Hata yapmak nereye kadar?

Köşe Yazısı
23 Ocak 2013 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


Hata yapmak bize geleceği düzeltmek için bir şans verir.

Sevgili anne babalar… Anne baba olana kadar birçok tecrübelerden geçtik, çok şey yaşadık… yaşadıklarımızın sonunda da hayat dersleri aldık... Yaşayan bir organizmanın işi hayatta kalmaktır.  Biz akıllı organizma olarak çevre ile temas kurar, bir takım kararlar verir ve hareketlerde bulunuruz. Bazıları işimize yarar bazıları yaramaz. Yaramayanlara hata deriz. Hatayı kabul etmek için sonuçlarını görmek ve yaşamak gerekir. Sonuçları biz, anne ve babalar tarafından ittirerek düzeltilmiş hataların çocuklarımız üzerinde etkisi yoktur. Hüsran yoktur. Yaptırımı da yoktur. Çocuk ya da genç acıyı kendisi hissetmez. Son dakikada yardım etmek zorunda kaldığı için acıyı ve sıkıntıyı anne ve baba çeker. Çocuk ya da gencin beyni düzeltmek için kendine not almaz... Sonucunda hüsran olan olayları duyguları birçok kere yaşadıktan sonra kaydederiz. ‘ Ya galiba bu işime yaramıyor’ deriz. Gelecekte geçmişte hata yaptığımız bir durum varsa bu durumun acısını hatırlarız vücudumuz sinyal verir… ‘Aman dikkat bu daha evvel olmuştu canın yanmıştı.’. ‘Uzak dur!’ ‘Önlem Al!’ ‘Kaç!’ ‘Savaş’ ‘Daha Çok çaba sarfet!’

Biliyorsunuz hayatta kalmak için beynimiz özellikle tehlikeli şeyler gördüğünde sinyal verir… Başarılı olduğumuz durumları ise kültürümüz gereği daha az hatırlarız. 1) Başarılı olmak zaten çocuklarımızdan beklenendir.  Biz anne ve baba olarak herşeyi mükemmel yapmıştık ya… Onlardan da bunu bekleriz. Aslında başarıyı övmek sayesinde başarılı olan kişiyi heyecanlandırırız. Bizi hareket geçiren şey de iyi ya da kötü heyecandır… 2) Tehdit ve tehlike yoksa övgü de yoksa vücut sinyal vermez.

Tabii ki asıl sorun çocuklarımızı kendimizden ayıramadığımız için ortaya çıkıyor. Onların da kendilerine ait yaşantılarını kaydedecek ve bunlardan öğrenecek bir vücudu ve beyni var...

Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın da dediği gibi biz Türkler kolektivist bir toplumda yaşıyoruz, yani bireyler arasında ayrışma yok… Özellikle de anne, baba ve çocuk ilişkilerinde çocuklarımızı bizim devamımız olarak görüyoruz ve algılıyoruz.  Onlar bizim malzemelerimiz. Ya çocuk anneden çıktı, karnına bağlıydı… Onu siz yaptınız diye görüyorsunuz, Dolayısıyla da onun başına gelen herşey sizin de başınıza gelmiş oluyor.  Ama anne ve baba olarak eski tecrübelerinizden, hafızanızdan nelerin hangi sonuçlar doğuracağını biliyorsunuz ya, çocuklar nasıl oluyor da bilmiyorlar. Söylüyorsunuz ya! Bilip de önlem almamak salaklık değil de ne?

Prof. Dr.Yankı Yazgan’ın ‘Feelings run faster’ ‘Duygular daha hızlı hareket eder.’ adlı kitabında bir karikatür var (arada tüm karikatürleri de Yankı Yazgan kendisi çizmiş). Bir baba var ve oğluna “Oğlum hata yapma!” diyor…Oğlan da küçük, babaya soruyor… “!Baba sen hata yapmasaydın, sen olur muydun?”diyor.

Burada bakılacak iki nokta var. 1) eğer biz daha iyi adapte olmak ve yaşamayı öğrenmek için, hata yapıp ondan öğrenip daha mükemmelleşiyorsak o zaman hata yapmadan neyin doğru neyin yanlış olduğu duygusunu vücudumuz nasıl kaydedecek? 2) böyle bir duygu notu yoksa vücudumuz bize nasıl alarm verecek?

Tecrübeler duygu ile beraber kaydedildiği için daha çabuk hatırlanır.. Başkasının bize söylediği bilgi ancak kendimizi kontrol edebildiğimiz durumlarda istersek işe yarar… Ancak heyecanlı bir kararda, TV’de Galatasaray maçı mı izlenecek yoksa ders mi çalışılacak kararında duygu ve dürtü genellikle gençlerin durumunda heyecan veren durumla birleşir. Bilgiyi eğer özellikle seçmezsek bize alarm sinyalleri vermez… Bilmek ile hissetmek çok ayrı şeylerdir… Beynimizde hepimizin bilip de kullanmadığı milyonlarca bilgi var öyle değil mi? Bilmek ve yapmak aynı şey değildir,  bilgiye ulaşana kadar duygu alıp malı götürüyor…

Şimdiye kadar birçok danışanımda aynı şeyi gördüm. Anne ve babalar çocukları önlem alsın istiyorlar.  Çocuk başına gelecekleri daha evvel hissetmemişse nasıl önlem alsın…  Çocuk resmin sadece bir bölümünü, çok küçük bir parçasını görüyor. Ama ona göre resim tamam. O gördüğü parça kadar da hareket ediyor… Eğer yapılacak şey kolaysa ve keyif alıyorsa yapıyor. Eğer sıkıcıysa, çok uzun sürecekse, canı acıyacaksa, şu anda keyif aldığı daha iyi bir şey varsa konumunu değiştirmiyor, ya da yapmıyor. Niye yapsın? Onun vücudu alarm sinyali vermiyor ki? Verseydi o da yapardı…

O zaman burada da gördüğümüz bir şey var. İnsanlar neyi sevdiğini, neyi sevmediğini, neyi merak ettiğini, neyi az neyi çok yapmak istediğiniz nasıl anlar? Bunların tecrübe edilmesine izin vermek gerekir…

Peki, nereye kadar diye soracaksınız… Hissedene kadar bence… Belki yüzde yüz bırakmak değil ama ağırlıklı olarak bırakmak…

Biz duygu ile öğrenen ve olgunlaşan sosyal organizmalarız.

Her hata yaptığımızda canımız acırsa, eninde sonunda bir yerde “yaaa yeter artık,  bunu daha farklı nasıl yaparım?” diye kendimize sorabiliriz. Ve beyin gittikçe o konularda kendisine bir yapma sistemi oluşturur. İşte insanlar bu sayede daha becerikli ve etkin olurlar… 

Bir de işin şu boyutu var. Her hatasını gören hemen düzeltiyor mu? Ebeveynler bile milyon tecrübeye sahipken hemen düzeltemiyorlar. Neden mi? 1) Eski bildiğimiz her zaman daha güvenli hâlbuki yeni davranışta bir risk alma durumu var. 2) yeni bir şey için uğraşmak gerekir, yani insanın yeterince enerjisi olması lazım yeni bir davranışta bulunmak için  3) Değişim öyle hemen olmaz, uzundur. Sonucunu çok ileride, çok çaba sarf ederseniz görürsünüz, ucunda hemen bir ödül yoktur. Sabır ve azim gerektirir. 4) İyi de bir hata var mıydı gerçekten, fark etmiş miydiniz?  Fark etmedinizse neyi düzelteceksiniz ve nasıl? Kolay gelsin…