceğim.

İçinde Türkiye’nin PKK ile anlaşması da olan ve ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar-İsrail işbirliği ile yürütülen “Ortadoğu’nun Yeniden Şekillenmesi” oyunu Suriye-İran-Rusya-Çin tarafından hali ile reddediliyor ve engel olmak için bu ülkeler ellerinden geleni yapıyorlar.

Öte yanda terör örgütlerinin en azından bir devlet tarafından kollanmadan/ korunmadan/ kullanılmadan uzun seneler ayakta durması mümkün değil. Zaten bizzat Başsavcı Çolakkadı da DHKP-C’nin önemle son 6 aydır birden çok faal hale geldiğini söylüyor.

Ahmet Davutoğlu Suriye’nin İsrail saldırısına şimdiye dek sessiz kalması ile “çakıl taşı bile atamadılar” sözleri ile alay ediyor, aklı sıra Esad’ı küçük düşürüyor (Hürriyet-02.02.2013).

    Ahmet Bey; Değil çakıl taşı, bombayı cuma günü Ankara’nın göbeğinde başınıza geçirdiler, siz hâlâ fark edemediniz mi?

Cüneyt Ülsever

http://www.yurtgazetesi.com.tr/paris%E2%80%A6-ankara%E2%80%A6-makale,3326.html

 

İsrail bu saldırılar ile, “büyük bir hata yapmış” gibi görünüyor

 

Napolyon der ki; “Düşmanınız hata yaparken sakın engel olmayın.”

Yukarıda Suriye’nin diplomatik üslubuna değindik. Bu çerçevede, İsrail bu saldırılar ile, “büyük bir hata yapmış” gibi görünüyor. Suriye yönetimi krizin başından bu yana ele geçirdiği en büyük fırsatı büyük ihtimalle kaçırmayacaktır.

İsyanın başladığı günden bu yana Suriye kamuoyunda, “bu iş, savaş olmadan çözülmez, savaşmalıyız” kanısı zaten güçlüydü.

Suriye yönetimi de (Batı’nın gözü gibi koruduğu İsrail’i de kastederek) bölgesel bir depremden bahsediyor.

Ancak kimse İsrail’in büyük bir taktik hatası yaparak Suriye’ye saldıracağını tahmin etmedi.

Suriye ne yapabilir?

Suriye’nin önümüzdeki süreçte atacağı adımlara ilişkin birçok ihtimal öne sürülüyor. Ancak ana hatları ile özetleyecek olursak;

1 – Suriye, İsrail’e cevap verme hakkını kullanabilir ve eğer imkanı varsa İsrail’i füzeye boğar.

2 – Suriye uluslararası topluma “eğer sorunu siyasi yollardan ve üstelik benim istediğim şekilde çözmezseniz cevap verme hakkımı kullanırım” der. İsrail’e bir şey olmasın ve savaş çıkmasın diye Batı, Suriye’nin bu isteğini kabul eder. Eğer uluslararası toplum Suriye’nin bu restini görürse birinci seçeneğe dönülür.

3 – Suriye, İsrail’e cevap veremez; çünkü, içeride zaten bir savaş var ve bu nedenle “ikinci bir cepheyi” açamaz.

Birinci seçenek zaten çoktan beridir masadaydı. Suriye, isyan sürecinde ordusunun üçte ikisini diğer bölgelere yönlendirdi. Ancak İsrail olasılığı her zaman masada olduğu için kalan kısmı yerinden oynatılmadı.

Suriye aynı zamanda füzelerini de (Scudlar) İsrail’e doğru önceden yöneltmişti.

İkinci seçenek düşünüldüğünde ise, Suriye’nin neden “yumuşak” açıklama yaptığı ve hemen cevap vermediği daha iyi anlaşılabilir.

Suriye, bu açıklaması ile uluslararası hukuk açısından “İsrail’in kendisine saldırdığını ve mağdur duruma düştüğünü kabul ettirmek istedi” önce.

Sonrasında ise, ikinci seçenek masaya geldi. İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Başkanı Said Celili’nin Suriye ziyaretinin amacının “uluslararası topluma siyasi çözüm fırsatı tanımak için” Suriye’nin olası saldırısını geciktirmek olduğu söyleniyor.

Üçüncü seçenek ise, çok da olası görünmüyor. Zaten artık füzelerin kullanıldığı bir çağda yaşıyoruz. İsrail’e yöneltilen füzelerin kullanılması teknik imkândan çok “karar” işi...

Peki, “İsrail saldırıyı yaptığı zaman Suriye’nin karşılık verme olasılığını hesaplamamış olması” mümkün mü? Demir Kubbe Suriye sınırına kaydırıldığına göre, hayır. Ancak Demir Kubbe’nin Filistinlilerin attığı füzeler karşısında bile zorlandığı ortaya çıktı. Suriye’nin elinde ise, “gelişmiş füzeler” olduğu biliniyor.

Bir diğer nokta içerdeki ordu meşguliyetini bitirmek için İsrail’e saldırının bir fırsat olabileceği görüşü. Suriye, İsrail’e saldırırsa yönetim hem kamuoyunu tam olarak arkasına alır hem de içeride temizlik için büyük fırsat yakalar görüşünde olanların sayısı hiç de az değil.

Her olasılıkta İsrail, bu saldırıyı yapmakla Suriye yönetimine büyük bir hizmette bulunmuş oldu. Suriye’deki krizin bundan sonra siyasi çözüme doğru evrileceği tahminleri şimdi daha güçlü bir şeklide dile getiriliyor.

Diğer ihtimal? Bölgesel savaş. Ortası yok...

 

Mehmet Serim

http://www.ydh.com.tr/HD11448_bir-saldirinin-anatomisi.html

 

Netten okumalar

 

Ölüm kampı: Auschwitz'i anlattılar

 

http://www.habera.com/Olum-kampi-Auschwitz-i-anlattilar-haberi-174351.html

 

Füze dokunmayan İsrail uçakları – Işın Eliçin

 

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IsinElicin/fuze-dokunmayan-israil-ucaklari/36148

 

'Kalbi olanların çok az olduğu bu yitik çağda, hüzünlenmek bir ayrıcalıktır' – Gizem Asya Genç

 

http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=kalbi-olanlarin-cok-az-oldugu-bu-yitik-cagda-huzunlenmek-bir-ayricaliktir&haberid=4226

 

Bir adım ötesi Tuna – Sezin Öney

 

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=13500&Sezin_oNEY-Bir_adim_otesi_Tuna

 

Esad'a İsrail'den hayat öpücüğü – Yasin Aktay

 

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/esada-israilden-hayat-opucugu/36158

 

Ne mutlu 'Türküm diyene' mi? Ne mutlu 'Türk olana' mı? – Ayşe Hür

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1119711&Yazar=AYSE-HUR&CategoryID=97

 

Edirne Büyük Havra | Kal Kadoş Ha Gadol

 

http://kuyruksuzucurtma.com/gezi/edirne-buyuk-havrasi-kal-kados-ha-gadol

 

Netten seyredin

 

  • Yinon Muallem Ensemble - Hava 'Nargila'

 

https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=i8GA5FcM_98