Lüzumsuz İşler

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2013 Çarşamba

Yirmi birinci yüzyıla girmeden önce sıkça kullandığımız, argo sınıfına giren bazı masum terimler vardı. Örneğin “Lüzumsuz işler müdürü” derdik fuzuli işlerle uğraşana. “Kaldırım mühendisi” derdik boşta gezene. Artık “kaldırım mühendisliği mastır”ı yapanlar da var maalesef. Niteliksiz işçiler iş beğenmezken; bol diplomalı, nitelikli bir işsizler ve öğrencisiz bir öğretmenler ordusu oluştu. “Her köfteye maydanoz” derdik kendini ilgilendirmeyen işlere burnunu sokana. “Müdür, müdür müdür?” diye dalga geçerdik. Pek kullanmaz olduk bu türden sözleri.

Alakasız bir laf edene “Dam üstünde saksağan” derdik. Sonra yozlaştırıp “Sak üstünde damdağan” dedik, ardından “Kaz beline vurmayı” diye ekledik, anlayan yine anladı.

Bu açılış bizi nereye götürecek diye sorarsanız, aslında bambaşka bir yere. Zaman zaman aklıma gelen bazı fikirleri ‘Aptal Sorular’ türünde başlıklar altında topluyorum ya, bu yazı da aynı türden bir derleme ancak bu kez soru sormuyor, ahkâm kesiyorum. Deneyimlerime dayanarak aklımca öğüt veriyorum yani.

Lüzumsuz sözcüğünü hemen günümüze uyduruyor ve başlıyorum.

Gereksiz işler

Bilgi sahibi olmadan fikir yürütmeye kalkanı ciddiye alma, gerek yok.

Bilgi sahibi olmadan ukalalık yapmaya kalkanı eğitmeye kalkma, gerek yok. Amacı öğrenmek değil, seni tahrik etmektir çünkü. Boşa dil dökersin.

Dolayısıyla: her topa girme, gerek yok. Öylesine sazan diyorlar artık.

Yaptığın işe saygı duymayana, ben yine de senin fikrine saygı duyuyorum deme, gerek yok. Hem gerçekçi olmaz, hem de emeğine saygı duymayanın fikrine saygı duymak niye? Okulda sıfır hak eden sınavına bir veren öğretmen bile, “kâğıdına ve emeğine saygı” diyerek açıklardı fazladan verdiği puanı.

“Bak benden duymuş olma ama...” diye söze başlayan, mutlaka dedikodu yapacaktır, dinleme, yapmaya gerek yok. Hem laşon ara yapmak yasak.

“En iyisi benden duy...” diyen, seni kötü yönde eleştirecektir, dinleme, gerek yok. Acı sözler, sırf söyleyen yakının diye, yakıcı etkisini kaybetmez. Yapıcı eleştirilere evet, yıkıcı eleştirilere hayır.

“Ben seni dinledim, şimdi de sen beni dinle” türünden klişelere itibar etme. İçinden gelmediği halde, sırf alışveriş kokan bu argüman yüzünden dinleyeceksen, dinleme, gerek yok.

“Sana nasıl söyleyeceğim bilmiyorum...” diye kıvranan, ya kötü bir haber verecektir ki, dinlemeye mecbursun, kabul, ama ruhunun hırpalanmasına izin verme çünkü Aşem adil bir yargıçtır. Ya da borç para isteyecektir. Borç vermek için kendini paralama, gerek yok. Sana minnet duyması gereken kişi, hiç yakınmadan verdiğin parayı denkleştirmekte zorlandığını duyduğunda, senden iki kez nefret edecektir. Bir, sana muhtaç olduğu için; iki, cüzdanın onun sandığı kadar dolgun olmadığı için. Bu kesin. Nefret niye peki, diye soracak olursan, inan bilmiyorum.

“Sen bana bir adım gel, ben sana on adım koşarım” diyene inanma çünkü gerçekçi değil. Ayrıca birinin sana yaklaşması için rüşvet vermeye gerek yok. Gelecek olan senin için gelsin, gerekiyorsa arkandan koşsun.

Haklı çıktığında “ben demiştim” deme, gerek yok. Haksız çıkmayı kimse sevmez. Hem boşuna dememişler doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar diye.

Başıma ne geldiyse iyi niyetimden geldi diyene inanma çünkü o kişinin iyi niyet kavramı seninkiyle aynı olmayabilir. Bu konuda riske girme, gerek yok. Hem kendini sürekli haksızlığa uğramış gibi görenden, insana yoldaş olmaz. İnsan “yazılı olan”dan ötürü başkalarını suçlamamalı, dik durmasını bilmeli.

Yanlış söylüyorsam düzelt, diyenin sözünü hiç kesme, gerek yok. Yanlış söylediğine dair en ufak şüphe olsa içinde, o pası sana vermez.

Teşekkür etmek için seni ayağına çağırana gitmek sana zor geliyorsa, gitme, gerek yok. Teşekkürü hak etmek için yeterince zahmet ettin nasılsa.

Bir sözün yüzünden sana küsen arkadaş, bütün kapıları kapatmışsa yüzüne, kapıda boşa bekleme, gerek yok. Sana kendini savunma şansı tanımayan, zaten arkadaşın değildir.

 

Hepimiz şair, hepimiz filozofuz ne de olsa!

Gereksiz hiçbir işle uğraşmak zorunda kalmamanız dileği ile.